MARKA HAKKININ TÜKETİLMESİ VE PARALEL İTHALAT KANUNU
T.C.
TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ MARKALAR DAİRESİ BAŞKANLIĞI
MARKA HAKKININ TÜKENMESİ VE PARALEL İTHALAT
Serbest rekabet şartlarını ve kaynakların verimli kullanımını sağlamanın temel koşulu tekellerin yok edilmesi iken, fikri mülkiyet hakları hak sahibine sağladığı inhisari yetkiler ile tekellerin oluşmasına imkân tanımaktadır. Bu doğrultuda, serbest ticaret ile fikri mülkiyet arasındaki dengeyi sağlayabilmek amacıyla hakkın tükenmesi ilkesi geliştirilmiştir.
Paralel ithalat, piyasa başarısızlıklarına neden olan tekelleşmeyi engelleme araçlarından bir tanesidir. Paralel ithalat, ülke dışında düşük fiyattan elde edilen orijinal nitelikli ürünün, piyasasında aynı malın bulunduğu ülkeye hak sahibinin rızası dışında ithal edilmesidir. Bir ülkede uygulanan tükenme rejimi ile belirlenen tükenmenin coğrafi sınırları, ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarından kaynaklanan “paralel ithalatın” meşruiyetini belirleyecek temel etmendir. Dolayısıyla, marka hakkı sahibinin, markalı malların paralel ithalatını engelleyebilmesi hakkın tükenmesine bağlıdır.
Çalışmada, paralel ithalat ile hakkın tükenmesi arasındaki ilişki, paralel ithalatın piyasalardaki rekabeti, dış ticaret politikalarını, uluslararası ticareti, üreticileri ve tüketicileri doğrudan etkileme potansiyeli nedeniyle detaylı olarak incelenmiştir. Bu kapsamda hakkın tükenmesi ve paralel ithalat ilişkisi yurtiçi ve yurtdışı yargı kararları ışığında ele alınmıştır.
In this study, the relationship between parallel import and exhaustion is examined in detail taking into consideration the potential effects of parallel import on competition, foreign trade policy, international trade, manufacturers and consumers. In this context, the relationship between parallel import and exhaustion is elaborated in light of the court judgments both at domestic and international level.
MARKA KAVRAMI, FONKSİYONLARI, TÜRLERİ VE MARKA HAKKI
-
-
1.1.2.1.Çizimle Görüntülenebilme veya Benzer Şekilde İfade Edilebilme.... 10
-
-
Kaynak (Menşe)GöstermeFonksiyonu11
-
-
-
-
-
-
-
Marka Hakkının TescilİleKazanılması18
-
Tescil İçin Başvuru Yapma HakkınaSahipOlanlar19
-
-
Tescil İle SağlananHaklarınKapsamı22
-
Tescil İle SağlananHaklarınSınırları26
Markanın Hükümsüzlüğü ve Marka HakkınınSona Ermesi26
-
-
-
-
Coğrafi Alana Göre BelirlenenTükenmeÇeşitleri35
-
-
-
Hakkın Özgül Konusu(HakkınÖzü)41
-
-
Markasız Orijinal Nitelikteki Malların Üçüncü Kişiler Tarafından Markalanarak Satılması 45
Markalı Malın DeğiştirilmesiKötüleştirilmesi46
Markalı MalınReklamlardaKullanılması48
Markalı MalınYenidenPaketlenmesi49
-
2.7.4.2.Ürünün Orijinal Koşullarının Korunması............................................ 53
2.7.4.3.Markanın ve Marka Sahibinin İtibarı.................................................. 54
2.7.4.4.Önceden Uygun Bildirim................................................................... 54
-
PARALEL İTHALAT VE HAKKIN TÜKENMESİ
-
-
-
Marka Hakkının Tükenmesi Paralelİthalat65
Tükenmenin Coğrafi Sınırları Paralelİthalat66
Ulusal/Ülkesel Tükenme veParalelİthalat67
Bölgesel Tükenme Paralelİthalat67
Uluslararası Tükenme Paralelİthalat68
-
Paralel İthalatın YasaklanmasınınOlumluEtkileri68
Paralel İthalat YapılmasınınOlumluEtkileri70
Paralel İthalatın Gri Ticaret GeriİthalattanFarkları71
-
-
-
-
AB: Avrupa Birliği
ABD: Amerika Birleşik Devletleri
Adalet Divanı: Avrupa Toplulukları Adalet Divanı AEA: Avrupa Ekonomik Alanı (European Trade Area) AT: Avrupa Toplulukları
AT Antlaşması: Avrupa Topluluklarını Kuran Roma Antlaşması
Bkz.: Bakınız
C. : Cilt
DTÖ: Dünya Ticaret Örgütü ECJ: European Court of Justice ECR: European Court Reports Ed.: Edition
GATT: Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (General Agreement on Tariffs and Trade)
GRUR Int.: Gewerblicher Rechtsschutz Internationaler Teil und Urheberrecht (The German Association for the Protection of Intellectual Property)
HD: Hukuk Dairesi
IIC: International Review of Industrial Property and Copyrigth Law
KHK: Kanun Hükmünde Kararname Komisyon: Avrupa Toplulukları Komisyonu Md./m.: Madde
OJ: Official Journal of the Communities
s. : Sayfa
S. : Sayı
TPE: Türk Patent Enstitüsü
Topluluk: Avrupa Toplulukları
TRIPS: Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması
vd.: ve devamı Vol.: Volume Yarg.:Yargıtay
Küresel çapta güçlenen firmalar, fikri ve sınaî hakların sağladığı tekel hakkı sayesinde farklı ülkelerde farklı fiyat politikaları ile kârlarını maksimize etmek istemektedirler. Ülkeler arasında aynı malın fiyatında görülen bu farklılıklar, hak sahiplerinin üretim ve dağıtım şebekesinin dışında kalan üçüncü kişiler tarafından fırsat olarak görülmüştür. Mallar, fiyatın düşük olduğu ülkeden satın alınarak, fiyatın yüksek olduğu ülkeye ithal edilmekte ve aradaki fiyat farkı kadar kazanç elde edilmektedir.
Öğretide paralel ithalat olarak adlandırılan bu uygulama, piyasasında aynı malın bulunduğu bir ülkeye markalı malların ithal edilerek, orijinal nitelikli mallar arasında marka-içi rekabete neden olmaktadır. Bu anlamda ülkeler arası ticaret unsurunu da içinde barındıran paralel ithalat, hak sahiplerinin fiyat politikalarını olumsuz anlamda etkilemektedir. Dolayısıyla hak sahipleri paralel ithalatı engelleyici tedbirler arayışında olmuşlardır.
Hak sahiplerinin bu arayışı çerçevesinde, borçlar hukuku ve rekabet hukukundan doğan haklar ile fikri ve sınaî haklar oldukça sık irdeleme konusu yapılmaktadır. Ancak anılan farklı hukuk disiplinlerinden doğan haklar arasında paralel ithalat üzerinde en etkili olanı, hak sahiplerine tanıdığı inhisarî yetkilerden dolayı fikrî ve sınaî haklardır.
Fikri ve sınaî hakların, hak sahibine verdiği mutlak yetkilerin başında, hak konusu ürünü üretmek, piyasaya sürmek, ithalat ve ihracat yetkileri bulunmaktadır. Özellikle ithalat ile ilgili yetki, paralel ithalatçıya karşı kullanılacak en önemli araç olmaktadır.
Bununla birlikte, küresel ticaretin geliştirilmesi ve serbestleştirilmesi çalışmaları, bir yandan fikrî ve sınaî hak sahiplerinin korunması esasına dayanırken, diğer yandan bu hak sahiplerinin mutlak yetkileri ile korumak gereken rekabet düzeni ve serbest ticaret kuralları arasında bir denge arayışını da beraberinde getirmiştir. Bu denge fikrî ve sınaî hak sahiplerinin bazı yetkilerinde, paralel ithalatçının lehine
kısıtlamalar getiren ilkelerin doğmasına yol açmıştır. Bu yapılırken; daha önce, bu haklara konu malların iç ticaret üzerindeki olumsuz etkilerini gidermek için geliştirilen bazı ilkeler (hakkın tükenmesi gibi), ülkelerin uluslararası ticaret tercihleri doğrultusunda yeniden şekillendirilmiştir. Böylece ülkesel, bölgesel, uluslararası ilkeler doğmuştur.
Bu tezin konusunu da, diğer hukuk disiplinlerinin paralel ithalat üzerindeki etkilerinden çok, fikri sınaî hakların alt dalı olan marka hakkının ve hakkın tükenmesinin paralel ithalat üzerindeki etkileri oluşturmaktadır. Bu anlamda, çalışmanın temel noktası marka hakkının ticaret üzerindeki etkileri ve tükenme ilkesi ile ticaret arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Bununla birlikte, paralel ithalatın olumlu ve olumsuz etkileri ve tükenme rejimleri ile ilişkisi irdelenerek Türk hukuk sisteminde konunun ele alınış biçimleri tartışılmıştır. Yurtiçi ve yurtdışında mahkemelerin verdiği kararlar doğrultusunda paralel ithalat ve tükenme ilişkisi değerlendirilecek olup, alınan kararların ulusal ve uluslararası ticarette bıraktığı etkiler tartışılacaktır.
Yukarıda yer alan temel noktaların ışığında, marka hakkının tükenmesi ve paralel ithalat ilişkisinin incelendiği bu tez üç bölümden oluşmaktadır.
“Marka Kavramı, Fonksiyonları, Türleri ve Marka Hakkı” başlıklı birinci bölümde, markanın tanımı, fonksiyonları ve türleri açıklandıktan sonra marka hakkı ve bu hakkı elde edebilme şartları incelenmiştir. Bununla birlikte, tescilli markanın sahibine sağladığı haklar ve bu hakların sona erme koşulları yine bu bölümde ele alınan konulardır.
“Marka Hakkının Tükenmesi” başlıklı ikinci bölümde ise tükenmenin tanımı, tarihsel gelişimi ve koşulları ile tükenmenin coğrafi sınırlarının belirlenmesi için geliştirilen ilkeler açıklanmış ve tükenmenin koşulları meydana gelmesine rağmen tükenmenin gerçekleşmemiş sayıldığı istisnalar vurgulanmıştır.
Çalışmanın son bölümünü oluşturan “Paralel İthalat ve Hakkın Tükenmesi” başlıklı üçüncü bölümünde de paralel ithalat kavramının tanımı, şartları ve nedenleri açıklandıktan sonra, hakkın tükenmesi ile paralel ithalat ilişkisi kurulmuş ve tükenmenin coğrafi sınırlarının paralel ithalat üzerindeki etkisi incelenmiştir. Bu bölümde ayrıca, paralel ithalatın yapılmasının veya yasaklanmasının etkileri tartışılmış; birbirleriyle çokça karıştırılan paralel ithalat, gri ticaret ve geri ithalat kavramları arasındaki farklar açıklanmıştır. Bölümde son olarak Yargıtay’ın konuya ilişkin vermiş olduğu kararlar ve bu kararlara ilişkin eleştiriler ve değerlendirmeler yer almıştır.
MARKA KAVRAMI, FONKSİYONLARI, TÜRLERİ VE MARKA HAKKI
Markanın Tanımı veUnsurları 1.1.1.Tanımı
Marka kavramının değişik tanımları olmakla birlikte, 1995 yılına kadar yürürlükte olan 551 sayılı Markalar Kanunda tek bir tanım yer almaktaydı. Anılan kanunun 1 inci maddesine göre, “Marka, sanayide, küçük sanatlarda, tarımda, imal, ihzar, istihsal olunan veya ticarette satışa çıkarılan her tür emtiayı başkalarınınkinden ayırt etmek için bu emtia ve ambalajı üzerine konulan işarettir.”
Bununla birlikte 1995 yılında 551 sayılı Kanunun yerine yürürlüğe giren 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte marka tanımları da genişletilmiştir. Buna göre anılan KHK’nın “Tanımlar” başlıklı 2 nci maddesinde, markanın, ortak markalar ve garanti markaları dahil ticaret ve hizmet markalarını ifade ettiği belirtilmiş olup açık bir tanıma yer verilmemiştir. Diğer taraftan, KHK’nın 4128 sayılı Kanunla değişik 5 inci maddesinde marka tanımlanmış ve marka olarak kullanılabilecek işaretlere yer verilmiştir. Anılan madde hükmüne göre, marka “bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal ve hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dahil, özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayınlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işareti içerir”.
1.1.2.Unsurları
Marka olarak kullanılacak işaretin iki unsuru bulunmalıdır. Birincisi, marka çizimle görüntülenebilmeli veya benzer şekilde ifade edilebilmelidir. İkincisi, ayırt edici
karaktere sahip olmalıdır. Bu şartları taşımakla birlikte marka olabilecek işaretler çok geniş tutulmuştur.
1.1.2.1.Çizimle Görüntülenebilme veya Benzer Şekilde İfade Edilebilme
Çizimle görüntülenebilme ile amaçlanan, tescili sağlamaya yönelik olarak işaretin kâğıt üzerinde gösterilebilmesidir.1 Çizimle görüntülenebilme, hem şekli hem de yazıyı kapsayacak şekilde anlaşılmalıdır. Marka olarak tescil edilen işaretlerin çoğunun sözcükler ve iki boyutlu işaretlerden oluşması, bu unsurun yerine getirilmesine olanak sağlamaktadır. Diğer taraftan değişen rekabet koşulları nedeniyle markanın kapsamında da değişiklikler meydana gelmekte ve yeni marka türleri ortaya çıkmaktadır. Ses, müzik, koku ve üç boyutlu işaretlerin de marka olarak koruma kapsamına alınmak istemesi ile birlikte çizimle görüntülenebilme veya benzer şekilde ifade edilebilme unsurunu yerine getirebilmek için uygulamada yeni yöntemler getirilmiştir. Bu durumda müziğin notalara dökülerek, sesin tanımlanarak, kokunun formülle ifade edilerek tescil edilmesi mümkündür. Üç boyutlu işaretlerin tescili bakımından ise, bu işaretlerin iki boyutlu ayrıntılı çizimlerinin hazırlanması ile çizimle görüntülenebilme koşulu yerine getirilmiş olacaktır.
1.1.2.2.Ayırt Etmeyi Sağlama
KHK’da yer alan marka tanımında da değinildiği üzere marka olarak kullanılacak işaretin, bir işletmenin mal veya hizmetlerini bir başka işletmenin mal veya hizmetlerinden ayırt etme özelliğinin bulunması gerekmektedir. Zira markanın ayırt edici özelliğe sahip olması markanın temel fonksiyonlarını yerine getirmesi açısından da zorunludur. Dolayısıyla, örneğin “saç şampuanı”, “çilek reçeli” gibi sözcük grupları marka olarak kullanılamaz. Nitekim bu kelimelerin mal veya hizmetleri diğerlerinden ayırt edici bir özelliği bulunmamaktadır. Diğer yandan bu husus 556 sayılı KHK’nın “Marka Tescilinde Ret İçin Mutlak Nedenler” başlıklı 7 nci maddesinin (c) fıkrasında da “Ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin yapıldığı zamanı gösteren veya malların ve hizmetlerin diğer karakteristik özelliklerini belirten işaret
1 MICHEALS, Amanda; A Practical Guide to Trade Mark Law, Oxford University Press, 2nd EEd., London-1996, s. 13.
ve adlandırmaları münhasıran veya esas unsur olarak içeren markaların tescil edilemeyeceği” şeklinde vurgulanmıştır.
- Marka tanımında olduğu gibi, literatürde markanın fonksiyonlarını tanımlamada da farklı ayrımlara gidilmiş olmakla birlikte, bu fonksiyonlar temelde dört ana başlık altında toplanabilir.
Ayırt EdicilikFonksiyonu
Markanın en temel unsurlarından birisi olmasının yanı sıra ayırt edicilik markanın fonksiyonlarının da en başında gelir. Markanın marka olabilme özelliğinin belirlenmesine ve marka hakkı ihlaline ilişkin geliştirilen koruma mekanizmalarının büyük bir bölümü markanın ayırt edicilik fonksiyonu üzerine inşa edilmektedir.
Tek bir satıcının faaliyet gösterdiği tekel piyasalar hariç diğer bütün piyasalarda genel olarak birden fazla üretici yer almakta ve birbiri yerine ikame edilebilir ürünler üretilmektedir. Bu tür piyasalarda tüketici tercihlerini etkileyen ve belirleyen birçok farklı faktör olmakla birlikte, bu faktörler arasında en temel ve belirleyici olan markalardır. Markalar geleneksel olarak tüketici tarafından üretici ile ürün arasında bir bağ kurulmasına katkı sağlamanın yanı sıra ürün ile belirli bir kalite seviyesini ilişkilendirerek söz konusu markayı taşıyan malların diğer mal ve hizmetlerden kolayca ayırt edilmesini sağlamaktadır.
Kaynak (Menşe) GöstermeFonksiyonu
Marka mal veya hizmetin kimin tarafından üretildiğini gösterir. Tarihsel süreç içerisinde, markaların gelişimine ve hatta ilk ortaya çıkış amacına bakıldığında da en temel amacın menşe göstermek, üreticiyi işaret etmek olduğu görülecektir.
Üretim olanaklarının ve miktarının çok sınırlı olduğu ve dağıtım kanallarının çok dar olduğu antik dönemden günümüz küresel piyasalarına kadar geçen süreçte, artan nüfus ve tüketimin yanı sıra üretici sayısının ve üretim miktarı ile ürün çeşitlerinde
yaşanan engellenemez artış, markanın kaynak gösterme fonksiyonunun etkisinin zayıflamasına neden olmuştur. Günümüz küresel dünyasında marka sahipleri ile üreticiler aynı kişiler olmayabildikleri gibi ürünün tüketiciye nihai sunumuna kadar geçen süreçte çok sayıda farklı faktör etkili olmaktadır.
Buna rağmen markanın kaynak gösterme fonksiyonunun tamamen önemini yitirdiğini söylemek mümkün değildir. Özellikle, dayanıklı tüketim malları, araba, taşımacılık, sağlık veya turizm gibi malın veya hizmetin kalitesinin marka sahibi ile doğrudan ilgili olduğu sektörlerde kaynak gösterme fonksiyonu hala önemini korumaktadır.
-
Marka, tüketiciye malın veya hizmetin belirli niteliklere ve kaliteye sahip olduğu güvencesini sağlar. Tüketici aynı marka altında piyasaya sunulan mal veya hizmetin daima aynı niteliğe ve kaliteye sahip olacağı inancını ve beklentisini taşır. Garanti fonksiyonu sadece kaliteli ürün anlamına gelmemektedir. Üreticiler aynı marka altında piyasaya sundukları ürünlere göre bazen kalitenin garantisi işlevini görürken, bazen ürün fonksiyonlarının, tasarımının, kullanım kolaylığının, fiyatının, ya da güvenliğinin garantisi olabilmektedir.
Günümüzde tüketici tercihlerini etkileyen en önemli unsurlardan birisi olan markanın garanti fonksiyonunu tam olarak yerine getirebilmesi için o marka altında piyasaya sunulan ürünlerin niteliklerinde, kalitesinde, fiyatında veyahut güvenliğinde bir tutarlılık olması gerekmektedir.
Markanın garanti fonksiyonuna 556 sayılı KHK’da açıkça yer verilmemekle birlikte, marka sahibine bu fonksiyonu koruma imkânı sağlanmıştır. Örneğin, KHK’nın 13/II inci maddesinde, marka sahibine, malın piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişilerce değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı olarak kullanılmasını önleme hakkı tanınmıştır. Markanın garanti fonksiyonu lisans alana karşı da korunmuştur. KHK’nın 21/VIII inci maddesine göre marka sahibi lisans altında
üretilen malın veya sunulan hizmetin kalitesini garanti edecek önlemleri alma hakkına sahiptir.
Reklam veTanıtım
Ticari ve ekonomik yönden markanın bir diğer önemli fonksiyonu da reklamdır. Bir ürünün tüketici tarafından tercih edilmesi aşamasına gelinceye kadar geçmesi gereken birçok aşama mevcuttur. Yatırım fikri, planlanması, ar-ge çalışmaları, pazar araştırmaları, üretimin finansmanı, ürün standartlarının belirlenmesi, ürünün tasarımı, satışı, pazarlanması ve satış sonrası işlemler dahil daha birçok aşama mevcuttur. Bu üzün süreç ve çabanın tek bir hedefi vardır; tüketiciye ulaşabilmek. Mevcut rekabetçi koşullarda tüketici tercihlerine yön verebilmenin en önemli enstrümanı kuşkusuz reklam ve tanıtımdır.
Ayırt edicilik ve kaynak gösterme fonksiyonunun sonucu olarak, marka üretici ve tüketici arasında bir bağ kurulmasına katkı sağlamakta ve firmalar markalarının bilinirliği oranında reklam fonksiyonunu kullanarak bu bağı kuvvetlendirmek istemektedirler. Bu doğrultuda, tüketicinin beğendiği ürünü hatırlaması ve tekrar satın almasını sağlayarak müşteri bağlılığını oluşturmak istemektedirler.
Özellikle markaların bilinirliği arttıkça reklam fonksiyonu daha etkin olarak kullanılabilmektedir. 556 sayılı KHK, markaların reklam fonksiyonuna doğrudan bir atıf yapmamakla birlikte, KHK’nın 8 inci maddesinde, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumlarda, marka sahibine başka sınıflarda yapılmış olan marka tescil başvurularını engelleme hakkı tanıyarak reklam ve tanıtım sonucu kazanılan tanınmışlığı koruma altına almıştır.2
556 sayılı KHK’nın 5 inci maddesine uygun olarak tescil edilen markalar özelliklerine ve kullanım amaçlarına göre farklı gruplar altında toplanmaktadırlar. Bu doğrultuda markaları KHK’nın 2 nci maddesinde sayılan “ticaret markaları, hizmet markaları, ortak marka ve garanti markası” ile “tanınmış markalar” olarak 5 alt gruba ayırmak mümkündür.
- Ticaret markasının tanımı 556 sayılı KHK’nın uygulama şeklini gösterir yönetmeliğin 8 inci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, “ticaret markası”, “Bir işletmenin üretimini ya da ticaretini yaptığı malları, başka işletmelerin mallarından ayırt etmeye yarayan işarettir.”
Tanımdan da anlaşılacağı üzere ticaret markaları, sadece üreticilerin kullanım hakkına sahip olduğu değil başka üreticiler tarafından imal edilen malları kendi markası altında satan firmaların da kullanım hakkına sahip olduğu bir markadır.
- 556 sayılı KHK’nın “Tanımlar” başlıklı 2 nci maddesi “Bu Kanun Hükmünde Kararnamede geçen Marka; ortak markalar ve garanti markaları dahil ticaret markaları veya hizmet markalarını ifade eder” hükmü ile hizmet markalarını telaffuz etmekle birlikte KHK’nın ilerleyen bölümlerinde herhangi bir tanıma yer verilmemiştir.
Bununla birlikte hizmet markalarının tanımına KHK’nın Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmeliğin 4 üncü maddesinde yer verilmiştir. Bu maddeye göre, “hizmet markası, bir işletmenin hizmetlerini, diğer işletmelerin hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan her türlü işarettir.”
Ortak marka üretim, ticaret veya hizmet işletmelerinden oluşan bir grup tarafından kullanılmak üzere oluşturulan ve işletmelerin mal ve hizmetlerini diğer işletmelerin mal ve hizmetlerinden ayırmaya yarayan işaretlerdir.
551 sayılı Markalar Kanununda düzenlenmemiş olmakla birlikte 556 sayılı KHK’nın 55 inci maddesinde ortak markaya yer verilmiştir. Anılan madde hükmüne göre, “Ortak marka, üretim, ticaret veya hizmet işletmelerinden oluşan bir grup tarafından kullanılan işarettir. Ortak marka gruptaki işletmelerin mal veya hizmetlerini diğer işletmelerin mal veya hizmetlerinden ayırt etmeye yarar.”
Ortak markaya ilişkin bir başka tanımlamada KHK’nın Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmelikte yapılmıştır. Anılan Yönetmeliğin 4 üncü maddesinde ”Bir sözleşme çerçevesinde tüzel kişilerin veya tüzel kişilik meydana getirmeksizin bir araya gelen gerçek kişilerin oluşturduğu birliğe dahil işletmelerce üretilen mal ve/veya hizmetleri, diğer işletmelerin mal ve/veya hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan ve bu işletmelerce ayrı ayrı kullanılabilen işareti ifade eder” denilmektedir.
Bir ortak markanın tescili başvurusunda markanın kullanılma usul ve şeklini gösteren bir teknik yönetmelik hazırlanarak Markalar Dairesine sunulması zorunludur. (KHK.
m. 56/1) Ayrıca ortak markalar ticaret ve hizmet markaları gibi devre konu olabildiği gibi lisans anlaşmalarına da konu olabilmektedirler.
- Garanti markaları, 556 sayılı KHK’nın 2 nci maddesinde zikredilmekle birlikte KHK’nın 54 üncü maddesinde tanımlanmıştır. Anılan maddeye göre, “garanti markası, marka sahibinin kontrolü altında birçok işletme tarafından o işletmelerin ortak özelliklerini, üretim usullerini, coğrafi menşelerini ve kalitesini garanti etmeye yarayan işarettir.”
KHK’nın Uygulama Şeklinin Gösterir Yönetmelikte ise garanti markaları biraz daha detaylandırılarak 4 üncü maddede şu şekilde tanımlanmıştır, “garanti markası: Marka sahibinin kontrolü altında, bu markayı kullanmaya yetkili kılınmış birçok işletme tarafından üretilen mal ve/veya hizmetlerin ortak özelliklerini, üretim usullerini, coğrafi kaynaklarını ve kalitesini garanti etmeye yarayan işareti ifade eder.”
Tanımdan da anlaşılacağı üzere ortak markalar mal ve hizmetlerin belirli bir işletmeler grubunca üretildiğini ifade ederken, garanti markaları marka sahibinin kontrolü altında üçüncü kişilerce üretilen mal ve hizmetlerin belirli bir kalite seviyesinde olmasını garanti altına alır.
Garanti markası çoğunlukla ayrı bir ticaret veya hizmet markası ile birlikte ve garanti markasını kullandıran kuruluşun denetim altında kullanılmaktadır. Bu nedenle garanti markasının sahibi olan kişi veya kuruluşlar denetimden de sorumlu oldukları için belirli bir kaliteyi veya niteliği garanti altına alan bu işaretleri kendilerinin veya iştiraklerinin kullanımına izin verilmez. Denetimin şeffaflığını ve tüketiciler açısından güvenli ürüne ulaşmak amacıyla kanun koyucu 556 sayılı KHK’da bu hükme yer vermiştir. Şöyle ki, garanti markalarının tanımının yapıldığı 54 üncü maddenin ikinci fıkrası “Garanti markasının marka sahibinin veya marka sahibine iktisaden bağlı olan bir işletmenin mal veya hizmetlerinde kullanılması yasaktır.” hükmüne amirdir.
Ortak markada olduğu gibi garanti markasında da tescil başvurusu esnasında markanın kullanılma usul ve esaslarını gösterir bir teknik şartnamenin sunulması şarttır. Ayrıca garanti markalarının devrinin mümkün olmasına karşın lisans anlaşmalarına konu olması mümkün değildir.
-
Tanınmış markalara sağlanan korumanın kapsamı diğer markalara göre daha geniş tutulmuştur. Sadece ulusal hukuk düzenlemeleri kapsamında değil uluslararası anlaşmalar çerçevesinde de tanınmış marka korumasına yer verilmiştir. Tanınmış
marka koruması ilk olarak Paris Sözleşmesi’nde yer almıştır. Paris Sözleşmesi’nin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesinde “Birlik üyeleri tescilin talep edildiği ülkenin yetkili makamları tarafından söz konusu ülkede bu anlaşmadan yararlanacağı kabul olunan bir şahsa ait olduğu aynı ya da benzeri ürünlerde kullanıldığı herkesçe bilindiği mütalaa edilen bir markanın karışıklığa meydan verebilecek surette örneğini, taklidini veya tercümesini yapan bir fabrika markasının veya ticaret markasının tescilini gerek ülke mevzuatı müsait olduğu takdirde doğrudan doğruya gerekse ilgilinin isteği üzerine ret veya hükümsüz kılmayı taahhüt eder” ifadesiyle yer bulmuştur.
Paris Sözleşmesi’nin anılan hükmüne göre tanınmışlıktan söz edebilmek için, markanın ürün üzerinde kullanılması gerektiği yani ticaret markası olması gerektiği belirtilmiş olmakla birlikte, 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe giren TRIPs Anlaşması, Paris Sözleşmesi ile sağlanan korumanın alanını genişleterek hizmet markalarının da tanınmışlığından söz edilebileceğine yer vermiştir. Ancak Paris Sözleşmesi’nde olduğu gibi TRIPs anlaşmasında da tanınmış markanın açık bir tanımını yapmaktan kaçınılmıştır.
Ulusal mevzuatımızda da tanınmış markanın tanımı açıkça yapılmamıştır. Yürürlükten kaldırılan 551 sayılı Marka Kanunu ve yerine yürürlüğe giren 556 sayılı KHK’da tanınmış marka tanımına açıkça yer verilmemiştir. Bununla birlikte KHK’nın çeşitli maddelerinde tanınmış marka korumasına ilişkin düzenlemeler mevcuttur.
556 sayılı KHK’nın tanınmış markayı koruma altına alan hükümlerinden ilki Paris Sözleşmesine atıf yapan “Marka Tescilinde Red İçin Mutlak Nedenler” başlıklı 7 nci maddesinde yer almaktadır. Anılan maddenin (i) bendinde yer alan “Sahibi tarafından izin verilmeyen Paris Sözleşmesi’nin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesine göre tanınmış markalar tescil edilemez” ifadesi ile tanınmış markaların üçüncü kişilerce tescil talebinin reddedileceği belirtilmiştir.
Bununla birlikte tanınmış marka korumasının yer aldığı bir diğer hüküm ise, tanınmış markanın farklı mal ve hizmetler için tescilinin önüne geçme amacı taşıyan “Marka Tescilinde Red İçin Nispi Nedenler” başlıklı 8 inci maddesinde yer almaktadır. 8 inci maddenin 4 üncü bendinde “Marka, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir markanın aynı veya benzeri olmakla birlikte, farklı mallar veya hizmetlerde kullanılabilir. Ancak, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumda, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka sahibinin itirazı üzerine, farklı mal veya hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil başvurusu reddedilir” hükmü ile markanın tanınmış olması koşuluyla koruma kapsamı genişletilmiştir.
- Marka HakkınınNiteliği
Marka hakkı, sahibine sağladığı yetkiler bakımından mutlak haklardandır. Markanın sağladığı bu haklar sahibine izni olmadan markanın başkaları tarafından kullanılmasını yasaklama da dahil olmak üzere, inhisarî hak ve yetkiler verir.3
Marka Hakkının Tescil İleKazanılması
556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinde “Bu Kanun Hükmünde Kararname ile sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir” hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla, mutlak haklar arasında sayılan ve sahibine inhisarî hak ve yetkiler veren marka hakkından yararlanılabilmesi için öncelikle markanın tescil edilmesi gerekmektedir.
Marka korumasından faydalanabilmenin tescil şartına bağlanması, tescil başvurusu ve tescilin kurucu bir etkiye sahip olduğu anlamına gelmektedir. Marka tescil başvurusu ile başvuru sahibi öncelik hakkı elde eder ve başvuru kesinleşip tescile bağlandığında marka hakkı kazanılmış olur. Markanın sağladığı hakların üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi için ise 556 sayılı KHK’nın 9 uncu maddesine göre tescilin yayımlanması gerekmektedir. Bu düzenleme tescil sisteminin (tescil ilkesi) bir göstergesidir.
Tescil ilkesinin benimsendiği bir sistemde, marka olarak tescil edilmiş veya başvurusu yapılmış bir işaret, aynı mal ve hizmetler için başkası adına marka olarak tescil ettirilemez. Tescil ilkesinin yorumu olarak Türkiye’de tescil ettirilmemiş bir markanın KHK’nın sağladığı korumadan faydalanması da mümkün olmayacaktır.
Tescil İçin Başvuru Yapma Hakkına SahipOlanlar
Türkiye’de marka tescil başvurusu yapma hakkına sahip olan kişiler 556 sayılı KHK’nın “Korumadan yararlanacak kişiler” başlıklı 3 üncü maddesinde sayılmıştır. Anılan maddenin 1 inci fıkrasına göre, “bu Kanun Hükmünde Kararnamenin öngördüğü koruma; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ikametgâhı olan veya sınaî veya ticari faaliyette bulunan gerçek veya tüzel kişilerce veya Paris Sözleşmesi yahut Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması hükümleri dâhilinde başvuru hakkına sahip kişilerce elde edilir.” Anlaşılacağı üzere marka korumasından faydalanabilecek kişiler belirlenirken vatandaşlık kriteri esas alınmamıştır. Bunun yerine, gerçek kişiler için ikametgâh; tüzel kişiler için ise, idare merkezi ve Türkiye’de sınaî ve ticari faaliyette bulunma kriterleri temel alınmıştır.4
KHK’nın 3 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında, “Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamına girmemekle beraber, Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki kişilere kanunen veya fiilen marka koruması tanımış yabancı devletlerin gerçek veya tüzel kişileri de karşılıklılık ilkesi uyarınca Türkiye'de marka korunmasından aynı şekilde
4 KAYA, Arslan; Marka Hukuku, Arıkan Bas. Yay. Dağ., İstanbul–2006, s.64.
yararlanır” ifadesi yer almaktadır. Uluslararası hukuktan kaynaklanan karşılıklılık ilkesi gereğince anılan maddenin ilk fıkrası hükmüne istisna getirilmiştir. Fakat korumadan yararlanma hakkına sahip olmakla birlikte Türkiye’de ikamet etmeyenlere ilişkin farklı bir düzenleme getirilmiş olup, bu kişilerin TPE nezdindeki işlemlerinin Türkiye’de ikamet eden ve TPE marka vekilleri listesinde kayıtlı bulunan marka vekilleri aracılığıyla yapmaları zorunlu tutulmuştur. Diğer taraftan ikametgâhı Türkiye’de olanlar marka vekili kullanabilecekleri gibi işlemlerini bizzat kendileri de yapabilir.
- Yönetmeliğin 6 ncı maddesinde, “Bu Yönetmeliğin 5 inci maddesi kapsamındaki gerçek veya tüzel kişiler bir markayı tescil ettirmek için Türk Patent Enstitüsü’ne başvuruda bulunur.” hükmü ile başvuru yapılacak yer belirtilmiştir.
TPE, KHK’nın 29 uncu maddesi uyarınca, başvurunun 23 üncü maddede belirtilen şartlara uygunluğunu ve herhangi bir şekli eksikliğin bulunup bulunmadığını inceler, 23 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkrası hükmü uyarınca herhangi bir eksikliğin olmadığına karar verirse, marka tescil başvurusu, başvurunun Enstitüye veya onun yetkili kıldığı makama verildiği tarih, saat ve dakika itibariyle kesinleşir.
Madrid Protokolü kapsamında Türkiye’nin belirlenmiş akit taraf olduğu bir uluslararası başvuru, başvuru tarihinin ilk saat ve dakikasında yapılmış sayılır. Aynı tarihli birden çok uluslararası başvurunun bulunması halinde, uluslararası tescil numarası küçük olan önce yapılmış sayılır (Yönetmelik m. 6/II).
- Marka tescil başvurusu aşamasında yapılan şekli incelemenin tamamlanmasının ardından esasa ilişkin incelemeye geçilir. Bu aşamada markanın kullanılacağı mal ve hizmetler bakımından mutlak ret nedenlerinin var olup olmadığı incelenir.
556 sayılı KHK’nın “Marka tescilinde red için mutlak nedenler” başlıklı 7 nci maddesine göre TPE tarafından resen yapılan incelemenin ardından, başvuru şartları
tam olarak yerine getirilmiş ve reddedilmemiş marka başvuruları Resmi Marka Bülteni’nde yayınlanır (KHK. m.33; Yönetmelik m.16).
Marka başvurusunun yayınından sonra, ilgili kişiler, markanın KHK’nın 7 nci ve “Marka tescilinde red için nispi nedenler” başlıklı 8 inci madde hükümlerine göre tescil edilmemesi gerektiğine ilişkin itirazlar ile KHK’nın 35 inci maddesinde düzenlenen başvurunun kötü niyetle yapıldığına ilişkin itirazlarını süresi içerisinde TPE’ye bildirebilirler.
KHK ve Yönetmelik hükümlerine göre başvurusunu eksiksiz yapmış veya eksiklerini gidermiş ve süresi içerisinde hakkında itiraz yapılmamış veya yapılan itiraz kesin olarak reddedilmiş bir başvuru, tescil edilerek sicile kaydedilir. Başvuru sahibine "Marka Tescil Belgesi" verilir (KHK. m. 39/I).
Sicil kaydında; marka örneği, başvuru tarihi, marka tescil numarası, markanın kullanacağı mallar veya hizmetlerin listesi, mal veya hizmetlerin sınıf veya sınıfları, marka sahibinin ve varsa vekilinin adı, soyadı, uyruğu, tüzel kişilerde ticaret unvanı ve hangi ülkenin kanunlarına göre kurulu olduğu, adresi, tescil tarihi, marka ve marka hakları ile ilgili bütün değişiklikler ve yönetmelikte öngörülen diğer hususlar yer alır(KHK. m. 39/II).
Böylelikle, tescil ile marka aslen iktisap olunur ve o markayı tescil ettiren kişi de markanın sahibi olur.5
Ancak, KHK, markanın aslen iktisap olunması sonucu elde edilen marka hakkının üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesini şarta bağlamıştır. Buna göre, markanın sağladığı hakların üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi için 556 sayılı KHK’nın 9 uncu maddesine göre tescilin yayımlanması gerekmektedir. KHK’nın 39 uncu maddesine göre tescil edilen markalar, iki ayda bir yayımlanan Resmi Marka Gazetesi’nde ilân edilir (Yönetmelik m.14). Resmi Marka Gazetesi’nde yayınlanarak
5 ARKAN, Sabih; Marka Hukuku-I, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara–1997, s. 124; TEKİNALP, 2004, s. 370.
kesinleşen marka tescilinin koruma süresi, başvurunun yapıldığı tarihten itibaren 10 yıldır (KHK. m. 40).
Tescil İle Sağlanan HaklarınKapsamı
KHK ve Yönetmelik hükümlerine uygun olarak Türkiye’de tescil edilen bir markanın sağladığı hakların kapsamı KHK’nın 9 uncu maddesinde belirtilmiştir. Ancak, tescilli marka sahibinin haklarının kapsamını tam olarak belirleyebilmek için KHK’nın “Marka hakkına tecavüz sayılan fiiller” başlıklı 61 inci maddesini de bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir.6
KHK’nın 9 uncu maddesi marka tescilinden doğan hakların münhasıran marka sahibine ait olduğunu vurguladıktan sonra marka sahibinin, aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep etme yetkisine sahip olduğunu içermektedir.
- Markanın tescil kapsamına giren aynı mal ve/veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması.
- Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal ve/veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal ve/veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından, işaret ile tescilli marka arasında ilişkilendirilme ihtimali de dahil, karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması.
- Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsamına giren mal ve/veya hizmetlerle benzer olmayan, ancak Türkiye'de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle tescilli markanın itibarından dolayı haksız bir yarar elde edecek veya tescilli markanın itibarına zarar verecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin kullanılması.
KHK’nın 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasında ise marka sahibinin birinci fıkra hükmü uyarınca yasaklayabileceği eylemler sıralanmıştır. Buna göre;
—İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması,
6 TAYLAN ÇAMLIBEL, Esin; Marka Hakkının Kullanımıyla Paralel İthalatın Engellenmesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara–2001, s. 52.
—İşareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması,
—İşareti taşıyan malın gümrük bölgesine girmesi, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması,
—İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması,
—İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması yasaklanabilir.
KHK’nın 61 inci maddesi ise esasen marka hakkına tecavüz hallerini saymaktadır. Bu doğrultuda marka sahibine, marka hakkına tecavüz olarak nitelendirilen halleri engelleme ve zararını tazmin etme hakkı verilmiştir. Dolayısıyla marka hakkı incelenirken bu hususunda göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
61 inci maddenin ilk fıkrasında hangi fiillerin marka hakkına tecavüz sayılacağı belirtilmiştir. Buna göre;
—Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 9 uncu maddede belirtilen biçimlerde kullanmak,
—Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek,
—Markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği halde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak veya bir başka şekilde ticaret alanına çıkarmak veya bu amaçlar için gümrük bölgesine yerleştirmek, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutmak veya ticari amaçla elde bulundurmak,
—Marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek, marka hakkına tecavüz sayılacaktır.
61 inci maddenin devamında 61/A maddesinde ise tecavüz sonucu uygulanacak cezai müeyyideler belirtilmiş olup, tanımlanan suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının şikâyete bağlı olduğu ve cezaya hükmedilebilmesi için markanın Türkiye’de tescilli olması şartının aranacağı vurgulanmıştır.
KHK’nın 62 nci maddesinde de marka hakkına tecavüz edilen marka sahibinin, mahkemeden talep edebileceği haklar sıralanmıştır. Buna göre, marka sahibinin;
—Marka hakkına tecavüz fiillerinin durdurulması,
—Tecavüzün giderilmesi ve maddi ve manevi zararın tazmini,
—Marka hakkına tecavüz dolayısı ile üretilmesi veya kullanılması cezayı gerektiren eşya ile bu eşyaları üretmeye yarayan araç, cihaz, makine gibi vasıtalara el koyulması talebi,
—El konulan ürünler üzerinde kendisine mülkiyet hakkının tanınması, (Bu durumda, söz konusu ürünlerin değeri, tazminat miktarından düşülür. Bu değer, kabul edilen tazminatı aştığı zaman, marka sahibinin fazlayı karşı tarafa ödemesi gerekir.)
—Marka hakkına tecavüzün devamını önlemek üzere tedbirlerin alınması, özellikle bu madde hükümlerine göre el koyulan ürünlerin ve araçların üzerlerindeki markaların silinmesi veya marka hakkına tecavüzün önlenmesi için kaçınılmaz ise imhası talebi,
—Marka hakkına tecavüz eden kişi aleyhine verilen mahkeme kararının, masrafları tecavüz eden tarafından karşılanarak, ilgililere tebliğ edilmesi ve kamuya yayın yoluyla duyurulmasını, talep etme hakkı vardır.
Tescil İlkesinin İstisnaları
556 sayılı KHK’da yer alan açık hüküm uyarınca marka korumasından faydalanmanın şartı Türkiye’de tescildir. Ancak, tescilsiz bir marka veya işaret kısmi de olsa KHK kapsamında koruma altına alınmaktadır. Tescil ilkesinin istisnasını oluşturan bu sınırlı durumların bir kısmı mutlak ret nedenlerinden, diğerleri ise nispi ret nedenlerinden kaynaklanmaktadır.
Buna göre, tescil ilkesinin istisnalarından ilki KHK’nın 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasından kaynaklanmaktadır. Anılan madde hükmü ile tescilsiz markanın veya işaretin sahibine, markanın tescili için yapılan başvuru tarihinden veya markanın tescili için yapılan başvuruda belirtilen rüçhan tarihinden önce bu işaret için hak elde etmiş olması durumunda, markanın bir başka kişi adına tescili için yapılan başvurunun yayınına itirazda bulunarak bu tescile engel olma hakkı verilmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki tescilsiz marka sahibine tanınan bu hak başka bir kişi adına yapılan marka başvurusunu engelleme ile sınırlı olup, söz konusu marka veya işareti taşıyan malların piyasaya sunulmasına engel olma hakkı vermemektedir. KHK’nın 9 uncu ve 61 inci maddeleri kapsamında korumadan faydalanabilmek için söz konusu markanın tescil edilmiş olması zorunludur.
Tescil ilkesinin istisnalarından bir diğeri ise, 10 yıllık koruma süresi sona eren ve yenilenmeyen markalara ilişkindir. Yenilenmeyen bir marka tescilsiz bir işaret haline gelir. Bir markanın yenilenmeme nedeniyle koruma süresinin dolmasından sonra iki yıl içerisinde aynı veya benzer markanın, aynı veya benzer mal ve hizmetler için yapılan tescil başvurusu itiraz üzerine reddedilir (KHK. m. 8/VII). Bir önceki istisnada olduğu gibi yenilenmemiş markalara tanınan bu hakta sadece yeni başvurunun tescilini engelleme hakkı ile sınırlıdır.
İstisnalardan sonuncusu ise mutlak ret nedenlerinden kaynaklanmaktadır. KHK’nın 7 nci maddesinin (ı) bendinde, “Sahibi tarafından izin verilmeyen Paris Sözleşmesi’nin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesine göre tanınmış markaların” tescil edilemeyeceği belirtilmektedir. Paris Sözleşmesinin anılan hükmünde ise hangi markaların tanınmış marka olarak sayılacağı belirtilmeyerek, tanınmış markaları belirleme yetkisi ilgili ülkenin adli ve idari makamlarına bırakılmıştır.7 Bu doğrultuda, adli makamlar tarafından tanınmış markaların Türkiye’de korunabilmesi için tescil edilmiş olmasının şart olmadığı yönünde kararlar alınmıştır.8 Ancak yabancı bir ülkede kullanılmış olan markanın Paris Sözleşmesi hükümlerinden yararlanan bir
7 ÇOLAK, Uğur; “Paris Sözleşmesi’nin 6bis Maddesi Anlamında Tanınmış Markalar, Bu Tanınmışlığın Nasıl Belirleneceği Sorunu ve WIPO Kriterleri”, FMR, S. 2004/2, Cilt 4, s. 28. 8 TEKİNALP, 2004, s. 385.
kişiye ait olduğunun Türkiye’de biliniyor olması gerekmektedir.9 Bu şekilde, Türkiye’de tescil edilmemiş bir tanınmış markaya sağlanan koruma sınırlı olup, söz konusu markanın başkası adına tescilini önlemek ve eğer bu gerçekleşmişse, terkini sağlayabilmekle sınırlıdır.10
Tescil İle Sağlanan HaklarınSınırları
Marka tescili sahibine markanın kullanımı ve izni dışındaki kullanımları engelleme konusunda mutlak münhasır haklar sağlasa da bu haklar sınırsız haklar olmayıp marka sahibinin bu haklarına bazı koşulların varlığı halinde sınırlama getirilmiştir.11
KHK’nın 12 nci maddesine göre, dürüstçe ve ticari veya sanayi konularıyla ilgili olarak kullanılmaları koşuluyla üçüncü kişilerin, ad ve adresini, mal veya hizmetlerle ilgili cins, kalite, miktar, kullanım amacı, değer, coğrafi kaynak, üretim veya sunuluş zamanı veya diğer niteliklere ilişkin açıklamaları kullanmaları marka sahibi tarafından engellenemez.
Diğer bir sınırlama ise KHK’nın 13 üncü maddesinde düzenlenen marka tescilinden doğan hakların tüketilmesidir. Buna göre, tescilli bir markanın tescil kapsamındaki mal üzerine konularak marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra, mallarla ilgili fiiller marka tescilinden doğan hakkın kapsamı dışında tutulmakla birlikte, piyasaya sürüldükten sonra malın bozulması veya değiştirilmesinin bu kapsamda değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir.12
Markanın Hükümsüzlüğü ve Marka Hakkının Sona 1.4.6.1.MarkanınHükümsüzlüğü
Tescilli bir markanın hükümsüzlüğü 556 sayılı KHK’nın 5 inci kısmının 1 inci bölümünde düzenlenmiştir. 42 nci maddede hükümsüzlük halleri düzenlenmiş olup,
9 ARKAN, 1997, s. 92; TEKİNALP, 2004, s. 388.
10 ASLAN DÜZGÜN, Ülgen; Marka Hakkının Tükenmesi Ve Paralel İthalat, Yetkin Yayınları, Ankara-2010, s. 37.
11 DALKIRAN, Mustafa; Avrupa Topluluğu ve Türk Hukuku Açısından Marka Hukukunda Hakkın Tüketilmesi, Ankara Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2006, s. 19.
12 Hakkın tüketilmesi konusu 2 nci bölümde ayrıntılı olarak incelendiği için bu bölümde ayrıntıya girilmemiştir.
bunların bir kısmının mutlak ve nispi ret nedenlerinden kaynaklandığı diğer kısmının ise tescil aşamasından sonra ortaya çıkan haller ile ilgili olduğu görülmektedir.
Marka başvurusu, KHK’nın 7 ve 8 inci maddelerinde sayılan mutlak ve nispi ret nedenlerinden herhangi birini barındırmasına rağmen tescil edilmiş olabilir. Böyle bir durumda zarar görenlerin talebi üzerine yetkili mahkeme markanın hükümsüzlüğüne karar verebilir.
Tescilli markanın tescil tarihinden itibaren 5 yıl süreyle kesintisiz olarak kullanılmaması; marka sahibinin davranışları nedeniyle markanın mal ve hizmetler için yaygın bir isim haline gelmesi; markanın kullanım biçimi nedeniyle, mal ve hizmetlerin niteliği, kalitesi, üretim yeri veya coğrafi kaynağı konularında halkta yanlış anlama ihtimali yaratması tescil aşamasından sonra markanın hükümsüzlüğüne neden olan gerekçelerdir. Bu gerekçelerin varlığı halinde marka ilgili mahkeme tarafından hükümsüz kılınabilecektir.
1.4.6.2.Marka Hakkının Sona Ermesi
556 sayılı KHK’nın 5 inci kısmının 2 nci bölümünde ise marka hakkının sona ermesi düzenlenmiştir. Anılan bölümde yer alan 45 inci madde hükmüne göre, “Marka hakkı;
—Koruma süresinin dolması ve markanın süresi içinde yenilenmemesi,
—Marka sahibinin marka hakkından vazgeçmesi nedenlerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer.
Marka hakkının sona ermesi, sona erme sebebinin gerçekleşmiş olduğu andan itibaren hüküm ifade eder. Marka hakkının sona ermesi, ilgili bültende yayınlanır.”
Tescil kapsamındaki mal veya hizmetlerin bir bölümü için yenileme yapılamamakla birlikte, mal veya hizmetlerin bir bölümü için marka hakkından vazgeçmek mümkündür.
MARKA HAKKININ TÜKENMESİ
Tükenmenin Tanımı ve Kapsamı
Teknolojinin ilerlemesi ve üretimin artmasına paralel olarak ticaret alanında da birtakım gelişmeler yaşanmıştır. Aynı şehir içinde yapılan ticaretten şehirlerarası ticarete, ülkeler arası ticarete ve nihai olarak kıtalar arası ticarete geçilmiştir. İç pazardaki talep yetersizliği veya diğer ülkelerdeki yüksek kazanç imkânları ticaretin gelişmesinin tetikleyicisi olmuştur. Değişen koşullar altında ülkeler, uluslararası ticaretin önündeki engelleri kaldırmak amacıyla rekabet hukukuna ilişkin düzenlemelerle birlikte fikri ve sınaî mülkiyet hukukunun gereklerini de gözden geçirmektedirler.
Bilindiği üzere fikri mülkiyet hakları sahibine tekel hakkı tanıyan mutlak haklardan biridir. Gelişen ve değişen koşullar altında, bu hakların sınırsız kullanımına bir kısıtlama getirilme ihtiyacı doğmuş ve bunun sonucunda hakkın tükenmesi ilkesi gelişmiştir.
Hakkın tükenmesi kavramı, genel bir anlatımla, fikri mülkiyet hakkı sahibinin, hakka konu ürünler bizzat kendi tarafından veya izni ile bir kez piyasaya sürüldükten sonra bu ürünlerin bundan sonraki ticaretine engel olamamasını ifade eder.13
Marka hakkı açısından tükenme ilkesi değerlendirilirken, neredeyse piyasaya sunulan bütün mallar üzerinde bir marka hakkının bulunduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu nedenle markayı seçip tescil ettirerek korumaya değer bir hak kazanan kişinin, o markayı ticarette kullanması konusunda mutlak ve tekelci bir hakka sahip olmasının sınırlandırılması zaruridir. Böylesine yaygın bir hakkın sahibine markalı malın piyasadaki sonraki dolaşımlarına sınırsız müdahale edebilme hakkı verilmesi, marka hakkı sahiplerinin üretim ve pazarlama tekelleri
13 ABBOTT, Frederick M.; “First Report (Final) to the Committee on International Trade Law of the International Law Association on the Subject of Parallel Importation”, Journal of International Economic Law, Vol. 1, 1998, s. 1780.
oluşturmalarına neden olacaktır.14 Tekelleşmenin önüne geçmenin yanında, malların serbest dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması, tüketici faydasının arttırılması, serbest ticaretin sağlanması gibi daha birçok nedenden ötürü marka hakkının sınırlanması amacıyla tükenme ilkesi ortaya çıkmıştır.
Yukarıda yer alan genel tanımdan da anlaşılacağı üzere, marka hakkı sahibi, malın piyasadaki ilk satışını kontrol edebilmekte; bu ürünü satın alan kişilerin yeniden satışa sunmalarına, reklam ve dağıtım faaliyetlerinde bulunmalarına karşı çıkamamaktadır.15 Ancak, marka hakkı sahibinin marka üzerindeki kullanma ve koruma hakkı, satış sonrasında da devam etmekte, sadece üretilip piyasaya sunulan mallar açısından tükenme ilkesi geçerli olmaktadır. Dolayısıyla markalı ürünün yeniden üretilip piyasaya sunulması bakımından hakkın tükenmesinden söz edebilmek mümkün değildir.
Tükenme ilkesi başlangıçta bir iç hukuk problemi olarak görülürken, daha sonraları fikri ürünlerin üzerine konulduğu malların ihracat ve ithalata konu olması ile birlikte uluslararası boyutta önem kazanmış ve birçok uluslararası anlaşmaya konu olmuştur.16
-
Endüstri devrimi ile gelişen üretim metotları yeni ticaret sahalarına ihtiyaç duyulmasını sağlamış; gelişen ticaretle birlikte de fikri mülkiyet alanında düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu nedenle fikri mülkiyet alanındaki yasal düzenlemelerin başlangıcı 19 uncu yüzyıla kadar gitmektedir. Birçok ülkede, yasal düzenlemeler hazırlanırken marka ve patent sahiplerinin haklarının kapsamı tam olarak belirlenmemiştir. Kesin olarak tanımın yapılmamasından kaynaklanan bu boşluk nedeniyle fikri mülkiyet hakkı sahipleri, korumanın olduğu bölge içerisinde,
14 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s.44; YASAMAN, Hamdi (ALTAY, Sıtkı Anlam/AYOĞLU,
Tolga/YUSUFOĞLU, Fülürya/YÜKSEL, Sinan); Marka Hukuku I, Vedat Yayınevi, İstanbul–2004, s. 539
15 ARKAN, Sabih; “Marka Hakkının Tüketilmesi”, Prof. Dr. Ali BOZER’e Armağan, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara–1998, s. 197.
16 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 45.
kendileri tarafından veya onların izniyle piyasaya sunulan ürünleri kontrol etmek konusunda çok geniş yetkiler ile hareket etmişlerdir.17
Tükenme ilkesi, ticaret ve rekabet kavramları ile fikri mülkiyet hakları arasında bir denge oluşturulması ve bu hakların sınırlarının belirlenmesi amacıyla oluşturulmuştur. Tükenme ilkesinin tarihte karşımıza çıktığı ilk olay 1873 tarihli Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin verdiği “Adams v Burke”18 kararıdır. Söz konusu davada, mahkeme vermiş olduğu karar ile marka hakkı sahibinin, malları Birleşik Devletler sınırları içerisinde piyasaya ilk kez sunarak hakkının karşılığı olan katma değeri zaten elde ettiğini, bu nedenle kendisi tarafından piyasaya sunulan bu malların sınırlar dahilinde dolaşımına engel olamayacağı sonucuna vararak ilk kez Birleşik Devletler Hukukunda tükenme ilkesinden bahsetmiştir.19
Avrupa tarihinde ise bu ilkenin karşılık bulması daha geç bir tarihte, 1902 tarihli Alman İmparatorluk Mahkemesi tarafından görülen “Kölnisch Wasser” davası ile olmuştur.20 Bu davaya ilişkin kararında Alman İmparatorluk Mahkemesi o tarihteki Alman mevzuatında bu yönde bir düzenleme olmamasına rağmen markayı taşıyan malların hak sahibi veya rızası ile üçüncü bir kişi tarafından piyasaya sürülmesi ile birlikte marka hakkının tükenmiş olacağını kabul etmiştir.21 Böylelikle Kıta Avrupası hukuk sistemleri içerisinde ilk kez “tükenme ilkesi” tanımlanmıştır.
Kıta Avrupasında tükenme ilkesinin benimsendiği benzer kararlara hükmedilmiş olup, İsviçre Federal Mahkemesinin 1952 yılında vermiş olduğu “lux” kararı, Avusturya Mahkemelerinin verdiği “agfa” kararı, Hollanda’nın “grundig” kararı ve yine Almanya’da verilmiş olan “maja” kararı bunlara örnek olarak sayılabilir.22
17 YUSUF, Abdulqawi A./MONCAYO VON HASE, Anderés; “Intellectual property protection and international trade-exhaustion of rights revisited”, World Competition Law and Economics Review, 1992/93, Vol. 16, s. 117.
18 Adams v Burke, 84 U.S. (17 Wall) 453,456 (1873).
19 ASLAN, Adem; Türk ve AB Hukukunda Fikri Mülkiyet Haklarının Tükenmesi, Beta Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul–2004, s. 47.
20 PINAR, Hamdi; Marka Hukukunda Hakların Tükenmesi, Kemal Oğuzman’a Armağan, Beta Yayınevi, İstanbul–2000, s. 857–858.
21 ARKAN, 1997, s. 198.
22 ASLAN, 2004, s. 48; Pınar, 2000, s. 859; TROGH, Ramses; The International Exhaustion Of Trade Mark Rights After Silhouette: The End Of Parallel Imports?, University of Lund Master Thesis Lund 2002, s. 17.
Avrupa’da hakkın tükenmesi ilkesi Avrupa Topluluklarını Kuran Anlaşmanın (AT Anlaşması) hayata geçirilmesi ile birlikte önemini arttırmıştır. Avrupa Topluluğu Adalet Divanı, fikri mülkiyet hakları ile ilgili vermiş olduğu kararlarda, AT Anlaşmasının malların serbest dolaşımı ilkesini temel alarak fikri mülkiyet haklarının, Topluluk içerisinde malların serbest dolaşımını ve rekabeti olumsuz etkilememesini öncelikle dikkate almıştır. Adalet Divanı, bu yaklaşımı ile bir üye devlette sahibinin rızasıyla ve yasal olarak piyasaya sunulan malın, mülkiyet haklarına dayanılarak diğer üye ülkelere ithalatının engellenmesinin serbest dolaşım ilkesi ile uyuşmadığı gerekçesiyle Topluluk içi tüketilme ilkesini benimsemiş ve malların marka hakkı sahibinin rızasıyla üye devletlerden herhangi birinde piyasaya sunulması halinde Topluluk içerisindeki tüm devletlerde marka hakkının tükeneceğini kabul etmiştir. Ancak, ilk kez Topluluk dışında piyasaya sunulan mallar için tükenmeden bahsedilemeyeceğini ve bu malların Topluluğa ithalatının mülkiyet haklarına dayanılarak engellenebileceğini vurgulamıştır.23 Adalet Divanının bu konudaki ilk kararları “Grundig v Konsten”24 ile “Deutsche Grammophon v Metro”25 kararlarıdır. Topluluk üyesi ülke mahkemelerinde ve Adalet Divanı kararlarında kabul edilen bu husus Topluluk mevzuatında da yer bulmuştur. 89/104 sayılı “Üye Devletlerin Markalara İlişkin Hukuklarının Uyumlaştırılmasına İlişkin Birinci Konsey Yönergesi”nin 7 nci maddesinin ilk fıkrasında “marka; sahibine, marka sahibinin rızasıyla daha önce Topluluk içinde piyasaya sürülmüş malların kullanımını yasaklama yetkisi vermez” hükmü yer almaktadır.
Ülkemizde ise marka hakkının tükenmesi ilkesi, 551 sayılı Markalar Kanununu yürürlükten kaldıran 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinde yer bulmuştur. "Marka Tescilinden Doğan Hakların Tüketilmesi" başlıklı 13 üncü maddesi, 89/104 sayılı Yönergenin 7 nci maddesinde yer alan hükmün “Topluluk’ta” kelimesi çıkarılıp yerine “Türkiye’de” kelimesi ilave edildikten sonra aynen Türkçeye çevrilmiş halidir. Buna göre, 13 üncü
23 DALKIRAN, 2006, s. 56.
24 Case 58/64, Conste S.a.R.L and Grundig-Verkaufs-GmbH v. Commission [1966] ECR 299.
25 Case 78/70, Deutsche Grammophon GmbH v. Metro-SB-Grossmarkte GmbH & Co KG [1971] ECR 487; [1971] CMLR 631 (ECJ).
maddenin birinci fıkrasında "marka hakkının tükenmesi" aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir:
"Tescilli bir markanın, tescil kapsamındaki mal üzerine konularak, marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra, mallarla ilgili fiiller, marka tescilinden doğan hakkın kapsamı dışında kalır.”
- Tükenme ilkesinin unsurlarını tanımlamadan önce, tükenmeye konu olacak markanın ticaret markası olması zorunluluğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Nitekim hizmet markaları altında tüketiciye sunulan hizmetin, tüketici tarafından satın alındıktan sonra tekrar satılamayacağı, devredilemeyeceği veyahut değiştirilemeyeceği yani hizmet markaları ile ilgili herhangi bir tasarrufta bulunulamayacağından dolayı tükenmeye konu olacak bir hak da kalmamaktadır. Dolayısıyla hizmetler marka hakkı sahibi tarafından piyasaya sunulduktan sonra tükeneceğinden, satışı yapılan hizmetler açısından tükenecek bir hakta söz konusu değildir.
“Marka hakkı sahibinin rızasıyla ürünlerin piyasaya sunulması” hakkın tükenmesi ilkesinin en genel tanımı olarak sayılabilir. Bu genel tanımdan anlaşılacağı üzere marka hakkının tükenebilmesi için “hak sahibinin rızası” ve “piyasaya sunma” şartlarının varlığı gerekmektedir.
Piyasaya SunmaKavramı
Marka hakkı konusu bir ürün üzerindeki hakların tükenmesinden ve hak sahibinin o ürünün ticareti üzerindeki tasarruf yetkisini kaybetmesinden bahsedebilmek için bu hakkın marka sahibince kullanılması gerekmektedir. Bu kullanım ise markayı taşıyan tescil konusu malların hukuka uygun bir şekilde “piyasaya sunulmasıyla” ve malın zilyetliğinin her türlü devri yoluyla bir başkasına geçmesiyle gerçekleşebilir.
Piyasaya sunma kavramı Kıta Avrupası Hukuk Sistemlerinde (özellikle AB mevzuatında) kullanılmakta olup; zaman zaman “ilk satış” veya “dağıtım” ifadeleri birlikte kullanılarak açıklanmaktadır.26 Adalet Divanı, “Deutsche Grammmophon” kararında malların piyasaya sunulması ifadesini kullanmış, anılan kararı takip eden birçok kararda da piyasaya sunulma kavramı ile birlikte malların pazarlanması, malların piyasaya sunulması veya malların dolaşıma sunulması kavramlarını kullanmıştır.27
ABD doktrini ve mahkemeleri ise tükenme ilkesini açıklarken, piyasaya sunma kavramı yerine “ilk satış” ifadesini tercih etmişlerdir.28 İlk satış kavramı ile hakkın tükenmesi kapsamında değerlendirilemeyecek olan fikri eser veya nüshalarının ödünç verilmesi ve kiralanması sonucunda doğabilecek uyuşmazlıkların önüne geçilmiştir.29 Zira bir örnekle açıklamak gerekirse, kütüphaneler tarafından bir kitabın ödünç verilmesi veya CD formatında basılmış filmlerin kiraya verilmesi sonucunda hakkının tükenmesi ve o ürün üzerindeki satış yetkisinin sona ermesi söz konusu değildir.
Markalı malların piyasaya sunulması farklı biçimlerde olabilmektedir. Malların zilyetliğinin her türlü devrinin hukuka uygun şekilde bir başkası tarafından elde edilmiş olması yeterlidir.30 Dolayısıyla markalı malın kiralanması (fikri eser ve nüshaları hariç) veya vitrinde teşhir edilmesi piyasaya sunma anlamına gelecektir.
Diğer taraftan, markalı malların piyasaya sunulması veya ticarete konu edilmesi gerekli olduğundan, markalı malların üretilmesi ve depolanması marka hakkının tükenmesi için yeterli değildir.31 Ayrıca, tükenmeden bahsederken markalı malların mülkiyetinin devri mutlaka gerekli bir şart olmadığı gibi; her mülkiyetin devri de piyasaya sunulmanın gerçekleşmiş sayılması için yeterli olmayabilir. Örneğin,
26 ARIKAN, Ayşe Saadet; Fikri ve Sınai Haklar Açısından Paralel İthalat-AB ve Türkiye-, Ankara Üniversitesi Basılmamış Doktora Tezi, Ankara–2001, s. 34.
27 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 97.
28 VERMA, S.K.; “Exhaustion of Intellectual Property Rights and Free Trade-Article 6 of the TRİP’s Agreement”, IIC Vol.29 No:5, 1998, s. 537.
29 ARIKAN, 2001, s. 34.
30 PINAR, 2000, s. 862.
31 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 97.
markalı malların mülkiyeti teminat olarak devredilmiş ve teminat olarak devredilmeden önceki gibi elde bulundurulmaya devam ediliyorsa, hakkın tükenmesi için gerekli olan piyasaya sunulma şartı gerçekleşmiş olmayacaktır.32
Kıta Avrupası ve ABD doktrinlerinde, piyasaya sunma veya ilk satış gibi farklı farklı ifadeler kullanılmakla birlikte anılan ifadelerin hepsi tükenmenin başladığına işaret etmektedir. Düşüncemize göre, ABD doktrininde kullanılan ilk satış kavramı, fikri eserlerin ödünç ve kiralama hakkının, tükenme kapsamı dışında olmasını izah açısından güçlü ve tutarlı bir yasal dayanak oluşturmakta, fakat markalı ticari malların kiralanması veya vitrinde teşhir edilmesi yoluyla piyasaya sunma şartını kapsam dışında bırakabilme ihtimali taşımaktadır. Tam aksine piyasaya sunma kavramı ise üretilen malların ticarete konu edilmesini (satış, kiralama, trampa, teşhir vb.) kapsayan daha genel bir ifade olup tükenmenin başladığını kesin olarak vurgulamaktadır.
Marka Hakkı SahibininRızası
Hakkın tükenmesinin gerçekleşebilmesi için gereken unsurlardan bir diğer ise malların marka hakkı sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmuş olmasıdır. Hakkın tükenmesine ilişkin yazındaki tüm tanımlarda yer alan bu unsura göre markayı taşıyan orijinal nitelikteki malların mutlaka marka sahibi tarafından piyasaya sunulmasına gerek yoktur. “Hak sahibinin rızası” ile vurgulanmak istenen malın marka sahibi tarafından sunulmasının yanı sıra, aynı işletmeler birliğine bağlı işletmelerden biri tarafından sunulması, lisans, acentelik, tek satıcılık gibi marka sahibi tarafından yetkilendirilen üçüncü kişilerin piyasaya sunumu da hak sahibinin rızasını işaret etmektedir.
Önceki paragrafta değinilen ilk durum, markayı taşıyan orijinal nitelikteki malın hak sahibi tarafından piyasaya sunulmasıdır. Marka hakkının sahibine tanıdığı en önemli ayrıcalık kuşkusuz markalı malı ilk defa piyasaya sürme hakkıdır. Marka sahibi ilk satışını yaptığı bu malları iç veya dış piyasaya sunabilir. Marka sahibi tarafından
32 PINAR, 2000, s. 862.
yapılan bu satışın ardından piyasaya sunulan bu mallar için marka hakkı tükenmiş olacak ve marka sahibi o malların sonraki hukuki tasarruflarına marka hakkına dayanarak engel olamayacaktır.
Markayı taşıyan orijinal nitelikteki malın, marka sahibi ile aralarında hukuki veya ekonomik bir bağ olan kişiler tarafından piyasaya sunulması durumunda da marka hakkı, piyasaya sunulan mallar için tükenmiş olacaktır. Bu bağlamda, marka hakkı sahibi işletme ile piyasaya sunumu gerçekleştiren şirketlerin hukuki veya ekonomik anlamda bağlı işletmeler içerisindeki konumları önemli değildir.33 Tükenmenin gerçekleşebilmesi bakımından ortak bir sevk ve idare altında olmaları önem arz etmektedir.34
Marka hakkı sahibi, markalı malların piyasaya sunulması iznini, hukuki ve ekonomik anlamda kendisinden tamamen bağımsız üçüncü kişilere verebilir. Marka sahibi ile üçüncü kişiler arasında yapılacak lisans, acentelik ve franchising sözleşmeleri ile verilen bu izin, marka sahibinin haklarından vazgeçtiğinin ifadesidir.35 Bu yol ile markalı malların piyasaya sunulması neticesinde, sunulan mallar için marka hakkı tükenmiştir.
Coğrafi Alana Göre Belirlenen TükenmeÇeşitleri
Fikri ve sınaî mülkiyet haklarının tarihsel gelişimine bakıldığında, hakların ortaya çıkışı ve korunması amacıyla oluşturulan mevzuatların ulusal ölçekte olduğu görülmektedir. Fikri ve sınaî mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin olarak ülkesel karakterli bir koruma prensibi belirlendiği için marka, patent, tasarım ya da telif hakkı sahibi, tescil ile elde ettiği hakka ülke sınırları içerisinde sahip olmaktadır. Dünyada fikri ve sınaî hakların ülkesel boyutta kabul edilmesi konusunda bir uzlaşı olmakla birlikte, kazanılan bu hakkın kullanımının sınırları konusunda bir uzlaşı bulunmamaktadır.
33 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 105.
34 YASAMAN, 2004, s. 574.
35 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 109.
Markayı taşıyan orijinal nitelikteki malın, hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulması ile hakkın tükeneceği önceki bölümlerde açıklanmıştır. Bununla birlikte, hakkın tükeneceği coğrafi alanın sınırları açıklanmamıştır. Tanımdan yola çıkarsak markalı malların hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulduğu yer ve piyasaya sunulduğu yerde benimsenen tükenme ilkesi ile coğrafi alanın sınırları belirlenebilmektedir. Ülkeler, fikri ve sınaî hakların kazanılması konusunda ülkesellik ilkesi konusunda uzlaşma sağlamışlardır ancak hakkın tükenmesi ilkesinde ise zaman içerisinde farklı rejimler kabul görmüştür. Diğer bir ifade ile bazı ülkeler hakkın konusu ürünün dünyanın herhangi bir yerinde piyasaya sunulmasıyla birlikte hakkın tükeneceğini kabul ederken, diğer bazı ülkeler ulusal sınırları içerisinde malın piyasaya sunulması ile hakkın tükeneceği, diğerleri ise ait oldukları birlik veya topluluk sınırları içerisinde piyasaya sunulma ile hakkın tükeneceğini kabul etmektedirler.
Tüketilme rejimleri içerisinde hangisinin benimsendiği özellikle paralel ithalat olmak üzere uluslararası ticareti etkileyen önemli unsurlardan birisidir. Bu bağlamda, bugün dünyada geçerli, coğrafi sınırlar açısından üç farklı hakkın tükenmesi rejimi mevcuttur.
-
Fikri mülkiyet hakkı sahiplerine bu haklarına dayanılarak en geniş denetim hakkının sunulduğu tükenme rejimi ülkesel (ulusal) tükenme rejimidir. Ülkesel tükenme rejiminin kabul edildiği ülkelerde, fikri mülkiyet haklarına konu malların hak sahibi tarafından veya onun rızası ile ilk kez piyasaya sunulması ile birlikte, o mallar üzerindeki hak sadece piyasaya sunulan ülke sınırları içerisinde ve piyasaya sunulan mallar için tükenmiş olacaktır. Bu nedenle, hak sahibi, kendi rızasıyla piyasaya sunulan malların, üçüncü kişiler tarafından hukuka uygun şekilde o ülke içerisinde ticaret konu edilmesine veyahut o mallar üzerinde tasarrufta bulunmasına müdahale edemeyecektir.36
36 SOLTYSİŃSKİ, Stanislaw; “International Exhaustion of Intellectual Property Rights under the TRIPs, the EC Law and the Europe Agreements”, GRUR Int. 1996, s. 317.
Ülkesel tükenme rejimi, fikri mülkiyet haklarından çalışmamız konusu marka hakkının ülkeselliği ilkesi ile çok yakından ilişkilidir. Marka hakkının kazanılması için korumanın talep edildiği ülkede tescilinin zorunlu olması ve kazanılan hakkın da tescilin gerçekleştiği ülke sınırları içerisinde koruma sağlaması gibi, marka hakkının tükenmesi de markalı malın ilk defa piyasaya sunulduğu ülke ile sınırlı olarak gerçekleşecektir. Başka bir ifade ile markalı malın bundan sonraki el değiştirmelerine veya yeniden satışına marka sahibi tarafından müdahale imkânı, sadece bu hakkın tükendiği ülke ile sınırlı olarak ortadan kalkmaktadır.37 Dolayısıyla, hak sahibinin rızasıyla ülke sınırları içerisinde piyasaya sunulan malların bir başka ülkeye ihraç edilmesi durumunda, ihraç edilen malların üçüncü kişiler (paralel ithalatçılar) tarafından ilk defa piyasaya sunulduğu ülkeye ithal edilmesine, marka hakkı gerekçesiyle marka hakkı sahibi tarafından engel olunamaz. Paralel ya da tekrar ithalatın konu olduğu böyle bir durumda, menşe ülkeden ithalini yapıp tekrar ihracını yapan ülkede paralel bir marka hakkının bulunup bulunmadığının veya hak varsa bunun tükenip tükenmediğinin önemi bulunmamakta, zira menşe ülkede malların piyasaya ilk sunumuyla bu ülkede ülkesel tükenme gerçekleşmiş olmaktadır. Buna karşılık, hak sahibinin izni ile markalı orijinal nitelikteki malların piyasaya sunulması ilk defa ülke dışarısında yapıldıysa, marka sahibi, bu malların marka hakkına sahip olduğu ülkeye ithaline engel olabilir.
Sınır ötesi ticaretin ve çok uluslu şirketlerin uluslararası ticaretteki kontrolünün artması ile birlikte, üreticiler birden fazla ülkede marka hakkına sahip olmakta ve bu ülkelerin hepsinde markalı mallarının satışını yapmaktadır. Örneğin, ülkesel tükenme rejimlerinin uygulandığı iki ülkede de tescil ile marka hakkını kazanan üreticinin, bir grup malını ilk ülkede, diğer grup malını da ikinci ülkede ilk kez piyasaya sunduğunu varsayarsak; her ülke için hakkın tükenmesi, aynı markalı ürün ve aynı üretici tarafından satılmış olmasına rağmen sadece o ülke sınırları içerisinde piyasaya sunulan ürünler için geçerli olacaktır. Dolayısıyla, marka hakkı sahibi, ilk ülkede satışını yaptığı ürünlerin ikinci ülkeye, ikinci ülkede satışını yaptığı ürünlerin ilk ülkeye, üçüncü kişiler tarafından ithaline, tükenme gerçekleşmediği için engel olabilecektir.
37 STOTHERS, Cristopher; Paralel Trade in Europe-Intellectual Property, Competition and Regulatory Law, Hart Publishing, Oxford–2007, s. 42; ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 48.
Günümüzde ortak tehditler ve faydalar nedeniyle belirli sayıda ülke, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde bir araya gelerek siyasi ve ekonomik bölgeler oluşturmaktadırlar. Bölgesel tükenme rejiminde de bu bölgeye dahil olan herhangi bir ülkede, marka sahibinin rızasıyla markalı orijinal nitelikteki malların ilk defa piyasaya sürülmesiyle, marka hakkı tükenecektir. Dolayısıyla, marka sahibi ilk defa piyasaya sunduğu malların, bölge içerisindeki başka bir ülkede satışına ve dağıtımına engel olamayacaktır. Diğer bir ifadeyle, uluslararası anlaşma ile üyeleri belirlenmiş olan bölgeye dahil tüm ülkelerde marka hakkı tükenmiş olacaktır.
Bölgesel tükenme rejimi tanımından da anlaşılacağı üzere ülkesel tükenme rejiminden çok farklı değildir. Birden çok ülkenin bir anlaşma etrafında bir araya gelerek tek bir ülkeymişçesine hareket etmesi, çok geniş sınırlar içerisinde uygulanan ülkesel tükenme rejimi ile paralellik göstermektedir.
Bu ilke gereğince sahibinin rızasıyla ilk defa bölge sınırları dışında piyasaya sunulan malların, bölge içerisine girişine marka hakkı sahibince engel olunabilmektedir. Ancak, bölge içerisinde ilk defa piyasaya sunulmuş malın bölge dışına ihraç edildikten sonra tekrar bölge içerisindeki herhangi bir ülkeye ithal edilmesi veya bölge içerisinde piyasaya sunulan malın bölge dahilindeki başka bir ülkeye ithal edilmesine marka hakkı sahibi tükenme gerçekleştiği için engel olamayacaktır. Görüldüğü üzere, bölgesel tükenme rejiminin sonuçları bölge sınırları dahilinde ülkesel tükenmeden farklı olmayacaktır.38
Günümüzde bölgesel tükenme rejimi Avrupa Birliği üye ülkelerini de kapsayan Avrupa Ekonomik Alanı (AEA)39 ülkelerinde etkin bir şekilde uygulanmaktadır. AEA ülkeleri mahkeme kararlarında, topluluk kurulmadan önceki dönemlerde ülkesel veya uluslararası tükenme rejimleri benimsenmekle birlikte, daha sonraları
38 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 49.
39 Avrupa Ekonomik Alanı (AEA), 28 AB üyesi ve 3 Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) üyesi (Norveç, İzlanda ve Liechtenstein) olmak üzere toplam 31 Avrupa ülkesinden oluşmaktadır.
Adalet Divanının “Grundig v Konsten”40, “Deutsche Grammophon v Metro”41 ve “Centrafarm v Winthrop”42 davalarında verdiği kararlar ile bölgesel tükenme rejimi uygulanmaya başlanmıştır.
Avrupa’da, yargı içtihatları ile benimsenen bölgesel tükenme rejimi, 21 Aralık 1988 tarihli ve 89/104 sayılı “Üye Devletlerin Markalara İlişkin Hukuklarının Uyumlaştırılmasına İlişkin Birinci Konsey Yönergesi”nin 7 nci maddesinin 1 inci fıkrası ile hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm çerçevesinde, marka hakkı sahibi, kendi rızasıyla topluluk sınırları içerisinde piyasaya sunulan malların sonraki kullanımlarına müdahale edemeyecektir. Yargı içtihatları ve hukuki düzenlemeler ile Avrupa içerisinde malların serbest dolaşımının sağlanması, pazarın bölünmesinin önüne geçilmesi ve üye ülkeler arasından fiyat farklılıklarını ortadan kaldırarak ortak pazar kurulması sağlanmaya çalışılmıştır.
Buna karşılık, Avrupa’daki marka hakkı sahipleri, haklarının ülkesel nitelikli olduğunu savunmuşlardır. Marka hakkının ve tescilin ülkesel niteliği gereği, tükenmenin piyasaya sunumun yapıldığı ülke ile sınırlı kalmasını savunmuşlardır.43 Karşı görüşü savunanlar tarafından ve Adalet Divanı kararlarında ülkesellik ilkesinin, fikri hakların sağladığı korumanın talep edildiği ve bu korumanın koşullarını belirleyen ülkenin hukukunu ifade ettiği açıklanmış, ülkeselliğin bir ülkenin sağladığı haklara ilişkin olduğu vurgulanmıştır.44 Diğer taraftan, Topluluk içerisinde ülkesel tükenme rejiminin kabul edilmesi, AT Anlaşmasının 28 inci ve 30 uncu maddeleri ile hüküm altına alınan ortak pazarın gerçekleştirilmesi için malların serbest dolaşımı amacına aykırılık teşkil edecektir.
Ülkesel ve bölgesel tükenme rejimlerinde üçüncü ülkelerle karşılıklı olarak anlaşmalar yapılarak tükenmenin coğrafi sınırlarını genişletmek mümkün olmaktadır.
40 Case 58/64, Conste S.a.R.L and Grundig-Verkaufs-GmbH v. Commission [1966] ECR 299.
41 Case 78/70, Deutsche Grammophon GmbH v. Metro-SB-Grossmarkte GmbH & Co KG [1971] ECR 487.
42 Case 16/74, Centrafarm v Winthrop, [1974] ECR 1183.
43 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 50.
44 TAYLAN ÇAMLIBEL, 2001, s. 96–97.
Bu sayede, bu ülkeler arasında yapılacak ticaretin marka hakkı veya başka bir fikri mülkiyet hakkına dayanılarak sınırlandırılmasının önüne geçilmiş olacaktır.
-
Son yıllarda yaşanan teknolojik gelişmeler sayesinde ulusal pazarlardan çok uluslararası pazarların önem kazanması ve Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) artan etkinliği sayesinde uluslararası ticaretin önündeki tarifeler ve tarife dışı engellerin ortadan kaldırılarak küresel ticaretin arttırılması hedeflenmektedir. Malların sınırsız serbest dolaşımını amaçlayan bu girişimler ile ulusal veya bölgesel rekabetten küresel rekabet ortamına geçilmesi ve bu sayede malların fiyat farklılıklarının azaltılarak tüketici faydasının arttırılması hedeflenmektedir.
Uluslararası alanda malların ve hizmetlerin serbestçe ticarete konu olması ve var olan engellerin kaldırılmasının hedeflendiği bir dünyada fikri mülkiyet hakları bakımından uluslararası tükenme rejiminin benimsenmesi gerekmektedir. Uluslararası tükenme rejiminin uygulandığı bir ülkede, markayı taşıyan orijinal nitelikli malların dünyanın herhangi bir yerinde sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmasıyla tükenme gerçekleşmiş kabul edilmektedir. Dolayısıyla, hak sahibinin rızasıyla diğer ülkelerde piyasaya sunulan malların, uluslararası tükenme rejiminin kabul edildiği ülkeye ithal edilmesi hiçbir şekilde engellenemez. Böylelikle, hak sahibinin ithalatı engelleme imkânı ortadan kalkmakta ve böylece fiyat farklılıklarının azaltılması mümkün olacaktır.
Uluslararası tükenme rejiminin tüm dünyada kabul edilmesi, fikri ve sınaî haklar bakımından sınır kavramının ortadan kalkması ve tüm dünyanın tek bir pazar olarak adlandırılabileceği bir sisteme neden olacaktır. Böylelikle hak sahipleri mallarının ilk piyasaya sunumu ile birlikte, farklı ülkelerde uyguladıkları farklı fiyat politikası avantajlarını kaybedecek, sadece arz miktarını belirleme avantajına sahip olacaklardır.
Hakkın Özgül Konusu (HakkınÖzü)
Hakkın özgül konusu, sınaî mülkiyet haklarının sınırlarının belirlenmesi ve hak sahiplerine tanınan korumanın kapsamını belirlemek amacıyla Kıta Avrupasında ortaya çıkan bir kavramdır. AT Anlaşması ile birlikte malların serbest dolaşımının önündeki engelleri kaldırılması hedeflenmiş, ancak istisnai bazı hükümler getirilmiştir. 30 uncu maddede sınaî mülkiyet haklarının korunması amacıyla serbest dolaşımın engellenebileceği belirtilmiştir.
Anlaşma korumanın kapsamının ve sınırlarının ne olacağını belirtmemekle birlikte, bu husus Adalet Divanı kararlarında belirlenmiştir. Divan getirdiği yorumlarla, sınaî mülkiyet haklarında, korumanın yasal zeminini oluşturabilmek ve sınırlarını tespit edebilmek amacıyla “özgül konu” kavramını geliştirmiştir.
Divan, sınaî mülkiyet haklarından patentin özgül konusunu ilk defa tanımladığı Centrafarm v. Sterling45 davasında kavramı şu şekilde açıklamıştır.
“ …patent sahibine, yaratıcı çabayı ödüllendirmek için garanti vermektir. Bu yolla patent sahibine, ortaya çıkardığı sınaî ürünlerin bizzat kendisi tarafından veya vereceği lisans ile üçüncü kişiler tarafından ilk kez piyasaya çıkarılması ve ihlallere karşı itiraz edebilme hakkı konusunda garanti verilir.”
Divanın markaların özgül konusuna ise ilk defa Deutsche Grammophon v Metro46 kararında atıf yapmaktadır. Anılan kararda 30 uncu maddede yer alan istisnaya açıklık getirilmiştir. Buna göre;
“Anlaşmanın 30 uncu maddesi uyarınca Topluluğun bir üye ülke yasalarında tanınan sınaî ve ticari mülkiyet haklarının varlığına saygılı olduğu açıkça anlaşılsa bile yine de varlığı tanınan hakkın kullanımı Anlaşmadaki
45 Case 15/74, Centrafarm v. Sterling Drug [1974] ECR 1147.
46 Case 78/70, Deutsche Grammophon GmbH v. Metro-SB-Grossmarkte GmbH & Co KG [1971] ECR 487.
sınırlamalara tabidir. Sınaî ve ticari mülkiyet haklarına dayanarak malların serbest dolaşımının önlenmesi istisnası da ancak fikri mülkiyet hakkının özünü korumak için kullanılması halinde meşru sayılır.” şeklinde açıklanmıştır.
Divanın hakkın özgül konusu kavramını kullandığı ilk davalardan bir diğeri de Centrafarm v. Sterling davası ile bağlantılı olan Centrafarm v. Winthrop47 davasıdır. Olayda, hem Birleşik Krallıkta, hem de Hollanda da “negram” markası altında pazarlanmakta olan ilaçlar, Centrafarm firması tarafından Birleşik Krallıktan satın alındıktan sonra Hollanda’ya ithal edilmektedir. İlaçların üreticisi olan Sterling firmasının Hollanda’daki yardımcı şirketi ve “negram” markasının Hollanda’da ki sahibi olan Winthrop şirketi ise marka hakkına dayanarak “negram” markalı ilaçların Hollanda’ya ithalatını engellemek istemektedir.
Divan hakkın tükenmesi doktrinine de atıfta bulunarak markanın özgül konusunu şu şekilde açıklamaktadır:
“Topluluğun benimsediği temel prensiplerden olan malların serbest dolaşımı ilkesinin istisnalarından biri, 30 uncu maddedeki fikri ve sınaî haklara ilişkin muafiyet kuralıdır. Bu muafiyetten yararlanabilmek için fikri ve sınaî mülkiyet hakkının özünün korunması gerekmektedir. Marka hakkının özü ise, markanın kullanılması ve o marka ile korunan ürünlerin ilk defa piyasaya sunulması konusunda marka sahibinin münhasır bir hakka sahip olduğunu garanti eder. Bu sayede, hak sahibinin, markalı malları izinsiz bir şekilde ticarete konu ederek markanın imajından ve şöhretinden faydalanmak isteyen rakiplerine karşı koruması sağlanır.”
Divanın aldığı kararlar ışığında, marka hakkının özgül konusu, o marka ile ürünlerin ilk defa marka hakkı sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmasını kapsamaktadır. Centrafarm v. Winthrop davasında da, Divan, “negram” markalı ilaçların Birleşik Krallık’ta ve Hollanda’da marka hakkı sahibi tarafından ilk defa piyasaya sunularak
47 Case 16/74, Centrafarm v. Winthrop [1974] ECR 1183.
marka hakkının tükendiğini ve Winthrop şirketinin markadan doğan haklarını kullanarak ilaçların Hollanda’ya ithaline engel olamayacağına hükmetmiştir. Winthrop’un markadan doğan haklarının bu şekilde kullanımı hakkın özgül konusu dışında kalacak olup, AT Anlaşmasının üye devletlerarası ticarette kısıtlamaların kaldırılmasını düzenleyen 28 inci ve bu maddenin istisnalarını düzenleyen 30 uncu maddelerine de aykırı olacaktır.
Hakkın AsliFonksiyonu
Hakkın özgül konusu kavramı ile marka hakkı sahibine, markalı malları ilk defa piyasaya sunma garantisi tanınmış olup, tükenme gerçekleşmiş olsa bile, hak sahibinin yok olmayacak temel hakkı açıklanmıştır. Tükenmenin gerçekleşmiş olması halinde bile hak sahibine temel bir hak tanınırken, malın nihai tüketicileri içinde hakkın asli fonksiyonu kavramı geliştirilmiştir.
Özgül konu ile hakkın özünün sınırları belirlenirken, markanın temel fonksiyonları da göz önünde bulundurulmalıdır. Divan, bu temel fonksiyonu Hoffman-La Roche v. Centrafarm48 davasında aşağıdaki şekilde açıklamaktadır:
“markalı ürünleri, hiçbir karışıklığa meydan vermeden farklı kaynaklardan gelmekte olan ürünlerden ayırt etme imkânı vererek, tüketici ve son kullanıcıya markalı ürünün kaynağını garanti etmektir.”
Divanın hakkın özgül konusu ve asli fonksiyonu kavramlarına yer verdiği kararlarından yola çıkarak, hakkın özgül konusu marka sahibine markasının piyasada haksız bir şekilde kullanılmasını önleme yetkisi verirken, markanın asli fonksiyonu tüketici ve son kullanıcılara markanın kaynağının aynı olduğu ve dolayısıyla aynı kalite standartlarına sahip olduğu konusunda garanti vermektedir. Dolayısıyla, hakkın özgül konusunun üreticiyi korumaya yönelik bir ilke olduğu, asli
48 Case 102/77, Hoffman-La Roche v. Centrafarm [1978] ECR 1139.
fonksiyonunun da tüketiciyi korumaya yönelik bir ilke olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Divanın hakkın özgül konusunu ve asli fonksiyonunu tanımlayarak tükenmeyi bu kavramlar ile ilişkilendirmesi, hakkın tükenmesinin tespitinde marka sahibi tarafından hakkın özgül konusunun kullanılıp kullanılmadığının ve hakkın asli fonksiyonunun yerine getirilip getirilmediğinin belirleyici unsur olarak kabul edildiğini işaret etmektedir.
-
Marka, fonksiyonları bakımından çok geniş kitlelere hitap edebilen bir kavramdır. Markalı malın sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmasından sonra, bu kadar geniş kullanım alanına sahip olan marka üzerindeki hakkın tükenmesi, markanın kaynak gösterme ve garanti fonksiyonları göz önünde bulundurulduğunda tüketicilerin aldatılması için denetimsiz bir ortam sunmaktadır.
Markanın kaynak gösterme ve garanti fonksiyonları tüketici tercihlerini etkileyen en temel etkenlerdendir. Tüketiciler, bir marka altında satılan malların her biriminin aynı kaynakta üretildiği, aynı menşe (orijine) sahip olduğu ve aynı kalitede olduğu konusunda garanti talep etmektedirler. Garanti fonksiyonu ile marka, aynı markalı malların ve hizmetlerin kalite seviyesinin eşit olduğunu ifade ederek tüketicilerin bu taleplerini karşılar. Bir başka ifade ile garanti fonksiyonu, markalı malların kalite seviyesinin ve orijinal niteliğinin, tüketiciye ulaşana kadar geçirdiği yolculukta değişmemiş olduğunu garanti eder.49 Bununla tüketiciye, aynı markalı malların aynı beklentilerini karşılayacağının garantisi verilir.50
Kaynak gösterme ve garanti fonksiyonlarının tüketici tercihleri üzerindeki bu büyük etkisi, üreticilerin karşılaşacakları talep miktarını doğrudan etkileyecektir. Bu anlamda üreticiler, markalı malların kalitesini aynı standartta tutmayı isterler. Bu
49 ARKAN, 1998, s. 206.
50 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 123.
nedenle, piyasaya sunulmuş mallar açısından anılan fonksiyonlara zarar verebilecek davranışların ortaya çıkması durumunda hakkın tükenmesi ilkesinin dikkate alınıp alınmayacağı önem arz etmektedir.
Üreticinin ve markanın imajına zarar verecek, tüketicilerin aldanmasına sebep olabilecek bu tür eylemlerin varlığı durumunda, daha önceden tükenen marka hakkı tekrar öne sürülebilecek midir? Bu nedenle marka hakkının tükenmesine bazı istisnalar getirilmiştir.
Markasız Orijinal Nitelikteki Malların Üçüncü Kişiler Tarafından MarkalanarakSatılması
Marka, garanti fonksiyonu ile aynı marka altında satılan bütün malların belirli bir kaliteyi taşıdığını tüketicilere vaat eder. Bu vaatlerin üretim aşamasında karşılanabilmesi ise her zaman mümkün olamayabilmektedir. Özellikle tüketiciler açısından marka bağlılığının yüksek olduğu parfüm, zeytinyağı, şarap gibi ürünlerde üretim safhalarında yaşanabilecek bazı aksaklıklar nihai ürünün daha önceki standartlardan düşük olmasına neden olabilmektedir. Bu gibi durumlarda üreticiler, tüketici nezdinde marka imajına zarar vermemek amacıyla, bu ürünleri daha düşük fiyatlardan markasız olarak piyasaya sunmaktadırlar. Bazı kaynaklarda ve Adalet Divanının bu konuda verdiği kararlarda, piyasaya sunulan markasız ürünlerin üçüncü kişiler tarafından satın alındıktan sonra üreticinin markası veya benzerinin ürün üzerine yerleştirilmiş hali ile tekrar satışının tükenme ilkesinin istisnasını oluşturduğu vurgulanmaktadır.51
Ancak, marka hakkının tükenebilmesi için markayı taşıyan orijinal ürünlerin hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulması gerekmektedir. Dolayısıyla piyasaya sunulan ürünlerin markasız ürünler olması nedeniyle hakkın tükenmesinden bahsetmek de anlamsız olacaktır. Bu ürünlerin üçüncü kişiler tarafından markalanarak ticarete konu olmasını engelleme bakımından marka hakkı sahibinin, tükenmenin istisnalarından faydalanmak yerine, doğrudan marka tescilinden doğan haklarının devam ettiğini
51 BEIER, Friedrich-Karl; “The Doctrine of Exhaustion in EEC Trademark Law-Scope and Limits”, IIC 1979 Vol. 01, s. 27.
vurgulamak gerekmektedir. Böyle bir durumda, marka hakkı sahibinin, 556 sayılı KHK’nın 9/I(a) bendi uyarınca “Markanın tescil kapsamına giren aynı mal ve/veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması” ve 9/II(a) bendi uyarınca “İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulmasını” önleme ve yasaklanmasını talep etme hakkı devam etmektedir.
Markalı Malın Değiştirilmesi veKötüleştirilmesi
556 sayılı KHK’nın “Marka tescilinden doğan hakların tüketilmesi” başlıklı 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde kaleme alınmıştır:
“Tescilli bir markanın tescil kapsamındaki mal üzerine konularak marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra, mallarla ilgili fiiller marka tescilinden doğan hakkın kapsamı dışında kalır.
Marka sahibinin, birinci fıkra hükmüne girmesine rağmen, malın piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişiler tarafından değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı kullanmalarını önleme yetkisi vardır.”
Daha önce de açıklandığı üzere 13 üncü maddenin birinci fıkrası hakkın tükenmesi ilkesini açıklamaktadır. İkinci fıkrada ise hangi durumlarda hakkın tükenmesi ilkesinin istisnasının oluşacağı vurgulanmıştır. İkinci fıkrada belirtilen, malın değiştirilerek veya kötüleştirilerek yeniden ticarete konu edilmesi, ürün marka sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmuş dolayısıyla marka hakkı tükenmiş olsa bile hak sahibi tarafından engellenebilecektir. Marka hakkına tecavüz olarak sayılan bu eylemlerin varlığı halinde, marka hakkı sahibi 556 sayılı KHK’nın 9 uncu ve 61 inci maddeleri uyarınca sahip olduğu hakları kullanabilecektir.
Tükenmenin istisnasını oluşturan bu durumda açıklığa kavuşturulması gereken husus değiştirme veya kötüleştirmenin boyutları ve hangi eylemlerin bu kapsamda değerlendirileceğidir. Markalı bir malın kalitesinin düşürülmesi, üretici tarafından garanti edilen kalite seviyesinden daha aşağılarda tekrar piyasaya sunulması veya
gramajının azaltılması gibi eylemler kötüleştirme olarak kabul edilebilecektir. Asıl açıklanması gereken kavram markalı malın değiştirilmesidir. Malların piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişiler tarafından maldan bir parçanın çıkarılması, onarılması veya yeni bir parçanın eklenmesi değiştirme olarak kabul edilecektir. Bir başka ifadeyle, malın özgün niteliğinin değiştirilmesi, bu değişiklik malın kalitesini arttırsa bile KHK kapsamında değiştirilme olarak kabul edilecektir. Nitekim üçüncü kişiler tarafından yapılan değişikliklerin malın kalitesini arttırması, marka hakkı sahibi tarafından sunulan ürünlerde de aynı niteliklerin aranmasına ve tüketicilerde bu yönde bir beklenti oluşmasına neden olacaktır. Ürün üzerinde üçüncü kişiler tarafından yapılacak değişiklikler veya onarımların, ürün üzerinde kayda değer bir fark yaratmaması ve ürünün özgün niteliğini değiştirmemesi durumunda istisna gerçekleşmeyecek ve marka hakkı tükenecektir.52
Malın değiştirilmesi ile ilgili bir diğer husus da, üzerinde değişiklik yapılan ürünlerin ticarete konu edilmesidir. Bu ürünler ancak tekrar ticaret konu edilirse, marka hakkı sahibi ürün üzerindeki marka hakkının tükenmediğini iddia edebilecektir. Aksi halde, malları satın alan üçüncü kişilerin, kişisel kullanım amacıyla istedikleri değişiklikleri yapmasına, marka hakkı sahibi ürün üzerindeki marka hakkına dayanarak müdahale edemeyecektir.
Piyasaya sunulan malın değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticarete konu edilmesinin tükenme ilkesinin istisnasını oluşturması, 556 sayılı KHK’nın 13 üncü maddesinin dayanak noktasını oluşturan 89/104 sayılı Topluluk Yönergesinin 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında hüküm altına alınmıştır. Anılan maddenin ikinci fıkrası 556 sayılı KHK ile paralel bir düzenleme içermekle birlikte, değiştirme veya kötüleştirme gibi haklı nedenlerin varlığı halinde marka hakkı sahibi tarafından bu malların ticarete konu edilmesinin engellenebileceğini vurgulamaktadır. Bu anlamda Yönerge, tüketicilerin malların serbest dolaşımının sağlanmasındaki menfaatleri ile marka hakkı sahiplerinin markaya bağlı olan ticari itibarları üzerindeki menfaatleri arasında dengenin kurulmasını sağlamayı amaçlamıştır.
52 ARKAN, 1998, s. 206.
Markalı Malın ReklamlardaKullanılması
556 sayılı KHK’nın “Marka tescilinden doğan hakların kapsamı” başlıklı 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendinde, marka hakkı sahibinin, markasının izinsiz şekilde bir teşebbüsün iş evrakı veya reklamlarında kullanılmasını engelleme hakkı olduğu hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla, sahibinin rızasıyla piyasaya sunulan ve tükenmenin gerçekleştiği mallar açısından, 9/II(d) bendi ile sağlanan hakkın da tükeneceği sonucuna ulaşılabilecektir. Diğer taraftan, markanın üçüncü kişiler tarafından reklam amacıyla kullanılması 13/II maddesi ile tükenme ilkesine getirilen istisnalar kapsamında değerlendirilebilecektir.
Ancak, tükenme ilkesine getirilen istisnaların, marka hakkı sahibine, markasının üçüncü kişiler tarafından reklamlarda kullanılmasını engelleme hakkını kapsayabilmesi için bazı koşulların oluşması gerekmektedir.
Adalet Divanı, Parfums Christian Dior v. Evora53 kararında bu koşulları belirlemiştir. Söz konusu davada, davacı Christian Dior, kendi dağıtım zincirlerine dahil olmayan Evora şirketinin piyasadan satın aldığı Dior markalı parfümleri sattığını ve Dior markasını kendi broşürlerinde kullandığını tespit etmiş, Dior markalarının lüks ve prestijli ürünler olduğunu ve bu broşürlerin markanın lüks ve prestijli imajına hiç benzemediğini ve zarar verdiğini öne sürerek bu durumun engellenmesini talep etmiştir.
Divan, marka sahibinin rızasıyla piyasaya sunulan malları hukuka uygun olarak elde eden kişilerin bu malların yeniden satışı veya dağıtımı konusunda istediği şekilde davranabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca, markanın tüketicileri haberdar etmek üzere broşür, reklam vb. araçlarda kullanılmasının da hak sahibi tarafından engellenemeyeceğini belirterek marka hakkının tükenmiş olduğunu vurgulamıştır.
Diğer taraftan, anılan kararda, gösterilebilecek hukuki nedenlere dayanmak şartıyla bu kuralın bir istisnasının olduğu da ayrıca vurgulanmıştır. 89/104 sayılı Yönergenin
53 Case 337/95, Parfums Christian Dior v Evora [1997] ECR I-6013.
7 nci maddesinin ikinci fıkrasına atıf yapılan kararda, malların piyasaya sunulduktan sonra değiştirmesi veya kötüleştirilmesinden bahisle reklamda kullanılan markalı ürünlerin, somut olayda markanın lüks ve prestij sembolü olan imajına ciddi şekilde zarar verdiğinin açık olmasının tükenmenin istisnasını oluşturacağı belirtilmiştir.
Bu doğrultuda, hak sahibinin, markanın üçüncü kişiler tarafından reklamlara konu edilmesini engelleyebilmesi için, bu reklamların markanın imajına yani marka sahibinin yoğun emek ve sermaye harcayarak oluşturduğu markasının reklam fonksiyonuna açıkça zarar verdiğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
Reklam fonksiyonu ile marka sahibi kendisi ile markalı mallar arasındaki ilişkiyi tüketiciye yansıtmak isterken, diğer taraftan da tüketiciye, markalı malların belirli bir nitelik garantisi olduğunu anlatmak istemektedir. Bu nedenle, üçüncü kişilerin markayı reklamlarda, el ilanlarında veya broşürlerde kullanmasının, markanın kaynak gösterme ve garanti fonksiyonu gibi asli fonksiyonlarına zarar verip vermediğinin de tartışılması gerekmektedir.
Markalı Malın YenidenPaketlenmesi
Ürünlerin piyasaya sunulmasının ardından hukuki yollarla bunları satın alan üçüncü kişiler bu ürünleri tekrar ticarete konu edebilirler. Böylece, marka sahibinin dağıtım organizasyonu dışında kalan ithalatçılar, ülkelerdeki fiyat farklılıklarından faydalanarak karlarını arttırabilirler. Ayrıca belirli koşulların varlığı altında bu markaları reklamlarında veya ürünün sergilenmesinde kullanabilir, ürünün paketini veya sunum şeklini bile değiştirebilir. Ancak, ürünün yeniden paketlenmesi üçüncü kişilere çeşitli avantajlar sağlarken maliyetleri arttırıcı etki yapacağı açıktır.
Marka mal ve ambalajı ile birlikte tescil edilebilir ve korumanın kapsamı da bir bütün olarak ürün ve ambalajı da kapsayacaktır. Bu şekilde bir tescil yapılmamış olsa bile marka sahibi tarafından marka ile onun ambalajı-paketi arasında oluşturulan bağlantının bütünlüğüne marka hakkı sahibinin izni olmadan yapılan müdahaleler
kural olarak marka hakkına tecavüz sayılacaktır.54 Zira bu müdahaleler, 556 sayılı KHK’nın 9/II (a) maddesi uyarınca marka hakkı sahibince yasaklanabilir.
Marka hakkı sahiplerine bu tarz müdahaleleri yasaklama hakkı tanınmış olmasına ve yeniden paketlemenin de maliyetleri arttırıcı etkisine rağmen üçüncü kişiler tarafından bu yola başvurulması, malların paketlerinde ve ambalajlarında ithal edilecek ülke mevzuatına uygun değişikliklerin yapılması zorunluluğundan kaynaklanabilmektedir.
Avrupa Ekonomik Alanı içerisinde, aynı ürünün, farklı üye devletlerde farklı fiyatlarla satılması ve ülkelerin ithalat rejimleri uyarınca farklı ambalaj tiplerinin belirlenmesi nedeniyle yeniden paketlemenin hangi kapsamda ve hangi şartlarda yapılabileceği Adalet Divanın farklı olaylardaki yorumları ile açıklığa kavuşmuştur.
Divanın konu ile ilgili en eski kararlarından biriside Hoffman-La Roche v. Centrafarm55 davasıdır. Söz konusu olayda, Almanya ve Britanya’da satışı yapılan sakinleştirici ilaç, “valium” markası altında ve üretim lisansı ile Roche-Almanya ve Roche-Britanya tarafından üretilmektedir. Her iki şirkette “valium” ve “roche” markalarını kullanma hakkına sahiptirler. Roche-Almanya ilaçları bireysel ve hastane kullanımı için ayrı ayrı paketlemiş, bireysel kullanım için 20 ve 50’lik paketler hazırlarken, hastane kullanımı için 100 ve 250’lik paketler hazırlamıştır. Roche- Britanya ise böyle bir ayrım yapmadan 100 ve 500’lük paketler hazırlayarak, Almanya’daki fiyatlardan daha düşük bir fiyata piyasaya sunmuştur. Hollandalı Centrafarm firması ise Britanya’dan satın aldığı “valium” ilaçlarını, Hollanda’da kendi tesislerinde Almanya’daki bireysel kullanım için olan paketlere uygun bir şekilde yeniden paketleyerek Almanya’da pazarlamaya başlamıştır. Centrafarm tarafından yeniden yapılan paketleme, Almanya’da bireysel kullanım için satılan orijinal ambalajdan farklı olmakla birlikte, yeni ambalajın üzerinde “valium” ve “roche” markaları ile ürünün Centrafarm tarafından pazarlandığına ve iletişim bilgilerine ilişkin ifadelerde eklenmiştir. Ayrıca, yeni paketlerde orijinal prospektüse
54 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 131; ARKAN, 1997, s. 207; BEIER, 1979, s. 25.
55 Case 102/77, Hoffman-La Roche & Co. AG v. Centrafarm Vertriebsgesellschaft Pharmazeutiscker Erzeugnisse mbH, [1978] ECR, 1139.
benzer Almanca bir prospektüs yer almakta ve bu prospektüsün üzerinde de ilaçların Centrafarm tarafından pazarlandığı yeniden belirtilmektedir. Roche-Almanya, Almanya’da adına tescilli bulunan “valium” ve “roche” markalarının yeniden paketlemesi yapılan ürünler üzerine bizzat kendisi tarafından veya rızası ile konulmadığını, bu sebeple marka üzerindeki haklarının tükenmediğini iddia ederek Centrafarm’ın bu faaliyetinin önlenmesi amacıyla konuyu yargıya taşımıştır.
Adalet Divanı, Roche-Almanya’nın bu iddiasını yerinde bulmamıştır. Divan, “valium” markalı ürünlerin, Britanya’da marka hakkına sahip Roche-Britanya tarafından piyasaya sunulmasıyla, marka hakkının tükendiğine hükmetmiştir. Roche- Almanya’nın marka hakkını dayanak göstererek ilaçların Almanya’ya ithalatını engellemeye çalışmasının, markanın özgül konusunu aşacağına ve AT Anlaşmasının 28 ve 30 uncu maddelerine aykırı olacağına karar vermiştir.
Divan kararında markanın özgül konusu ve asli fonksiyonlarının korunması gereğine vurgu yapmış, yeniden paketleme ve yeniden markalamanın markanın özgül konusuna ve asli fonksiyonuna zarar verme ihtimali halinde marka sahibinin bu eylemleri engelleme hakkı olduğunu belirtmiştir. Ancak, marka sahibinin bu hakkını kullanmasının 30 uncu madde anlamında üye ülkeler arasında ticarette örtülü sınırlamalar anlamına gelip gelmeyeceğinin değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu doğrultuda, aynı ürünün farklı üye ülkelerde farklı fiyatlar, paketler veya markalar altında piyasaya sunulması ve bu yolla markaların ayrıştırılması suretiyle marka haklarına dayanarak malların serbest dolaşımının engellenmesini örtülü sınırlamalara örnek olarak göstermiştir. Divan, aşağıdaki koşulların gerçekleşmesine rağmen, marka hakkına dayanarak ticaretin engellemesini örtülü sınırlama olarak kabul etmiştir.
—Marka hakkının kullanılması ve marka sahibinin pazarlama stratejileri üye ülkeler arasında suni pazar paylaşımı yaratıyorsa;
—Yeniden paketleme ürünün orijinal koşullarını etkilemiyorsa;
—Yeniden paketleme ürünün menşe garantisini etkilemiyorsa;
—Yeniden paketleme ve pazarlama konularında marka sahibine önceden haber verildiyse;
—Yeniden paketleme ürünün ya da hak sahibinin imajını zedelemiyorsa;
—Yeniden paketlemenin kim tarafından yapıldığı paket üzerinde belirtiliyorsa; marka hakkına dayanarak ticaretin engellenmesi örtülü sınırlama olarak kabul edilecektir.
Adalet Divanı, konuya ilişkin Bristol Myers56 kararında da 89/104 sayılı Yönergenin 7/II inci fıkrasında yer alan “…piyasaya sürüldükten sonra malların koşullarının değiştirilmesi veya bozulması gibi geçerli sebeplerin varlığı halinde marka sahibinin mallarının üçüncü kişilerce ticaretini engelleme hakkı bulunduğu” hükmünün, AT Anlaşmasının 30 uncu maddesi ile paralel bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Divan, madde 7/II gerekçe gösterilerek yapılacak bir engellemeyi, üye ülkeler arası ticareti örtülü bir şekilde engelleme anlamına gelmemesi ve marka hakkı sahibinin, hakkın özgül konusu veya asli fonksiyonunu korumak amacıyla kullanması gerektiğini vurgulamaktadır.57
Divan, Bristol Myers olayında Hoffman-La Roche olayında verdiği kararları devam ettirmiş ve bir ithalatçının 89/104 sayılı Yönergenin 7/I maddesinde düzenlenen tükenme ilkesinin sınırlarını aşmadan neler yapabileceğini ortaya koymuştur. Buna göre, aşağıda sayılan koşulların varlığı halinde farmasötik ürünü yeniden paketleyen veya yeniden markalayan ithalatçı marka ihlalinden sorumlu tutulamayacaktır:
—Ürünün ithalatçı tarafından pazarlanabilmesi için yeniden paketlenmesi açık bir şekilde gerekli ise;
—Yeniden paketleme ürünün orijinal durumunu olumsuz etkilememişse;
—Üretici ve yeniden paketleyenin isimleri paket üzerinde açıkça yer alıyorsa;
—Yeniden paketleme sonucu ürünün, markanın veya marka sahibinin ünü ve imajı zarar görmüyorsa; (paketleme kusurlu, hatalı, bozuk veya şekilsiz değilse)
56 Joined Cases C-427/93. C-429/93 and C-439/93 Bristol-Myers Squibb and Others v. Paranova [1996] ECR I-3457; [1996] ETMR 1 (ECJ).
57 DALKIRAN, 2006, s. 87.
—Ürünün yeniden paketlenerek satışa çıkarmadan önce marka sahibine bildirimde bulunmuş ve talep edilmesi halinde yeniden paketlenmiş ürünün bir örneğini marka sahibine göndermişse marka hakkı tükenmiş olarak kabul edilecek ve ithalatçı marka ihlalinden sorumlu tutulamayacaktır.
Yeniden Paketlemenin Gerekliliği
Adalet Divanı, daha önce ele aldığımız Hoffman-La Roche ve Bristol Myers davalarında, ürünün yeniden pazarlanması için yeniden paketleme yapılabilmesini gerekli olduğu durumlarla sınırlamış, ithalatçının keyfi olarak yeniden paketleme yapamayacağını vurgulamıştır. Ancak, Divan gereklilik kriterine açıklık getirmeyi daha sonraki Upjohn58 ve Boehringer59 davalarına bırakmıştır. Divan yeniden paketlemenin gerekliliğini şu şekilde açıklamaktadır:
“ürünün ithal edileceği üye ülke kuralları veya uygulamaları veyahut marka sahibi tarafından uygulanan pazarlama stratejileri nedeniyle, ithalatçının markayı değiştirmesinin yasaklanması halinde ithalatın yapılacağı ülke pazarına girişi engelleniyorsa gereklilik şartı oluşmuştur.”
Divan üye ülke pazarına giriş yapabilmek için yeniden paketlemenin gerekli olduğu durumlarda hakkın ihlalinden bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Ancak bu değişikliğin gereklilik kriteri kapsamında değerlendirileceğini; aksi halde, örneğin ithalatçının ticari bir avantaj elde etmek için keyfi yaptığı bir değişiklik durumunda gereklilik şartının aşılmış olacağını vurgulamıştır. Böyle bir durumda hakkın tükenmesinden bahsedilemeyecek ve marka hakkına tecavüz söz konusu olacaktır.
2.7.4.2.Ürünün Orijinal Koşullarının Korunması
Divan, yeniden paketlemeye izin verilebilmesi için ürünün orijinal koşullarının korunmasının sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. Bu sayede tüketiciler ürünleri marka sahibinin ürettiği kalitede ve koşullarda elde edebileceklerdir. Divan, Bristol
58 Case C-379/97, Pharmacia and Upjohn v. Paranova [1999] ECR I-6927.
59 Case C-143/00, Boehringer Ingelheim, Glaxo Group and Others v. Swingward Ltd and Dowelhurst Ltd [2002] ECR I-3759; [2002] FSR 61 (ECJ); [2002] ETMR 78 (ECJ).
Myers olayında orijinal koşulların etkilenip etkilenmediğinin tespitini ulusal mahkemelere bırakmıştır.
2.7.4.3.Markanın ve Marka Sahibinin İtibarı
Markanın en önemli fonksiyonlarından bir tanesi de tüketiciler tarafından ürün ile üreticisi arasında ilişki kurulmasını sağlamasıdır. Bir başka ifade ile marka üreticinin imajını ve itibarını temsil etmektedir. Bu nedenle, üçüncü kişiler tarafından yeniden paketlenerek pazarlanan ürünlerin markanın ve marka sahibinin bu imajını zedelememesi gerekmektedir. Yeniden paketlemenin özensiz veya bozuk olması ya da malların yapısında meydana gelebilecek olumsuz bir değişiklik, marka sahibinin itibarını zedeleyebileceği gibi markanın kullanıldığı ürünler üzerindeki garanti fonksiyonunu olumsuz etkileyerek tüketicilerin markaya olan güvenini sarsacaktır.
Sonuç olarak, malları yeniden paketleyerek pazarlayan üçüncü kişiler, yeniden paketleme yaparken malların yapısının değişmemesine özen göstermeli ve paketlemenin kusurlu, düşük kalite, bozuk veya şekilsiz olmamasına dikkat etmelidirler.
2.7.4.4.Önceden Uygun Bildirim
Adalet Divanı konu ile ilgili kararlarında60 yeniden paketleme yapan işletmelerin ürünleri pazarlamadan uygun bir süre önce marka sahibine, ürünlerin yeniden paketlenmesi hakkında doğrudan bilgi vermesi gerektiğini ve marka hakkı sahibinin talebi doğrultusunda yeniden paketlenen ürünlerin bir örneğini sunmak zorunda olduğunu vurgulamıştır. Bu yolla marka sahibinin, hakkın özgül konusu ve asli fonksiyonu açısından oluşabilecek ihlalleri önleme fırsatı olacaktır.
2.7.4.5.Tüketicinin Bilgilendirilmesi
Adalet Divanının konu ile ilgili uyuşmazlıklardaki yorumlarında yer alan bir diğer hususta tüketicinin bilgilendirilmesidir. Markanın asli fonksiyonlarının korunması ve
60 Case C-1/81, Pfizer Inc. v. Eurim Pharm GmbH, [1981] ECR 2913; Case C-143/00, Boehringer Ingelheim, Glaxo Group and Others v. Swingward Ltd and Dowelhurst Ltd [2002] ECR I-3759; [2002] FSR 61 (ECJ); [2002] ETMR 78 (ECJ).
bu amaçla tüketicilerin bilgilendirilmesi amacıyla yeniden paketlenen ürünler üzerinde gerekli açıklamaların yer almasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.
Bu doğrultuda, yeniden paketlemede, üreticinin bilgilerinin yer almasının yanında, yeniden paketleme yaparak tekrar pazarlayan işletmelerin bilgilerinin de açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
-
Firmalar bazı durumlarda aynı ürünü farklı ülkelerde farklı markalar altında satışa sunabilmektedirler. Bu tür uygulamalar bazı durumlarda yasal zorunluluklardan kaynaklanabildiği gibi firmaların pazarlama stratejileri nedeniyle de ortaya çıkabilmektedirler. Örneğin, bir firmanın A ülkesinde uzun yıllardır kullandığı markası, B ülkesi piyasasına ilk defa girişte firmaya engel olabilecektir. Markanın B ülkesinde benzerinin olması, B ülkesinde konuşulan dilde marka olmasını engelleyecek anlamı olması veya markanın anlamının B ülkesinin kültürü ile uyumlu olmaması gibi nedenlerle B ülkesinde satışa sunulacak ürünlerin üzerinde farklı markalar tercih edilebilmektedir.
Marka hakkı sahibinin üretim ve dağıtım ağının dışında kalan üçüncü kişiler farklı markalar altında satılan aynı ürünü fiyatın düşük olduğu ülkeden satın alarak, fiyatın yüksek olduğu ülkeye markasını değiştirerek ithal etmek isterler. Adalet Divanının Centrafarm BV v. American Home Products Corp.61 kararı konuya ilişkin önemli örneklerden bir tanesidir. Olayda, American Home Products Benelüx Ülkeleri ve Almanya’da “Seresta” markası altında satışını yaptığı ilaçları Birleşik Krallıkta “Seranid” markası altında pazarlamaktadır. Centrafarm şirketi ise Birleşik Krallıkta “Seranid” markalı ilaçları piyasadan satın alıp, markasını “Seresta” olarak değiştirdikten sonra Hollanda’ya ithal etmektedir. American Home Products Hollanda’da adına tescilli bulunan “Seresta” markasından doğan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek dava açmıştır.
61 Case C-3/78, Centrafarm BV v. American Home Products Corp. [1978] (ECR) ATKD 1823.
Divan konuyu menşe garantisi ve AT Anlaşmasının malların serbest dolaşımı ile ilgili 28 ve 30 uncu maddeleri açısından tartışmıştır. Divan, menşe garantisinin ancak marka sahibinin ürün üzerine markayı koyarak kimlik verebilmesi anlamına geldiğini belirtmiştir. Eğer ürüne marka koymak için üçüncü bir kişiye izin verilirse menşe garantisi zedelenecektir. Markanın temel fonksiyonu, hak sahibinin aynı ürün için iki farklı marka koyduğu durumda bile üçüncü kişilerin bir ürünün markasını diğerine koymasını veya hak sahibi tarafından konulan markayı değiştirmesini engelleme yetkisi vermektedir.
Diğer taraftan Divan, aynı ürüne farklı üye ülkelerde farklı markalar konularak piyasaya sunulmasının yasal veya ülkesel zorunluluklardan kaynaklanmadığını ve bu suretle, marka hakkının malların serbest dolaşımını sınırlamak ve pazarı suni olarak bölme niyetiyle kullanılmaya çalışıldığını, dolayısıyla AT Anlaşmasının 28 ve 30 uncu maddeleri anlamında örtülü kısıtlamaların varlığını kabul etmiştir.
Divan yaptığı bu tespitlerin ardından, ürüne marka koymanın marka sahibinin münhasır hakkı olmasına rağmen, hak sahibinin marka hakkına dayanarak pazarı suni olarak bölme niyetiyle hareket ettiğini ve bu nedenle üçüncü kişiler tarafından Hollanda’da malların “Seresta” markası altında piyasaya sunulmasının hak sahibinin itibarının zedelenmeyeceğine, tüketicilerin ise böyle bir uygulamadan zarar görmeyeceğine ve markanın asli fonksiyonunun korunacağına hükmetmiştir.
Divanın kararında, hak sahibinin niyeti gibi subjektif bir kritere atıfta bulunması eleştirilebilecek bir nokta olmakla birlikte, kurucu anlaşma ile koruma altına alınan Topluluk içerisinde malların serbest dolaşımı ilkesi ve marka sahibinin hakları arasındaki denge gözetilmek istenmiştir.
Tarafımızca da marka sahibinin hakları ile serbest ticaret arasında bir denge gözetilmesi yerinde olmuştur. Ancak yeniden markalama konusunda objektif kriterlerin belirlenmesi gerekmektedir. Bu anlamda başvurulabilecek olan kriter gereklilik kriteri olmalıdır. Üçüncü kişiler tarafından ürünün piyasaya sunulması yeniden markalamayı gerektiriyorsa buna imkân tanınmalıdır. Bu gereklilikler marka
sahibinin farklı ülkelerde farklı markalar kullanarak piyasaları bölme niyeti olabileceği gibi yasal zorunluluklarda olabilecektir.
PARALEL İTHALAT VE HAKKIN TÜKENMESİ
Paralel İthalat 3.1.1.Tanımı veŞartları
Günümüzde ticaretin küreselleşmesi ve tüketicilerin mallara olan erişiminin artması ile üreticiler tarafından farklı ülkelerde sürdürülmek istenen fiyat farklılıkları arasında bir çatışma yaşanmaktadır. Tüketiciler, aynı ürünün farklı ülkelerde farklı fiyatlardan satılmasını anlaşılmaz bulmakta ve bu nedenle ürünleri daha ucuza elde etmenin yolunu aramaktadırlar. Tüketiciler tarafından oluşturulan bu yöndeki talep, üreticilerin kendi satış ve dağıtım mekanizmalarının dışında kalan üçüncü kişiler tarafından bir fırsat olarak görülmektedir. Piyasada var olan talebi karşılamak ve ülkeler arası fiyat farklılıklarından faydalanabilmek için paralel ithalat kavramı geliştirilmiştir.
Paralel ithalat, bağımsız bir işletmenin ya da kişinin, bir ülkede daha ucuza edindiği orijinal malları, piyasasında aynı malın daha pahalı satıldığı ülkeye, satma amacı ile ithal etmesi olarak tanımlanmaktadır.62 Hemen hemen aynı olmakla birlikte bir diğer tanıma göre paralel ithalat, birden fazla ülke pazarında satışı amaçlanarak bu ülkelerde piyasaya sürülen malların, imalatçının dağıtım kanalında izin verdiklerinin dışındaki üçüncü kişilerce, tekrar, piyasasında aynı malın bulunduğu ülkeye ithal edilmesidir.63Bir başka tanımda ise, paralel ithalat, fikri mülkiyet hakkı sahibi tarafından veya onun izniyle bir başkası tarafından ülke dışında piyasaya sunulan fikri mülkiyet hakkını taşıyan özgün malların fikri mülkiyet hakkı sahibinden izin alınmaksızın ülkeye ithal edilmesidir.64
62 ARIKAN, 2001, s.7; CORNISH, W.R.; Intellectual Property, Sweet&Maxwell, London-1996, s. 38. 63 ARIKAN, 2001, s.7; YOUNG, John, A.; “The Gray Market Case”, The Notre Dame Law Review, Vol.61, 1986, s. 838; SCHNEIDER, David, A.; “Vivitar Corp. v. United States: The Beginning of the End of the Gray Market”, The American University Law Review, Vol. 35, 1986, s.1207; HORNER, Simon; Parallel Imports, Collins, London 1987, s. 2.
64 KAYHAN, Fahrettin; “Türk Marka Hukuku Açısından Paralel İthalat ve Marka Hakkının
Tükenmesi”, Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi (FMR), Yıl 1, Cilt 1, Sayı 1, s. 53.
Paralel ithalat, ulusal sınırları aşan bir ticaret anlayışıdır. Dolayısıyla konu ile ilgili ulusal ekonomi politikalarının uluslararası ticaret üzerinde önemli yansımaları olmaktadır. Bu çerçevede paralel ithalattan söz edebilmek için, daha önce piyasasında aynı malın bulunduğu ülkeye ithalat yapılmalı ve aynı mallar arasında bir marka-içi (intra–brand) rekabet ortaya çıkmalıdır.65
Fikri mülkiyet hakkı sahibinden izinsiz olarak yapılan bu ithalata paralel denmesinin sebebi ise, hak sahibi tarafından yetkilendirilen satıcı ve dağıtıcılar tarafından kullanılan ithalat ağına paralel olarak ikinci bir ithalat ağı oluşturulmasıdır.66
Paralel ithalatın gerçekleşebilmesi için bazı şartların varlığı gerekmektedir. Paralel ithalatın konusu, fikri mülkiyet hakkı sahibi tarafından veya onun iziyle üçüncü bir kişi tarafından satışı yapılmış fikri mülkiyet hakkı ihtiva eden mallardır. Bununla birlikte, paralel ithalat konusu malların ilk satışının yurtdışında yapılmış olması gerekmektedir. Aksi halde, yurtiçinde ilk satışı yapılmış ve ardından yurtdışına ihraç edilmiş malların tekrar yurtiçine ithal edilmesi paralel ithalat değil geri ithalat67 olacaktır.
Ayrıca, paralel ithalat yapılan ülke pazarında, paralel ithalatı yapılan fikri mülkiyet hakkı ihtiva eden mallarla aynı özelliklere sahip malların bulunması gerekmektedir. İthalatı yapılan mallar ile ülke piyasasında bulunan mallar arasında farklılık olması durumunda, paralel ithalattan değil gri ticaretten söz edilebilir.68 Dolayısıyla, “tescil edildiği mallar açısından geçerli olan bir marka ile aynı ya da ayırt edilemeyecek kadar benzeri olan bir işaretin izinsiz bir şekilde mal veya ambalaj üzerinde kullanımı” olarak ifade edilen taklit malların ve “fikri hak konusu malların izinsiz kullanımı ve çoğaltılması” olarak tanımlanan korsan malların iç pazara ithali, paralel ithalat olarak değerlendirilemeyecektir.69
65 ARIKAN, 2001, s. 7–8; ASLAN DÜZGÜN, s. 198.
66 WARWICK, Rothnie A.; Parallel Imports, Sweet & Maxwell, London-1993, s. 1; STOTHERS, 2007, s. 2.
67 Geri ithalat için bkz. III. Bölüm 5/2.
68 Gri ticaret için bkz. III. Bölüm 5/1.
69 ARIKAN, Ayşe Saadet; “Fikri ve Sınai Haklar Kapsamındaki Taklit ve Korsan Malların Gümrüklerde Geçici Olarak Durdurulması”, Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü
Paralel ithalatın gerçekleşebilmesi için gerekli bir diğer hususta, ithalata konu orijinal nitelikteki malların ilk piyasaya sunumunun hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bununla birlikte, hak sahibinin izniyle hukuka uygun olarak bir başka ülkede ilk satışı yapılan malların iç pazara ithalinin ticari amaçla yapılmış olması gerekmektedir. Kişisel kullanım amaçlı olarak ithal edilen mallar bakımından paralel ithalat söz konusu değildir.70
Paralel ithalat mekanizmasının işleyişini şemasal olarak aşağıdaki şekiller vasıtasıyla anlatabiliriz.
Şekil.1- Hem iç pazarda hem dış pazarda üretim.
(Kaynak: ARIKAN, 2001, s. 9.)
Şekil.1’de, Ü sınaî mülkiyet hakkı konusu x malını A ülkesinde üretip 3f fiyattan satmaktadır. Aynı mallar, B ülkesinde de Ü’den alınan imalat lisansı ile üretilerek, Yetkili Dağıtıcı tarafından 2f fiyattan satılmaktadır. Ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarından kazanç sağlamak isteyen Paralel İthalatçı, x malını hukuka uygun
Avrupa Araştırmaları Dergisi Gümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye’de Fikrî ve Sınaî Hakların Korunması -Özel Sayı-. C.4, S.1-2, 1995/1996, s. 144-145.
70 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 202; YILDIZ, Burçak; Eser Sahibinin Yayma Hakkının Tükenmesi, Prof. Dr. Turgut KALPSÜZ’e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara–2003, s. 592
bir şekilde B ülkesinden alarak, A ülkesine ithal etmekte ve bu sayede paralel ithalat gerçekleşmektedir.
Paralel ithalata ilişkin bir başka işleyiş şekli ise aşağıdaki şekilde gösterilebilir.
Şekil.2- Dış pazarda üretim.
(Kaynak: ARIKAN, 2001, s. 10.)
Şekil.2’de ise mallar A ülkesinde Ü tarafından üretilmekte ve 2f fiyattan satışa sunulmaktadır. Ayrıca, Yetkili Dağıtıcı vasıtasıyla x malı ihraç edilerek B ülkesinde 3f fiyattan satılmaktadır. Ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarından kazanç sağlamak isteyen Paralel İthalatçı, A ülkesinde Ü tarafından ilk satışı yapılan x malını 2f fiyattan alarak, B ülkesine ithal etmekte ve bu sayede paralel ithalat gerçekleşmektedir.
Yukarıdaki şekillerde, Üretici Ü’nün üretim ve dağıtım kanalları dışında kalan üçüncü kişiler tarafından yapılan paralel ithalat anlatılmıştır. Bazı yazarlar paralel ithalatı aktif ve pasif olarak ikiye ayırmaktadır. Üreticinin üretim ve dağıtım kanalları dışında kalan üçüncü kişiler tarafından yapılan ve en yaygın olanı pasif paralel ithalattır. Aktif paralel ithalat ise, yurtdışında üretim veya dağıtım lisansına sahip olan kişilerin ellerindeki markalı malları iç pazara sokarak, yerli lisans sahipleri ile rekabete girmesidir.71 Aktif paralel ithalat olarak adlandırılan bu durum ile çok sık karşılaşılmamaktadır. Çünkü hak sahipleri, lisans anlaşmalarına bazı sınırlamalar koyarak, lisans alanın malları anlaşma konusu dışındaki bir ülkeye ithal etmelerini engellemektedir.
3.1.2.Paralel İthalatın Nedenleri
Paralel ithalat, iç pazarında aynı malların bulunduğu iki ülke arasında, düşük fiyatlı olan malın fiyatın yüksek olduğu ülkeye, hak sahibinin üretim veya dağıtım kanalları dışında kalan kişiler tarafından ithal edilmesidir. Dolayısıyla paralel ithalatın temel nedeni ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarıdır.
Küresel tek bir pazara doğru evrimleşen günümüzde, piyasalar arasındaki fiyat farklılıklarının çok farklı nedenleri bulunmaktadır. Söz konusu farklılıkların ilki büyük şirketler tarafından yürütülen politikalardır. Rekabet kuralları ile bağdaşmasa da günümüzde uluslararası şirketler rekabeti sınırlayıcı yatay ve dikey anlaşmalar veya işletmeler arası uyumlu davranışlar ve kararlar ile piyasalar arasında fiyat farklılığı yaratılmasına yol açabilmektedirler. Tüm dünya piyasalarında faaliyette bulunan bu tarz şirketler sahip oldukları finansal güç sayesinde piyasalarda elde ettikleri hakim durumu kötüye kullanarak fiyat farklılığına sebep olmaktadırlar. Aynı markalı ürün, bir ülkede daha düşük fiyattan satılırken diğer ülkede görece daha yüksek fiyattan satılmaktadır. Dolayısıyla, ülkeler arasındaki fiyat farklılığı paralel ithalatı cazip hale getirmektedir.
71 FINK, Carsten/MASKUS, Keith E.; Intellectual Property and Development: Lessons from Recent Economic Research, World Bank Publications, New York-2005, s. 172.
Fiyat farklılıklarının ortaya çıkması kimi durumlarda firmaların sürdürdüğü bir politikadan çok girdi maliyetlerinden dolayı olabilmektedir. Kimi ülkelerde işgücü fiyatının görece düşük olması, bu ülkelerde yapılan üretimi daha ucuz hale getirebilmektedir. Bununla birlikte, ülkesel düzenlemeler nedeniyle vergilerin görece düşük veya yüksek olması üretim maliyetlerini ve dolayısıyla fiyatları doğrudan etkilemektedir. Fiyatı etkileyen maliyet düşüklüğü, bazen aynı mal için farklı hükümet kontrollerindeki zayıflık veya düşük kalite standartlarından da kaynaklanabilir. Ayrıca, ülkeler arasındaki sosyal politika uygulamalarının farklılık göstermesi, maliyetlerin ve bundan dolayı fiyatlarında farklılaşmasına neden olmaktadır.
Fiyat farklılıklarının bir diğer nedeni ise dağıtım maliyetleridir. Malların üretim safhasından tüketiciye nihai olarak sunulacağı ana kadar birçok dağıtım ve nakliye aşamasından geçmesi gerekmektedir. Dağıtım ve nakliye giderlerinin yüksek olduğu ülkelerde de fiyatların yüksek olması kaçınılmazdır. Ancak, dağıtım ve nakliye giderleri paralel ithalatçı içinde yüksek olacağından, sadece dağıtım ve nakliye konularında avantaja sahip olan paralel ithalatçılar tarafından mallar ithal edilebilecektir.
Ülkelerarasında paralel ithalat yapılmasını cazip hale getiren fiyat farklılıklarının bir diğer nedeni de ülkelerarasındaki döviz kurlarıdır. Döviz kurlarında yaşanacak olan dalgalanmalar, malların fiyatlarının görece döviz kurunun yüksek olduğu ülkelerde daha pahalıya satılmasına neden olacaktır. Ortaya çıkacak bu fiyat farklılıkları ise paralel ithalatın yakıtı olacaktır.72
Marka hakkı sahipleri, değişik ülkelerde malların üretimi ve dağıtımı için üçüncü kişilerle anlaşmalar (lisans, franchising anlaşmaları vb.) yapmaktadırlar. Bir ülkede, markalı malların tek satıcısı olabilmek için yapılan bu anlaşmaların karşılığında kullanım hakkını elde edenler önemli ücretler ödemektedirler. Dolayısıyla katlandıkları bu maliyeti fiyatlara yansıtarak telafi etmeye çalışmakta ve bu nedenle ülkeler arasında fiyat farklılıkları ortaya çıkmaktadır.
72 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 202; STOTHERS, 2007, s. 2.
Diğer taraftan, hak sahipleri, ürünlerin tanıtımı için faaliyet gösterdikleri ülkede çeşitli ilan ve reklam faaliyetlerinde bulunmakla birlikte, sigorta, araştırma- geliştirme ve vergi konularında önemli maliyetlere katlanmaktadırlar. Bu şekilde yapılan yatırımların ve katlanılan maliyetlerin malların fiyatlarına yansıtılmasından dolayı fiyatlar artacak ve ülkelerarası farklılıklar oluşacaktır.
Bir diğer husus da, üreticiler tarafından bazı ülkelerde malların sadece satışı yapılırken diğer ülkelerde mallarla birlikte maliyetleri arttıran ek bazı servislerin sunulmasıdır. Satış öncesinde verilen hizmetler veya satış sonrası garanti verilmesi gibi hizmetler maliyetleri ve dolayısıyla fiyatları arttırıcı etki gösteren ek servislerdir.
Paralel ithalata neden olan fiyat farklılıklarının altında yatan faktörlerden bir tanesi de, devletlerin bazı ürün gruplarında yaptığı fiyat düzenlemeleridir. Çoğunlukla ilaç fiyatlarında karşılaşılan bu durumda, sosyal devlet anlayışının güçlü olduğu ve etkin sosyal politika uygulamalarının sürdürülmeye çalışıldığı ülkelerde, devlet tarafından ilaç firmalarının daha ucuza satış yapmaları konusunda müdahalede bulunulmaktadır. Bu ülkelerde, firmalar ilaçları düşük fiyatlardan satmak zorunda kalmakta, ancak müdahale bulunmayan ülkelerde daha yüksek fiyatlardan satış yapmaktadırlar. Bu nedenle, ülkeler arası aynı ilacın fiyatında farklılık oluşmakta ve fiyatın düşük olduğu ülkeden fiyatın yüksek olduğu ülkeye paralel ithalat gerçekleşmektedir.
Paralel ithalat yapılmasının bir başka nedeni ise, markalı malları satın almak isteyen firmalara, ülke içerisinde marka hakkı sahibi tarafından markalı malların satılmamasıdır. Hak sahibi stok yetersizliği veya haksız rekabeti engellemek amacıyla toptan satış yapmaktan kaçınabilmektedir.
Nihayet tüketici tercihlerindeki farklılık da fiyatı etkileyen etmenlerden biridir. Markalı malın farklı ülkelerde sahip olduğu talep potansiyeli farklılık gösterebilmekte ve bu farklılıklar fiyatlara da yansımaktadır.
Marka Hakkının Tükenmesi ve Paralelİthalat
Marka hakkı sahipleri, hakkı elde edebilmek için bir takım maliyetlere katlanırlar. Bu kimi zaman tescil maliyetleri kimi zamanda lisans veya franchising anlaşmaları olabilmektedir. Ayrıca, hak sahipleri bulundukları ülkede mallarını satabilmek için tanıtım, reklam, ilan, sigorta, araştırma-geliştirme ve vergi gibi diğer maliyetleri de yüklenmektedirler. Çoğu zaman bu maliyetleri malların fiyatlarına yansıtarak, maliyetlerini karşılamaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla, hak sahipleri, buna benzer nedenlerle yükselen fiyatlar karşısında, aynı malı yurtdışından daha ucuza satın alarak iç pazara girmek isteyen paralel ithalatçıları önleyici tedbir arayışı içinde olmuşlardır.
Bu arayışlar, farklı farklı hukuk disiplinlerinin kendi içerisinde sağladığı koruma mekanizmalarından faydalanmaya çalışmak şeklinde olmuştur. Örneğin, lisans sözleşmelerinde karşı akde yönelik olarak getirilen sınırlandırmalar (fikri – sınaî hak konusu malın ihraç edilmemesi kayıtları, satış yeri ile ilgili bölgesel sınırlandırmalar ve bunları ihlal halinde sözleşmenin ihlal edilmiş sayılacağı kayıtları gibi) ile borçlar hukukunun akde aykırılık imkânlarından yararlanılmaya çalışılabilir.73
Bununla birlikte, hak sahibi tarafından yapılmış olan tanıtım harcamaları ve servis ağı harcamalarından yola çıkarak ticaret hukukunun haksız rekabet ile ilgili hükümlerinden yararlanılmak istenebilir.
Hak sahibi tarafından arada bir akit olmaması nedeni ile üçüncü kişi durumunda bulunan paralel ithalatçıya karşı kullanılabilecek en önemli koruma mekanizması ise fikri ve sınaî haklar tarafından sağlanan korumadır.
Fikri ve sınaî hakların en önemli fonksiyonu, hak sahibine koruma konusu ürün üzerinde ifadesini bulan fikirleri kullanma yetkisi vermesidir. Bu anlamda hakkın özünü oluşturan kullanım hakkı, hak sahibine malı üretmek, çoğaltmak, dağıtmak, kiralamak, yayınlamak, ödünç vermek, ithalatını-ihracatını yapmak ve satış dahil her
73 ARIKAN, 2001, s. 14.
türlü ticari işlemlere konu etmek gibi münhasıran hak sahibi tarafından kullanılacak yetkiler vermektedir. Bu çerçevede, ülke içerisindeki hak sahiplerinin, koruma konusu ürünün kendi rızaları dışında ülkeye girişi şeklinde basitçe tanımı yapılan paralel ithalatı prensip olarak önleme yetkilerinin olduğu söylenebilir.
Ancak, vurgulamak gereken bir diğer husus ise hakkın amacının, paralel ithalatı engelleme olmadığı ve ticarette tekelleşmeye neden olmayacak bir şekilde kullanılması gereğidir. Bu nedenle, hakların kapsamına sınırlamalar getirilmiş ve hakkın özgül konusu, asli fonksiyonu ve hakkın tükenmesi kavramları geliştirilmiştir.
Hakkın sınırlarının belirlenmesinde göz önünde bulundurulan felsefenin temelini tükenme ilkesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla, paralel ithalat sonucu iç pazara giren malların yasal ve hukuki korumadan yararlanıp yararlanamayacakları o ülkede benimsenen tükenme rejimine bağlıdır.74 Hak sahibinin rızasıyla piyasaya sürülen mallar üzerindeki hakkın tükeneceği coğrafi sınırlar, paralel ithalatın yasal veya hak sahibi tarafından önlenebilecek bir uygulama olup olmadığının tespiti açısından önemlidir.
Tükenmenin Coğrafi Sınırları ve Paralelİthalat
Marka hakkının tükenmesinin coğrafi sınırlarına75, tükenme ilkesi açıklanırken değinilmekle birlikte, paralel ithalat yoluyla ülkeye getirilen malların, yasal yollardan ülkeye getirilmiş mallar olarak kabul edilebilmesi, o ülkede uygulanan tükenme rejimine bağlı olduğu için tükenme rejimlerinin paralel ithalat üzerindeki etkisi bakımından tekrar ele almak gerekmektedir. Nitekim marka hakkının ülkesel, bölgesel veya uluslararası tükenmesi paralel ithalata yaptığı etki bakımından farklı sonuçlar doğurmaktadır.76
74 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 200–201.
75 Bkz. II. Bölüm 4.
76 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 207.
Ulusal/Ülkesel Tükenme ve Paralelİthalat
Ülkesel tükenmenin benimsendiği ülkelerde, marka sahibinin marka üzerindeki hakkı, sadece markalı malı ilk defa o ülkenin sınırları içerisinde piyasaya sunduğunda o ülke ile sınırlı olmak üzere tükenmektedir. Henüz yurtiçinde piyasaya sunulmamış olan mallar için, markalı mal yurtdışında piyasaya sunulmuş olsa bile hak henüz tükenmemiştir. Dolayısıyla, yurtdışında piyasaya sunulmuş mallar, yurtiçinde henüz piyasaya sunulmadığı için markalı malların yurtiçine paralel ithalatı marka hakkı sahibi tarafından engellenebilir.77
Bir başka ifade ile ülkesel tükenme ilkesinin benimsendiği ülkelerde, marka hakkı sahibi ülke içinde ilk defa piyasaya sunduğu malların paralel ithalatına engel olamamaktadır. Ancak, paralel ithalatı yapılan mallar yurtiçindeki mallar ile farklılık gösteriyorsa, marka hakkı sahibi tarafından yurtiçinde piyasaya sunulmadığı ve dolayısıyla hak tükenmediği için paralel ithalat engellenebilir.
Ülkemizde, 556 sayılı KHK’nın 13 üncü maddesi uyarınca ülkesel tükenme ilkesi benimsenmiştir. Bu kapsamda, marka hakkı sahibi, rızasıyla Türkiye’de piyasaya sunulan markalı mallar hariç aynı markayı taşıyan tüm malların paralel ithalatını engelleme yetkisine sahiptir.
Bölgesel Tükenme ve Paralelİthalat
Bölgesel tükenme rejiminde, kurucu anlaşma ile sınırları belirlenen bölgeye dahil ülkelerden herhangi birinde markalı malların, hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmasının ardından marka hakkı tüm bölge sınırları içinde tükenmiş olacaktır. Dolayısıyla, bölge sınırları içerisinde ilk defa piyasaya sunulan malın, bölgeye dahil diğer ülkelere ithaline marka hakkı sahibi engel olamayacaktır. Daha önce vurguladığımız gibi tüm bölge tek bir ülke gibi kabul edilmektedir.
77 YILDIZ, 2003, s. 593; ASLAN, 2004, s. 50.
Markalı malın ilk piyasaya sunumu bölge sınırları dışında gerçekleşmiş ise, marka hakkı bölge sınırları içerisinde tükenmemiş olacak ve marka hakkı sahibi, paralel ithalata engel olabilecektir.
Bölgesel tükenme rejimi, 28 Avrupa Birliği üye ülkesi ile 3 Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) üye ülkesi (Norveç, İzlanda ve Liechtenstein) olmak üzere toplam 31 Avrupa ülkesinden oluşan Avrupa Ekonomik Alanı (AEA) içerisinde uygulanmaktadır.
Uluslararası Tükenme ve Paralelİthalat
Uluslararası tükenme ilkesini uygulayan ülkelerde ise markalı mallar dünyanın herhangi bir yerinde piyasaya sunulduğu anda marka hakkı tükenecektir. Bu durumda, yurtdışında piyasaya sunulmuş olan malların paralel ithalatı marka hakkına dayanarak engellenemeyecektir.
Uluslararası tükenme rejiminde, malların serbest dolaşımının marka hakkı kapsamında engellenebilmesi imkânsız hale gelmektedir. Bu anlamda üreticiler tarafından yüksek fiyatlar üzerinden fazla kar elde edilmesinin de önüne geçilebilecektir. Çünkü paralel ithalat sayesinde piyasadaki rekabetçi ortam gelişecek ve fiyatlar üzerinde aşağı yönlü bir baskı oluşturacaktır. Ancak bu durum tüketiciler açısından olumlu bir sonuç doğururken, marka hakkı sahiplerinin yeni yatırımlar yapma konusundaki isteklerini uzun vadede olumsuz etkileyecektir.78
Paralel İthalatın Etkileri
Paralel İthalatın Yasaklanmasının OlumluEtkileri
Paralel ithalatın yasaklanmasını veya serbest olmasını savunanların öne sürdüğü gerekçelerin tamamı ekonomik anlam ifade etmektedir.
78 OKUTAN, Gül; “Exhaustion of Intellectual Property Rights: A Non Tarif Barrier to International Trade?”, Annales de la Faculte de Droit d’Istanbul 1996, C. 30, S. 46, s. 125.
Paralel ithalatın yasaklanmasını savunanların öne sürdüğü iktisadi gerekçelerin başında, paralel ithalatın “parazit rekabete”79 yol açtığı gelmektedir. Hak sahibi veya lisans sahibi tarafından markanın ününü, şöhretini arttırmak için birçok yatırım yapılmaktadır. Reklam faaliyetleri, geniş yedek parça ve servis ağı gibi alanlarda yapılan yatırımlar markalı mala olan talebi arttırabilmek için yapılan yatırımlardır. Hak sahibi tarafından marka ile ilgili yüksek miktarlarda yatırım yapılırken, paralel ithalatçı tarafından herhangi bir yatırım yapılmamakta, markanın var olan şöhretinden faydalanılmaktadır. Yatırım yapmayı planlayan hak sahibi, kendi mallarını piyasaya sunduktan bir süre sonra paralel ithalatçı tarafından aynı nitelikteki malların piyasaya sunulacağını bildiğinden marka içi rekabete girmek istemeyecektir. Dolayısıyla, yapılacak yatırımın kar olarak geri dönüşü ihtimali paralel ithalat nedeniyle azalacağından yatırım yapmaktan kaçınacaktır.
Tüm ülkelerde uluslararası tükenme rejiminin uygulandığı varsayıldığında, paralel ithalatın serbest olmasından dolayı ülkeler arası fiyat farklılıklarının zaman içerisinde ortadan kalkması kaçınılmazdır. Fiyat farklılıklarının ortadan kalkması, yatırım yaparak marka değerini arttırmak isteyen kişilerin, piyasaları bölerek farklı ülkelerde farklı fiyat belirlemeleri ve farklı lisans sözleşmesi koşulları belirleyerek elde edebilecekleri kazançtan mahrum kalmalarına neden olacaktır. Mahrum kalınan kazanç ve paralel ithalatçının parazit rekabeti ile birlikte, yeni yatırımların ve yaratıcı düşüncelerin gelişmesi durma noktasına gelecektir. Bu anlamda, paralel ithalatın yasaklanması, fikri mülkiyet hakkı sahibinin menfaatlerini korur ve yaratıcılığı teşvik edici bir rol oynar.80
Paralel ithalatın yasaklanmasını savunanların gerekçelerinden bir diğeri de paralel ithalatın korsan ve taklit malların ithalatını teşvik edeceğidir. Her ne kadar paralel ithalat ve taklitçilik birbirinden farklı konular olsa da, özellikle yeniden paketleme yapılan malların paralel ithalatının yapılması halinde, bu mallar ile birlikte korsan ve taklit mallarında ülkeye girebilme tehlikesi olduğu ileri sürülmektedir.
79 HORNER, 1987, s. 5; KARAYALÇIN, Yaşar; Ticaret hukuku dersleri: I: Giriş-ticari işletme, Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara–1968, s. 455; İNAN, Nurkut; “Tek Satıcılık Sözleşmesi ve Üçüncü Kişiler”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi 1993, C.XVII, S.2, s. 65.
80 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 211.
Bir diğer husus ise, hak sahibi tarafından sunulan servis ve garanti gibi hizmetlerin paralel ithalatı yapılan mallar için var olmamasıdır. Bu durum tüketicide hayal kırıklığı yaratacak ve markaya olan güven zedelenecektir. Ayrıca, tüketicinin aldığı malın kusurlu çıkması veya bir süre sonra arızalanması halinde tüketici mağdur olacaktır.
Paralel ithalatın ortaya çıkarabileceği bir diğer olumsuz durum ise paralel ithalatçının karşı karşıya olduğu fiyat farklılığını tam olarak tüketiciye yansıtmamasından ortaya çıkacaktır. Paralel ithalatçı, hak sahibi tarafından sunulan malın fiyatından ucuz dedirtecek kadar bir indirim yaparak tüketicinin yanılmasına neden olurken, büyük oranlarda haksız kazanç elde edecektir.
Bir başka durumda ise markalı malın, bazı ülkelerde tüketici tercihleri doğrultusunda farklı imal edildiği durumlarda; böyle malların, tüketici tercihleri farklı olan ülkelere paralel ithalatının yapılması, satın alan tüketicilerde hayal kırıklığı yaratacaktır.
Paralel ithalatın yapılmasının olumsuz etkilerinden bir diğeri ise markalı malların ihraç edildiği ülke piyasasında ortaya çıkmaktadır. Ülke içinde yüksek fiyattan satılan markalı malların, düşük fiyattan satılan ülkeden ithal edilmesi halinde, fiyatın düşük olduğu ülkede piyasada arz sıkıntısı yaşanmakta ve fiyatlar yükselmektedir. Yunanistan’da diğer Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla ucuz olan ilaçların, diğer Birlik ülkelerine sürekli paralel ithalatı sonucunda, Yunanistan piyasasında stok yetersizliği yaşanmış ve hastalar tarafından olumsuz sonuçlar doğurmuştur.81
Paralel İthalat Yapılmasının OlumluEtkileri
Paralel ithalata karşı olanların olduğu gibi savunanların gerekçeleri de iktisadidir. Bu anlamda paralel ithalatın, fiilen yapılmasa bile serbest olması piyasalarda daha rekabetçi bir ortam olmasına katkı sağlayacaktır. Üreticiler, aynı veya benzer nitelikli
81 Case C-53/03, Synetairismos Farmakopion Aitolias & Akarnanias (Syfait) v Glaxo Smith Kline [2005] ECR I-4609.
malların, paralel ithalatçılar tarafından daha düşük fiyattan piyasaya sunulması ihtimaline karşı yüksek fiyattan satış yapamayacaklardır.
Hak sahibi tarafından satılan markalı mallar ile paralel ithalatçı tarafından satılan mallar arasında marka-içi rekabet oluşacak, bu durum ise piyasalardaki tekelleşmelerin önüne geçecek ve güçlü firmaların egemen durumlarını kötüye kullanmalarına engel olacaktır. Dolayısıyla, piyasalardaki etkinlik artacak ve fiyatlardaki aşırı artışların önüne geçilebilecektir.
Paralel ithalatın yapılması ile birlikte yaşanacak olan fiyat düşüşlerinden en büyük faydayı tüketiciler elde edeceklerdir. Zira paralel ithalat sayesinde tüketiciler aynı malları daha düşük fiyattan satın alabileceklerdir.
Sonuç olarak, paralel ithalata getirilen yasaklar nedeniyle, marka hakkı sahibine çok geniş koruma sağlanmakta ve bu sayede güçlü ve büyük markalar ortaya çıkmaktadır. Güçlü ve büyük markaların ortaya çıkması ise paralel olarak tüketiciye sunulan ürünün kaliteli ve güvenilir olmasına neden olmaktadır. Diğer taraftan, paralel ithalatın yasaklanması nedeniyle, tüketiciye güçlü ve kaliteli mallar sunulurken, piyasalardaki rekabet eksikliği nedeniyle bu malların fiyatları da yükselmekte ve tüketicilerin daha fazla para ödemeleri kaçınılmaz olmaktadır.
Paralel İthalatın Gri Ticaret ve Geri İthalattanFarkları 3.5.1.GriTicaret
Paralel ithalatta, ülke için de hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmuş mallar ile yurtdışında piyasaya sunularak ülke içine paralel ithalatı yapılan mallar arasında herhangi bir fark yoktur. Yurtiçinde piyasaya sunulan mallar ile yurtdışında piyasaya sunulan mallar arasında herhangi bir farklılık olması durumunda paralel ithalat değil gri ticaret gerçekleşmektedir. Gri ticarete konu olan mallara da gri mallar denilmektedir.82
82 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 220; FRANZOSI, Mario; “Grey Market – Parlel Importation as a Trademark Violation or an Act of Unfair Competition”, IIC 1990, Vol. 02, s. 199.
Gri mal deyimi geçmiş zamanlarda temiz olmayan veya meşru olmayan malları nitelemek için kullanılan bir terimdir. Günümüzde ise gri mal ifadesi ile kastedilmek istenilen taklit veya korsan mal olmayıp, aynı markalı iki mal arasındaki küçük farklılıkları vurgulamaktır. Ancak belirtmek gerekir ki gri ticaret korsan ticaret olmadığı gibi tamamen kanuna uygun bir ticarette değildir.
Markalı mallar dünyanın farklı yerlerinde, farklı tüketici ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için bir takım değişikliklerle piyasaya sunulmaktadır. Günümüzde birçok ülkede faaliyet gösteren çok uluslu şirketler farklı bölgedeki tüketici taleplerini karşılayabilmek için aynı markalı malları değiştirerek piyasaya sunmaktadırlar. Örneğin, iki farklı ülkede X markası ile piyasaya sunulmuş olan akıllı telefon, bir ülkede daha düşük fiyattan satılabilmek için eski sürüm işlemci ile üretilmiş, diğer ülkede ise talep doğrultusunda yeni sürüm işlemci ile üretilip piyasaya sürülmüştür. Diğer bütün özellikleri ile aynı olan bu ürünlerin arasındaki küçük fark tüketiciler tarafından ilk bakışta fark edilmeyebilir. Hak sahibinin üretim ve dağıtım kanalları dışında kalan üçüncü kişiler aradaki fiyat farklılığını fırsat bilerek, fiyatı düşük olan ürünü fiyatın yüksek olduğu ülkeye ithal ederek aradaki fark kadar kar elde etmek isterler. Bu şekilde yapılan ithalat gri ticarettir. İthal ülkesi ile ihraç ülkesindeki ürünler arasında var olan bu farklılık nedeniyle paralel ithalattan söz etmek mümkün değildir.
Farklı ülkelerde farklı tüketici tercihlerine hitap edebilmek için küçük farklılıklar ile üretilen malların ithal edilmesi, ithal ülkesindeki tüketicinin markaya olan güvenini zedeleyecektir. Kendi ülkesindeki tüketici tercihlerine göre üretilen ürünleri alacağını varsayarak harcama yapan tüketici, daha düşük vasıflı ürün ile karşılaşınca markaya olan güveni zedelenecektir.
Tüketicilerin markaya olan güveninin zedelenmemesi ve haksız rekabetin önüne geçilmesi amacıyla, gri ticaretin engellenmesi gereken bir faaliyet olduğu konusunda ortak bir kanı oluşmuştur. Bu anlamda, doktrinde gri ticaretin, uluslararası tükenme rejiminin uygulanması ile birlikte engellenmesinin imkânsız olduğu yönünde
görüşler mevcuttur.83 Diğer taraftan aksini savunanlar ise uluslararası tükenme ilkesi ile paralel ithalatın serbest olmasının gri ticaretinde serbest olacağı anlamına gelmediğini, mallar arasında fark olduğu için gri malların ithalinin engellenebileceğini varsaymaktadırlar.84
Ancak, belirtmek gereken husus, gri mallarında ülke dışında marka hakkı sahibi tarafından piyasaya sunulduğudur. Nitekim hak sahibi tarafından bir defa mal piyasaya sunulduğunda marka hakkının tükeneceği ilkesinden yola çıkarsak, kanımızca düşük kalitede malların ithalinin hak sahibince marka hakkına dayanılarak engel olunamayacaktır. Diğer taraftan, piyasada aynı markalı fakat farklı nitelikli ürünler arasında haksız bir rekabet oluşacağı ve yerli marka sahibinin şöhretinin olumsuz etkileneceği göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla gri ticaretin engellenebilmesi, uygulanan tükenme rejimlerinden çok hakkın özgül konusu ve asli fonksiyonları vasıtasıyla gerçekleştirilebilecektir.
Sonuç olarak, marka hakkı sahibi, ister ülkesel tükenme rejiminde ülke dışından gelen, ister bölgesel tükenme rejiminde bölge dışından gelen, isterse de uluslararası tükenme rejiminde herhangi başka bir ülkeden gelen markalı malları, kendi malları ile arasında farklılık olduğunu ve bu farklılığın hakkın özgül konusu ve asli fonksiyonlarına zarar verici boyutta olduğunu ispat ettiği sürece engelleme hakkına sahip olacaktır.
Yukarıda belirttiğimiz görüşler, gri ticarete ilişkin mahkeme kararlarında da vurgulanmaktadır. Heinz85 domates ketçaplarına ilişkin Kanada mahkemelerinde görülen davada, markanın Kanada’da bulunan yetkili lisans sahibi, ABD’den aynı markalı ketçapların ithalatını, markasına zarar verdiği gerekçesiyle durdurmak istemiştir. Kanada’da uluslararası tükenme rejimi uygulanmasına rağmen, aynı markaya sahip mallar arasında özellik ve tat farkı olduğu ve bu farklılığında aynı özelliklere sahip olmayan aynı markalı malların tüketiciler açısından karışıklığa neden olacağı sebebiyle mahkeme Kanadalı marka sahibinin talebini haklı
83 FRANZOSI, 1990, s. 199; OKUTAN, 1996, s. 126.
84 ASLAN, 2004, s. 57; ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 222.
85 H. J. Heinz Co. Of Canada v. Edan Food Sales Inc. (1991) 35 CPR (3d) 213
görmüştür. Mahkeme, hakkın asli fonksiyonlarına atıf yaparak, aynı marka altında olsa bile orijinal ürünlerden farklılık gösteren ürünlerin, orijinal ürünün sahip olduğu çeşitli karakteristik özellikler nedeniyle satın alan tüketiciler açısından hayal kırıklığına sebep olacağını, bu nedenle hak sahibi ve markanın imajının zarar görebileceğini belirtmiştir.
Ancak, Kanada Yüksek Mahkemesi gri ticarete ilişkin Nivea86 olayında tutumunu değiştirmiş ve konunun bir başka boyutuna değinmiştir. Anılan olayda, Meksika’dan Kanada’ya Nivea ürünlerinin ithalatı yapılmak istenmiş ve Kanada’daki marka hakkı sahibi, ithal ürünlerin kendi ürünleri ile arasında bazı farklılıklar olduğunu ve bu farklılıkların hak sahibinin ve markanın itibarına zarar vereceği sebebiyle ithalatın durdurulmasını talep etmiştir. Mahkeme, Kanada’daki yetkili distribütörün marka hakkı sahibi olmadığını, hem Meksika hem de Kanada’daki dağıtıcının ana şirkete bağlı dağıtıcılar olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle, her iki ülkedeki mallarında orijinin aynı olduğunu ve tüketiciler üzerinde yanıltıcı bir etki yaratmayacağını vurgulamıştır. Mahkemenin bu yorumundan, konunun firma içi bir mesele olduğu sonucunu çıkardığı ve markanın asli fonksiyonları açısından konunun firma içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğü söylenebilir.
3.5.2.Geri İthalat
Bir ülkede hak sahibi tarafından veya onun rızasıyla üçüncü kişiler tarafından piyasaya sunulan orijinal nitelikteki markalı malların yurt dışına ihraç edildikten sonra, ihraç edildiği ülkeden ilk piyasaya sunulduğu ülkeye ithal edilmesine geri ithalat denilmektedir.87
Tükenme rejimleri bakımından geri ithalatı değerlendirecek olursak; ülkesel tükenme rejiminde, markalı mallar ülke içinde piyasaya sunulduğu için bu mallar üzerindeki marka hakkı tükenecek ve malların ihraç edildikten sonra geri ithaline hak sahibi müdahale edemeyecektir. Bölgesel tükenme rejiminde de sonuç farklı değildir. İster bölge içerisinde bir ülkeye, isterse de bölge dışında bir ülkeye ihracatı yapılan
86 Smith & Nephew Inc. v. Glen Oak Inc. (1996) 68 CPR (3d) 153.
87 PINAR, 2000, s. 900; ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 224; KAYHAN, 2001, s. 54; ASLAN, 2004, s.
56; HEATH, Cristopher; “Parallel Imports and International Trade”, IIC 1997, V. 05, s. 629.
malların geri ithalatına hak sahibi, markalı mallar ilk defa kendi rızasıyla bölge içerisinde piyasaya sunulduğundan engel olamayacaktır. Uluslararası tükenme rejiminde de markalı mallar bir defa piyasaya sunulduğunda hak evrensel olarak tükendiği için hak sahibi malların sonraki dolaşımına -ister paralel ithalat olsun isterse de geri ithalat- engel olamayacaktır.
Geri ithalat ve paralel ithalat kavramları hem öğretide hem de yargı kararlarında birçok defa birbirleriyle karıştırılan kavramlardır. Geri ithalatın gerçekleşebilmesi için markalı malların ilk defa ülke içerisinde piyasaya sunulması ve bu malların yurtdışına ihraç edilerek ülkeye tekrar ithal edilmesi gerekmektedir. Paralel ithalattan söz edebilmek için ise ülke içerisinde piyasaya sunulan mallar ile aynı özelliklere sahip ülke dışında piyasaya sunulan malların ithal edilmesi gerekmektedir.
Tükenme rejimleri çerçevesinde paralel ithalatın ve geri ithalatın hangi durumda engellenebileceği veya hangi durumlarda meşru olarak yapılabileceğini incelemek gerekmektedir.
- Ülkesel Tükenme Rejimi
50’şer adet X markalı mal hem A ülkesinde hem de B ülkesinde ilk defa hak sahibi tarafından satılmıştır.
- İhtimal: A ülkesinde ilk satışı yapılan malın 25 adedi ilk satışın ardından B ülkesine ihraç edilmiştir. B ülkesine ihraç edilen 25 adet malın A ülkesine ithal edilmesi geri ithalattır. Dolayısıyla, A ülkesinde mallar hak sahibi tarafından piyasaya sunulduğundan hak tükenmiştir ve geri ithalata engel olunamayacaktır.
- İhtimal: B ülkesinde satışı yapılan 50 adet X markalı malın üçüncü bir kişi tarafından A ülkesine ithal edilmesi paralel ithalattır. Bu mallar A ülkesinde hak sahibi tarafından piyasaya sürülmediğinden tükenme gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla hak sahibi paralel ithalata engel olabilecektir.
- Bölgesel Tükenme Rejimi
50’şer adet X markalı mal hem bölge içinde hem de bölge dışında ilk defa hak sahibi tarafından satılmıştır.
- İhtimal: Bölge içerisinde ilk satışı yapılan malın 25 adedi ilk satışın ardından bölge dışına ihraç edilmiştir. Bölge dışına ihraç edilen 25 adet malın bölge içerisine ithal edilmesi geri ithalattır. Dolayısıyla, bölge içerisinde mallar hak sahibi tarafından piyasaya sunulduğundan hak tükenmiştir ve geri ithalata engel olunamayacaktır.
- İhtimal: Bölge dışına ilk satışı yapılan 50 adet X markalı malın üçüncü bir kişi tarafından bölge içerisine ithal edilmesi paralel ithalattır. Bu mallar bölge içerisinde hak sahibi tarafından piyasaya sürülmediğinden tükenme gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla hak sahibi paralel ithalata engel olabilecektir.
- İhtimal: Bölge içerisinde ilk satışı yapılan 50 adet X markalı malın üçüncü kişiler tarafından bölge içerisindeki bir başka ülkeye paralel ithalatı ve geri ithalatı hak sahibi tarafından engellenemeyecektir. Çünkü bu mallar bölge içerisinde ilk satışı yapıldıktan sonra hak tükenmiş olacaktır.
- Uluslararası Tükenme Rejimi
Mallar ister ülke içerisinde isterse de ülke dışında piyasaya sunulsun, hak sahibi tarafından ilk satışın yapılmasının ardından hak evrensel olarak tükeneceği için malların paralel ithalatı da, geri ithalatı da engellenemez.
Yargıtay Kararları 3.6.1.“POLICE”Kararı88
İtalyan De Rigo SPA şirketi adına Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde tescilli olan “police”, “sting” ve “vogart” markalarının Türkiye distribütörü ve münhasır lisans hakkı sahibi davacı, davalı tarafından yurt dışından getirilen orijinal gözlüklerin Türkiye’de piyasaya sürülmesinin, marka ve lisans haklarına tecavüz oluşturduğu iddiası ve haksız rekabetin tespit ve men’i, davalı elindeki ürünlerin toplatılması talebiyle dava açmıştır.
Davayı inceleyen ilk derece mahkemesi, davacı ve marka sahibi arasındaki tek satıcılık sözleşmesi gereği sözleşme konusu malları taşıyan gözlüklerin başkası tarafından ithal edilmesi ve pazarlanmasının haksız rekabet teşkil ettiği nedeniyle “police” marka gözlüklerin toplatılmasına karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine dava Yargıtay’a taşınmıştır.
Yargıtay, davacının De Rigo SPA şirketi adına Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde tescilli olan “police”, “sting” ve “vogart” markalarının Türkiye distribütörü ve münhasır lisans hakkı sahibi olduğunu, lisans sözleşmesinin TPE’ye tescil ettirilmiş olduğunu ve lisans sözleşmesi gereği markalı malların Türkiye’ye ithali ve bütün Türkiye çapında pazarlama, tanıtım ve reklamın davacı tarafından yapılacağı, haksız rekabet ve markaya tecavüz hallerinde davacının tek başına dava açabileceğinin tespitini yaptıktan sonra; 556 sayılı KHK’nın 9/II (c) maddesine atıf yaparak, markayı taşıyan malın ithali veya ihracının münhasıran marka hakkı sahibine ait bir yetki olduğunu ve markanın aynısı ya da benzeri olan bir işareti taşıyan malların bir başka kişi tarafından ithali ya da ihracının ilke olarak marka hakkına tecavüz teşkil edeceğini, buradan hareketle Türk iç pazarına hiç sunulmamış olan malların ithali veya ihracının marka hakkına tecavüz oluşturacağını vurgulamıştır.89
88 Yarg. 11. HD., T. 12.3.1999, E.1998/7996, K.1999/2099.
89 DALKIRAN, 2006, s. 161.
Daha sonra Yargıtay, somut olayı “…marka sahibi veya onun izni ile tek satıcı veya münhasır lisans hakkı sahibi tarafından markalı emtia Türk iç pazarına ithal edilip sunulmasından sonra aynı markalı malın üçüncü kişiler tarafından yurt dışından ithali halinde durumun ne olacağının tartışılması gerektiği…” şeklinde formüle etmiştir.90 Yargıtay’ın formüle ettiği bu mesele karşısında benimsediği ilke aynen şöyledir:
556 sayılı KHK'nin 13/1 ve bu maddenin mehazı olan 89/104 Sayılı Yönerge'nin 7/1 maddesinde "marka sahibi tarafından veya onun izni ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra marka sahibi, markanın bu mallarla ilgili olarak kullanılmasını yasaklayamaz" hükmü getirilmiştir. Buna uygulamada ve yasal düzenlemede marka hakkının tüketilmesi kavramı denilmektedir. Bu ilkenin uygulanabilmesi için yukarıda da değinildiği üzere tescilli markayı taşıyan malların marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmuş olması gerekir. Markalı malların Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi, bu malları yurt dışına satar ( veya yurt dışında menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse ) bunların üçüncü kişiler tarafından yurt dışından satın alınarak Türkiye'ye ithaline (parallel import) engel olamaz. Aynı ilke yabancı markayı taşıyan malların Türkiye'de tek satıcısı ( münhasır lisans sahibi ) durumunda olan ve marka sahibinin izniyle bu markayı adına tescil ettirmiş bulunan kişi bakımından da geçerlidir.
Bu ilkelere göre, davacı gözlükleri ile ayniyet arz eden orijinal vasıfta olup, taklit olmayan gözlükler, kanuni prosedüre uygun olarak menşe ülkesinden başka ülkelerde üretilip, o ülkelerden Türkiye'ye ithal edilmesi halinde, ithalatçı tarafından satılması veya ithalatçı firmadan fatura karşılığı satın alınıp, satışa arz edilmesi halinde, 556 sayılı KHK'nin 9/II. maddesi uygulanmayacaktır.
Yargıtay, karar gerekçelerinde KHK’nın 13/I inci maddesini açıklamıştır. Bu doğrultuda, Türkiye’de ülkesel tükenme rejiminin benimsendiğini kabul etmiş,
90 KAYHAN, 2001, s. 60.
markayı taşıyan orijinal malların hak sahibi veya onun izniyle Türkiye’de ilk defa piyasaya sunulması ile hakkın tükeneceğini ve aynı markayı taşıyan aynı malların yurt dışında piyasaya sunulan farklı bir grubunun üçüncü kişilerce ithalatına engel olunamayacağını karara bağlamıştır.
Ancak kararda açıklanan gerekçeler bir dizi belirsizlik ve çelişkilerle dolu olduğu için eleştirilere konu olmuştur.91 Karar ile ilgili eleştirilere geçmeden önce karardaki bazı çelişkilere açıklık getirmek gerekmektedir. Öncelikle, kararda “Markalı malların Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi, bu malları yurt dışına satar… bunların üçüncü kişiler tarafından yurt dışından satın alınarak Türkiye'ye ithaline (parallel import) engel olamaz.” İfadesinden Türkiye’de piyasaya sunulan malların daha sonra piyasadan toplanarak yurtdışına ihraç edilmesi ve ardından yurt içine aynı malların ithal edilmesi anlaşılmaktadır. Bu durumda paralel ithalat değil geri ithalat söz konusudur. Nitekim geri ithalat tüm tükenme rejimlerinde yasal olarak yapılabilecek bir ticari faaliyet olup, hak sahibi markalı malları ülke içerisinde piyasaya sunarak bu mallar üzerindeki hakkın tükenmesine neden olmuş ve diğer ticari faaliyetleri engelleyemeyecektir. Karar gerekçesinde parantez içerisinde yer alan “yurt dışında menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse” ifadesinden ise yurtdışında üretilmiş ancak henüz Türkiye pazarına sunulmamış markalı mallar anlaşılmaktadır. Bu şekilde üretilmiş mallar Türkiye içerisinde hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmamış olduğundan, bu malların Türkiye içerisindeki marka hakkı da tükenmemiş olacaktır. Dolayısıyla yurtdışında üretilen ve hak sahibinin rızasıyla ilk defa Türkiye’de piyasaya sunulmamış malların üçüncü kişiler tarafından Türkiye’ye ithaline hak tükenmediği için hak sahibi engel olabilecektir.
Bununla birlikte karar gerekçesinde markalı malın üretim yerine vurgu yapılması, tükenme ilkeleri açısından değerlendirildiğinde yersiz olmuştur. Nitekim hakkın tükenmesinin coğrafi sınırları belirlenirken önemli olan malların ilk defa piyasaya sunulduğu yerdir.
91 PINAR, 2000, s. 905 vd.; YASAMAN, 2004, s. 561 vd.; KAYHAN, 2001, s. 61 vd.
Yargıtay, hakkın tükenmesi ilkesini somut olayda “…marka sahibi veya onun izni ile tek satıcı veya münhasır lisans hakkı sahibi tarafından markalı emtia Türk iç pazarına ithal edilip sunulmasından sonra aynı markalı malın üçüncü kişiler tarafından yurt dışından ithali halinde durumun ne olacağının tartışılması gerektiği…” şeklinde yanlış formülize etmiştir. Olayın analizini “marka hakkı sahibinin rızasıyla piyasaya sunulan markalı mallar” yerine “aynı markalı malların ithalatı” şeklinde kurgulamıştır. Ancak, hakkın tükenebilmesi sadece hak sahibinin rızasıyla ilk satışı yapılan markalı malların sayısı ile sınırlıdır. Dolayısıyla, Yargıtay hak sahibi tarafından Türkiye’de henüz piyasaya sunulmamış mallar (aynı markayı taşıdığı ve aynı niteliklerde olduğu) için hakkın tükendiğine hükmetmiştir. Oysaki karar gerekçesinde de atıf yapılan 556 sayılı KHK’nın 13/I inci maddesine göre Türkiye’de ülkesel tükenme rejimi benimsenmektedir. Fakat Yargıtay’ın kararında uluslararası tükenme rejiminin uygulanmış olduğu görülmektedir. Böylece dünyanın herhangi bir yerinde piyasaya sunulan mallar için hak tükenmiş olmakta ve Türkiye’ye ithaline engel olunamamaktadır.
Yargıtay kararının daha iyi anlaşılabilmesi için vurgulamak gereken bir diğer husus ise, tükenmenin “markanın kendisi için mi” yoksa “markayı taşıyan mallar için mi” olduğudur. 556 sayılı KHK’nın “Marka tescilinden doğan hakların tüketilmesi” başlıklı 13 üncü maddesinin ilk fıkrası “Tescilli bir markanın tescil kapsamındaki mal üzerine konularak marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra, mallarla ilgili fiiller marka tescilinden doğan hakkın kapsamı dışında kalır.” hükmü ile sadece piyasaya sunulan mallar için olduğunu belirtmektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında da “Marka sahibinin, birinci fıkra hükmüne girmesine rağmen, malın piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişiler tarafından değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı kullanmalarını önleme yetkisi vardır.” ifadesi ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra bozulması veya değiştirilmesi halinde marka hakkının tükenmeyeceği hükme bağlanmıştır. Hem birinci fıkra hem de ikinci fıkra hükümleri, tükenmenin markanın kendisi için değil, markayı taşıyan somut mallar için söz konusu olacağına açıkça işaret etmektedir. Kaldı ki, tükenmenin markanın kendisi için olduğunu kabul etmemiz halinde, tükenmenin coğrafi sınırlarıyla ilgili ayırım anlamını
yitirmektedir.92 Bu nedenle, tükenmeyle ilgili değerlendirme yapılırken, marka sahibi veya onun izniyle piyasaya ilk kez sunulmuş miktar için, o parti mal için hakkın tükendiği gözden kaçırılmamalıdır.
Yargıtay’ın kararı ile KHK’nın ilgili maddesi arasında yaşanan çelişki ile ilgili olarak yöneltilen eleştirilerden biri de Hamdi PINAR’a aittir. Pınar’a göre KHK’de ülkesel tükenme ilkesi düzenlenmesine karşın, Yargıtay uluslararası tükenme ilkesini benimsemiştir ve bu çelişki Türk öğretisindeki çelişkilerin Yargıtay kararına yansımasından kaynaklanmaktadır.93 Yargıtay kararlarına da yansıyan bu karışıklıklar paralel ithalat ve geri ithalat kavramlarının birbirine karıştırılması ve tükenmenin markanın kendisi için değil, piyasaya sunulmuş somut miktardaki mallar için geçerli olduğu hususunun gözden kaçırılması şeklindedir. Ancak Pınar, KHK’da yer alan ülkesel tükenme rejiminin emredici bir hüküm olmadığını ve asgari bir düzey olarak tükenme ilkesinin belirlenmesi olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla Yargıtay’ın somut olayda, KHK’da belirlenen ülkesel tükenme rejimini aşarak uluslararası tükenme rejimine göre karar vermesinde yasal bir sakınca kalmamaktadır.
Pınar’ın bu görüşü, 89/104 sayılı Yönerge’nin 7 nci maddesinin bölgesel tükenme ilkesi konusunda “maksimum standart” mı olduğu yoksa üye devletlere ulusal takdir yetkisi tanıyan “minimum standart” mı getirdiği yolundaki Avrupa Birliği hukukundaki tartışmalara dayanmaktadır.94 Konu ile ilgili tartışmalara Adalet Divanı Silhouette95 kararı ile açıklık getirmiştir.
Olayın gerçekleştiği tarihte Avusturya’da uluslararası tükenme rejimi uygulanmaktadır. Olayda, Silhouette şirketi Avusturya’da pahalı gözlükler üretmektedir ve 1995 yılında orijinal fakat modası geçmiş gözlükleri, henüz Avrupa Birliği üyesi olmayan Bulgaristan’a ihraç etmiştir. Gözlükleri alan Bulgar şirketi ise
92 KAYHAN, 2001, s. 64.
93 PINAR, 2000, s. 906.
94 KAYHAN, Fahrettin; “Fikri Mülkiyet Hakları ve Rekabet Hukuku ‘Hakkın Tüketilmesi’”, Perşembe Konferansları”, Rekabet Kurumu Yayını, Ankara, Ekim–2002, s. 144.
95 Case C-355/96, Silhouette International Schmied Gmbh v. Hartlauer Handelsgesellschaft mbh [1998] (ECR) ATKD I-4799.
Bulgaristan ve eski Sovyetler Birliği ülkeleri pazarlarında bu malları satışa sunmuştur. Davalı Hartlauer ise bu çerçeveleri Bulgar şirketinden satın almış ve Avusturya’ya ithal ederek satışa sunmuştur. Hartlauer şirketinin markanın yüksek fiyat ve kaliteye dayanan imajına zarar verdiği gerekçesiyle Silhouette şirketi satışın engellenmesi amacıyla konuyu yargıya taşımıştır. Önüne gelen davada Avusturya Yüksek Mahkemesi, ön karar için dosyayı Adalet Divanına göndermiştir.
Mahkemenin dava ile ilgili Divana yönelttiği soruların başında, 89/104 sayılı Yönergenin 7 nci maddesinin varlığına rağmen, iç hukuktaki uluslararası tükenme ilkesinin korunup korunamayacağı gelmektedir. Mahkeme, bu sayede, öğretide iddia edildiği üzere Yönerge’nin üye ülkeler açısından asgari bir düzenleme sunduğu yönündeki görüşlere açıklık getirmek istemiştir.
Divan, uluslararası tükenme ilkesinin Yönergenin 7 nci maddesinin metnine, amacına ve yapısına aykırı olduğuna karar vermiştir. Divanın bu içtihadına göre, madde maksimum bir standart getirmekte ve Üye Devletlere bölgesel tükenme yerine uluslar arası tükenme ilkesini benimseme konusunda takdir yetkisi tanımamaktadır.
Adalet Divanının bu kararından yola çıkıldığında, Yargıtay’ın “Police” kararında ülkesel tükenme ilkesini asgari düzenleme olarak görüp, bunu aşarak uluslararası tükenme ilkesini benimsediğini savunmak iyi niyetli bir bakış açısından öteye gitmeyecektir.
-
Lancome davası, Lancome Parfums Et Boaute Et Cie adına Türkiye’de ve dünyada tescilli bulunan “Lancome” markalarının Türkiye’deki tek satıcısı tarafından; davalı tarafından Türkiye’de satışa sunulan “Lancome” markalı ürünlerin davacının izni olmadan satılmasının marka haklarına tecavüz oluşturduğu iddiası ve tecavüzün tespit ve önlenmesi, ürünlerin satışının önlenmesi ve ürünlerin toplatılarak davacıya iadesi talebiyle açılmıştır.
96 Yarg. 11. HD., T. 26.5.1999, E.1999/2086, K.1999/4505.
97 Yarg. 11. HD., T. 14.6.1999, E.1999/3243, K.1999/5150.
Dexter davası ise, Dexter Shoe Company adına Türkiye’de ve dünyada tescilli bulunan “Dexter” markalarının Türkiye’deki tek satıcısı tarafından; davalının Türkiye’de “Dexter” markalı ürünleri yurtdışından ithal edip mağazalarında satışını yaptığını ileri sürerek, davalının eylemlerinin haksız rekabet oluşturduğunun tespiti, men'ine karar verilmesi talebiyle açılmıştır.
Yargıtay birbirine paralel bu iki farklı olayda da “Police” kararında yer alan gerekçeleri kelimesi kelimesine tekrar ederek, hak sahibi tarafından Türkiye’de piyasaya sunulmayan malların, üçüncü kişiler tarafından bir başka ülkeden ithal edilerek satışa sunulmasına izin vermiştir.
556 sayılı KHK’nın 13 üncü maddesi ile ülkesel tükenme rejiminin benimsendiği ve Adalet Divanın bu konuda verdiği kararlardan yola çıkarak, KHK’da benimsenen ilkenin emredici nitelikte olduğu aşikârdır. Dolayısıyla, Yargıtay’ın uluslararası tükenme ilkesinin sonuçlarını doğuran bu kararlarının yerleşik içtihada dönüşmeden biran önce düzeltilmesi gerekmektedir. Bir diğer alternatif ise, KHK’da yapılacak olan düzenleme ile 13 üncü maddenin değiştirilerek uluslararası tükenme rejimine uygun hale getirilmesidir.
NAF NAF98Kararı
Davacı, Fransız firması adına tescilli ve Türkiye'de lisans hakkına sahip olduğu "Naf Naf" markalı hazır giyim eşyalarının, yetkili bayi olmadığı halde davalı tarafından düşük fiyatla satılmasının haksız rekabet oluşturduğunu ileri sürerek, haksız rekabetin tespiti ve önlenmesine, satışın yasaklanmasına, önlenmesine, hükmün ilanına, yoksun kalınan kar olarak 6 milyar TL maddi tazminat ile 100 milyon TL manevi tazminata faiziyle birlikte karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Yargıtay, davalı tarafından satışa sunulan malların, markanın Türkiye’de münhasır lisans sahibi tarafından piyasaya sunulan ürünler olduğunun tespitini yaptıktan sonra,
98 Yarg. 11. HD., T. 6.11.2000, E.2000/7381, K.2000/8746.
556 sayılı KHK’nın 13/I inci maddesi uyarınca ürünler üzerindeki markadan doğan hakların tükendiğine hükmetmiştir.
Naf Naf kararı, Yargıtay’ın önceki kararlarından farklılık göstermektedir. Somut olaya konu mallar bizzat hak sahibi tarafından piyasaya sunulmuş ve mallar Türkiye pazarının dışına çıkmamıştır. Bu nedenle, Yargıtay’ın tükenmenin coğrafi sınırlarına ilişkin bir yorum yapmasına gerek olmamıştır.
Paralel ithalat yapılmasını cazip hale getiren en önemli sebep aynı malın farklı piyasalarda farklı fiyatlardan satılmasıdır. Söz konusu fiyat farklılıkları, ülkelerin bazı ürün gruplarında fiyata yaptığı müdahaleler, nakliye ve tanıtım maliyetleri ile üreticilerin pazarlama stratejilerinden kaynaklanabilmektedir. Bu anlamda, piyasalar arasında aynı ürünün fiyatında görülen farklılıklar paralel ithalatı beslemektedir.
Dünyadaki tüm ülkelerde paralel ithalata izin verilmesi ön kabulünde bulunursak, aynı malın fiyatında görülen farklılıkların en aza indirilebileceğini varsayabiliriz. Bu anlamda paralel ithalat, ülkeler arasındaki ticareti düzenleyici ve ticarette liberalleşmeyi ve serbestliği sağlamayı amaçlayan GATT ve DTÖ Anlaşmalarının hedeflerini gerçekleştirebilmek amacıyla kullanılabilecek bir araç olarak değerlendirilmelidir.
Paralel ithalat ile bir taraftan serbest ticaret ortamı desteklenirken, diğer taraftan yaratıcı düşünce ve keşif yapanların hakları da korunmalıdır. Dolayısıyla, marka hakkı elinde olan kişinin, markasını geliştirmek için yaptığı yatırımların ve tanıtım faaliyetleri ile gösterdiği çabanın da güvence altına alınması gerekmektedir. Paralel ithalatın yasaklanması, marka hakkı sahibinin menfaatlerini korur ve yaratıcılığı teşvik edici bir rol oynar. Böylece, hak sahibi farklı piyasalarda farklı fiyat politikaları ve lisans sözleşmeleri ile yüksek kazançlar elde edebilecektir. Marka hakkının korunması, hak sahibinin yüksek kazançlar elde etmesine yol açacak; büyük ve güçlü markaların yaratılmasına katkı sağlayacaktır.
Konuya paralel ithalatın etkilediği bir diğer aktör olan tüketiciler açısından bakarsak, paralel ithalatın yapıldığı bir ortamda, tüketiciler aynı markalı malı daha düşük bir fiyattan satın alabilecektir. Ancak, paralel ithalat yoluyla satışı yapılan markalı malın, hak sahibi tarafından satışı yapılan markalı mal ile arasında nicelik olarak bir fark olmamasına rağmen satış sonrası verilen hizmetler açısından büyük farklılıklar ortaya çıkabilir. Satış sonrası garanti ve servis hizmeti, hak sahibi veya yetkili lisans sahibi tarafından sunulan bir hizmet iken, paralel ithalatçı maliyet arttırıcı bu tür
hizmetleri sunmaktan kaçınmaktadır. Nitekim paralel ithalatçının markanın imajını veya değerini korumak gibi bir amacı olmadığı için fiyat farklılıklarından azami düzeyde faydalanmak istemektedir. Dolayısıyla, paralel ithalatın, kısa vadede markalı mallara düşük fiyatlardan sahip olabilecekleri için tüketicilerin yararına olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, tüketiciler özellikle yüksek fiyatlı ve uzun süreli kullanım için satın alınan bazı ürün gruplarında garanti ve servis hizmetlerinin olmamasından dolayı zarar görebileceklerdir.
Paralel ithalatın, marka sahibi olmayan dağıtıcılar ve lisans alanlar üzerindeki etkisi de pek olumlu olmayacaktır. Lisans anlaşmaları ile markanın bir ülkedeki tek satıcılık hakkı için yüksek bedel ödeyen dağıtıcılar, paralel ithalatın serbest olması ile marka-içi rekabetin ve parazit rekabetin (bedavacılık) oluşacağını öngörerek yatırım yapmaktan kaçınacaklardır. Çünkü lisans alabilmek için yapacakları yatırımın kendilerine kar olarak dönebilme ihtimali paralel ithalat yüzünden azalacaktır. Dolayısıyla, paralel ithalatın yasaklanması ile parazit rekabet (bedavacılık) engellenebilecek ve lisans hakkı sahibinin yaptığı yatırımların karşılığını alması sağlanabilecektir.
Görüldüğü üzere, paralel ithalatın piyasadaki aktörler açısından farklı etkileri vardır. Paralel ithalatın yasaklanmasının üreticiler ve lisans sahipleri açısından çok büyük maddi avantajları olmakla birlikte, piyasa etkinliğini ve serbest ticareti olumsuz anlamda etkileyebilecek dezavantajları da bulunmaktadır. Bu anlamda paralel ithalatı tamamen yasaklamaktan ziyade paralel ithalat şartlarının kanunen düzenlenmesi paralel ithalatın olumsuz etkilerini azaltabilecektir.
Hak sahipleri ve lisans sahipleri açısından, hakkın özgül konusunun ve asli fonksiyonun korunması ve paralel ithalatın hak sahibinin ve markanın itibarına zarar vermemesinin garanti altına alınması önemlidir. Ayrıca, paralel ithalatçılara, hak sahibinin veya lisans sahibinin satış sonrası sunduğu teslimat, montaj, garanti ve servis gibi hizmetleri sunma zorunluluğunun getirilmesi gerekmektedir. Bu sayede, paralel ithalatçının maliyetleri artacak, paralel ithalatçının parazit rekabet ve bedavacılık sonucu haksız ve aşırı kazanç elde etmesinin önüne geçilebilecektir.
Dolayısıyla, hak sahiplerinin veya lisans sahiplerinin markayı geliştirmek için yaptıkları yatırımların, kendilerine kazanç olarak geri dönüşü sağlanacaktır. Ayrıca, böyle bir düzenleme ile tüketicilerin uzun vadede karşılaşabilecekleri olumsuzluklar giderilecektir.
Küresel tek bir pazara doğru evrimleşen günümüz ticaretinde bu gibi önlemler uluslararası örgütler vasıtasıyla alınmalı ve uygulamaya konulmalıdır. Ancak, paralel ithalatın ekonomik ve politik etkilerinden dolayı ülkeler tüm dünyada uygulanabilecek uluslararası düzenlemelerden çok kendi ulusal uygulamalarını korumaya çalışmaktadırlar. Ancak belirtmek gerekir ki uluslararası düzenlemelere karşı gösterilen bu direnç çok uzun soluklu olamayacaktır. Nitekim teknolojik gelişmeler vasıtasıyla ulusal sınırların giderek yok olmaya başladığı dünyamızda uluslararası düzenlemelere olan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır.
Mevcut şartlar altında DTÖ eliyle oluşturulabilecek gibi görünen uluslararası düzenlemelerin yanında ulusal anlamda Türkiye’de de kapsamlı bir hukuki düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’deki mevcut hukuki düzenlemelerde ve mahkeme uygulamalarında marka hakkının tükenmesi, tükenmenin coğrafi sınırları, paralel ithalat ve geri ithalat kavramları arasında bir kargaşa mevcuttur.
556 sayılı KHK, tükenmenin coğrafi sınırlarını Türkiye ile sınırlı tutmuştur. Ancak bu hükmün, serbest ticareti engelleyici ve bu doğrultuda uluslararası anlaşmalarla sağlanmaya çalışılan uyumu bozucu olduğu açıktır. Dolayısıyla tükenmenin coğrafi sınırları ile ilgili olarak serbest ticaretin geliştirilebilmesi amacıyla uluslararası tükenme ilkesinin benimsenmesi ve KHK’da bu yönde gerekli değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Nitekim uluslararası tükenme rejimi, yorum hatasından kaynaklansa bile yargı kararları ile uygulamada fiilen hayata geçmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, bu yönde yapılacak bir hukuki düzenlemenin ekonomik boyutları da büyük olacak ve toplumun çok büyük bir kesimi bu düzenlemelerden etkilenecektir. Bu nedenle uluslararası tükenme ilkesi hukuki düzenleme ile açık olarak belirtilene kadar, mevcut KHK’nın 13 üncü maddesinde yer alan ülkesel tükenme rejimi
geçerliliğini korumaktadır ve söz konusu ilke emredici nitelikte olup, hâkime ülkesel tükenme dışında bir ilkeyi benimseme konusunda takdir yetkisi vermemektedir. Dolayısıyla, Yargıtay kararlarında uluslararası tükenme ilkesinin benimsenmesi ve paralel ithalata izin verilmesi yasaya aykırı yorum niteliğindedir.
Hukukumuzda tükenmenin coğrafi sınırı konusunda düzenlemeye ihtiyaç bulunduğu gibi paralel ithalat konusunda da kanuni düzenlemelere ihtiyaç vardır. Yukarıda değindiğimiz uluslararası düzenlemelere benzer hukuki altyapının ulusal düzeyde de oluşturulması gerekmektedir. Ayrıca, gümrük düzenlemeleri ile oluşturulacak hukuki altyapı desteklenmeli ve paralel ithalatın suçlanmasına neden olan sahte ve korsan malların, paralel ithalatı yapılan mallar ile birlikte ithalinin önüne geçilmelidir.
Sonuç olarak, paralel ithalatın olumlu ve olumsuz yönlerine rağmen, yapılacak yasal düzenlemeler ile olumsuz yönleri bertaraf edilebilecek ve olumlu yönlerinden faydalanılabilecektir. Bu aşamada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, uluslararası serbest ticareti sağlamak ile yenilikçi ve yaratıcı fikirleri koruma altına alan fikri mülkiyet hakları arasındaki hassas dengenin kurulmasıdır.
Genel Eserler
ABBOTT, Frederick M.; “First Report (Final) to the Committee on International Trade Law of the International Law Association on the Subject of Parallel Importation”, Journal of International Economic Law, Vol. 1, 1998, s. 607–636.
ARIKAN, Ayşe Saadet; “Fikri ve Sınaî Haklar Kapsamındaki Taklit ve Korsan Malların Gümrüklerde Geçici Olarak Durdurulması”, Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü Avrupa Araştırmaları Dergisi Gümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye’de Fikrî ve Sınaî Hakların Korunması -Özel Sayı-. C.4, S.1–2, 1995/1996, s. 143–168.
ARIKAN, Ayşe Saadet; Fikri ve Sınaî Haklar Açısından Paralel İthalat-AB ve Türkiye-, Ankara üniversitesi Basılmamış Doktora Tezi, Ankara–2001.
ARKAN, Sabih; Marka Hukuku-I, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara–1997.
ARKAN, Sabih; Marka Hukuku-II, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara–1998.
ARKAN, Sabih; “Marka Hakkının Tüketilmesi”, Prof. Dr. Ali BOZER’e Armağan, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara–1998, s. 197–208.
ARI, M. Haluk; Patent Lisansı Anlaşmalarında Münhasırlık ve Bölgesel Sınırlamalar, Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezi, Ankara–2001.
ARI, Zekeriya; “Marka Hakkının Tüketilmesi”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XI, S. 1–2, s. 279–303.
ASLAN, Adem; Türk ve AB Hukukunda Fikri Mülkiyet Haklarının Tükenmesi, Beta Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul–2004.
ASLAN DÜZGÜN, Ülgen; Marka Hakkının Tükenmesi Ve Paralel İthalat, Yetkin Yayınları, Ankara–2010.
BEIER, Friedrich-Karl; “The Doctrine of Exhaustion in EEC Trademark Law-Scope and Limits”, IIC 1979 Vol. 01, s. 20–51.
BEIER, Friedrich-Karl; “Industrial Property and The Free Movement of Goods in the Internal European Market”, IIC 1990 Vol. 02, s. 131–160.
CORNISH, W.R.; Intellectual Property, Sweet&Maxwell, London–1996.
ÇOLAK, Uğur; “Paris Sözleşmesi’nin 6bis Maddesi Anlamında Tanınmış Markalar, Bu Tanınmışlığın Nasıl Belirleneceği Sorunu ve WIPO Kriterleri”, FMR, S.2004/2, Cilt 4, s. 23–68.
DALKIRAN, Mustafa; Avrupa Topluluğu ve Türk Hukuku Açısından Marka Hukukunda Hakkın Tüketilmesi, Ankara Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara– 2006.
FINK, Carsten/MASKUS, Keith E.; Intellectual Property and Development: Lessons from Recent Economic Research, World Bank Publications, New York–2005.
FRANZOSI, Mario; “Grey Market – Parallel Importation as a Trademark Violation or an Act of Unfair Competition”, IIC 1990, Vol. 02, s. 194–208.
GÜÇER, Sülün; Rekabet Hukukunda Hakim Durumun Kötüye Kullanılması Çerçevesinde Sınaî Mülkiyet Hakları, Rekabet Kurumu Yayını, Ankara–2005.
HEATH, Cristopher; “Parallel Imports and International Trade”, IIC 1997, V. 05, s. 623–632.
HORNER, Simon; Parallel Imports, Collins, London–1987.
İNAN, Nurkut; “Tek Satıcılık Sözleşmesi ve Üçüncü Kişiler”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi 1993, C.XVII, S.2, s. 55–77.
KARAKURT, Yasemin; Marka Tescilinden Doğan Hakların Tüketilmesi İlkesi Ve İstisnaları, Başkent Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara–2007.
KARAYALÇIN, Yaşar; Ticaret hukuku dersleri: I: Giriş-ticari işletme, Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara–1968.
KAYA, Arslan; Marka Hukuku, Arıkan Bas. Yay. Dağ., İstanbul–2006.
KAYHAN, Fahrettin; “Türk Marka Hukuku Açısından Paralel İthalat ve Marka Hakkının Tükenmesi”, Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi (FMR), Yıl 2001, Cilt 1, Sayı 1, s. 51–71.
KAYHAN, Fahrettin; “Fikri Mülkiyet Hakları ve Rekabet Hukuku ‘Hakkın Tüketilmesi’”, Perşembe Konferansları, Rekabet Kurumu Yayını, Ankara, Ekim– 2002, s. 131–150.
KUR, Annette; “Well-Known Marks, Highly Renowned Marks and Marks Havin a (High) Reputation-What’s It All About?”, ICC Vol.23 No.2/1992, s. 218–231.
MICHEALS, Amanda; A Practical Guide to Trade Mark Law, Oxford University Press, London–1996.
NART, Serdar; “Rekabetin Korunması Kapsamında Fikrî ve Sınaî Hakların Sınırları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 11, Sayı:1, 2009, s. 113–146.
OKUTAN, Gül; “Exhaustion of Intellectual Property Rights: A Non Tarif Barrier to International Trade?”, Annales de la Faculte de Droit d’Istanbul 1996, C. 30, S. 46, s. 110–128.
PINAR, Hamdi; Marka Hukukunda Hakların Tükenmesi, Kemal Oğuzman’a Armağan, Beta Yayınevi, İstanbul–2000.
SCHNEIDER, David, A.; “Vivitar Corp. v. United States: The Beginning of the End of the Gray Market”, The American University Law Review, Vol. 35, 1986, s. 1207– 1209.
SOLTYSİŃSKİ, Stanislaw; “International Exhaustion of Intellectual Property Rights under the TRIPs, the EC Law and the Europe Agreements”, GRUR Int. 1996, s. 316– 326.
STOTHERS, Cristopher; Paralel Trade in Europe-Intellectual Property, Competition and Regulatory Law, Hart Publishing, Oxford–2007.
TAYLAN ÇAMLIBEL, Esin; Marka Hakkının Kullanımıyla Paralel İthalatın Engellenmesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara–2001.
TEKDEMİR, Yaşar; “Marka Hakkının Tükenmesi İlkesi ve Paralel İthalat Sorununa İktisadi bir Yaklaşım”, Rekabet Dergisi, S.13, Ocak, Şubat Mart 2003, s. 3–33.
TEKİNALP, Ünal; Fikri Mülkiyet Hukuku, 3. Baskı, Beta Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul–2004.
TROGH, Ramses; The International Exhaustion Of Trade Mark Rights After Silhouette: The End Of Parallel Imports?, University of Lund Master Thesis Lund 2002.
VERMA, S.K.; “Exhaustion of Intellectual Property Rights and Free Trade-Article 6 of the TRİP’s Agreement”, IIC Vol.29 No:5, 1998, s. 534–567.
WARWICK, Rothnie A.; Parallel Imports, Sweet & Maxwell, London–1993.
YALÇINER, Uğur G.; Sınaî Mülkiyetin İlkeleri, Yalçıner Danışmanlık ve Dış Tic. Ltd. Şit., Ankara, Haziran 2000.
YASAMAN, Hamdi (ALTAY, Sıtkı Anlam/AYOĞLU, Tolga/YUSUFOĞLU, Fülürya/YÜKSEL, Sinan); Marka Hukuku I, Vedat Yayınevi, İstanbul–2004.
YASAMAN, Hamdi (ALTAY, Sıtkı Anlam/AYOĞLU, Tolga/YUSUFOĞLU, Fülürya/YÜKSEL, Sinan); Marka Hukuku II, Vedat Yayınevi, İstanbul–2004.
YILDIZ, Burçak; Eser Sahibinin Yayma Hakkının Tükenmesi, Prof. Dr. Turgut KALPSÜZ’e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara–2003.
YOUNG, John, A.; “The Gray Market Case”, The Notre Dame Law Review, Vol.61, 1986, s. 838–866.
YUSUF, Abdulqawi A./MONCAYO VON HASE, Anderés; “Intellectual property protection and international trade-exhaustion of rights revisited”, World Competition Law and Economics Review, 1992/93, Vol. 16, s. 115–131.
Uluslararası Mahkeme Kararları
Case 58/64, Conste S.a.R.L and Grundig-Verkaufs-GmbH v. Commission [1966] ECR 299.
Case 78/70, Deutsche Grammophon GmbH v. Metro-SB-Grossmarkte GmbH & Co KG [1971] ECR 487.
Case 15/74, Centrafarm v. Sterling Drug [1974] ECR 1147. Case 16/74, Centrafarm v Winthrop, [1974] ECR 1183.
Case 102/77, Hoffman-La Roche v. Centrafarm [1978] ECR 1139.
Case 3/78, Centrafarm BV v. American Home Products Corp. [1978] ECR 1823. Case 1/81, Pfizer Inc. v. Eurim Pharm GmbH, [1981] ECR 2913.
Joined Cases C-429/93 and C-439/93 Bristol-Myers Squibb and Others v. Paranova [1996] ECR 3457.
Case 337/95, Parfums Christian Dior v Evora [1997] ECR 6013.
Case 355/96, Silhouette International Schmied Gmbh v. Hartlauer Handelsgesellschaft mbh [1998] ECR 4799.
Case 379/97, Pharmacia and Upjohn v. Paranova [1999] ECR 6927.
Case 143/00, Boehringer Ingelheim, Glaxo Group and Others v. Swingward Ltd and Dowelhurst Ltd [2002] ECR 3759.
Case 53/03, Synetairismos Farmakopion Aitolias & Akarnanias (Syfait) v Glaxo Smith Kline [2005] ECR 4609.
Adams v Burke, 84 U.S. (17 Wall) 453,456 (1873).
H. J. Heinz Co. Of Canada v. Edan Food Sales Inc. (1991) 35 CPR (3d) 213
Smith & Nephew Inc. v. Glen Oak Inc. (1996) 68 CPR (3d) 153.
Yargıtay Kararları
Yarg. 11. HD., T. 12.3.1999, E.1998/7996, K.1999/2099. Yarg. 11. HD., T. 26.5.1999, E.1999/2086, K.1999/4505. Yarg. 11. HD., T. 14.6.1999, E.1999/3243, K.1999/5150. Yarg. 11. HD., T. 6.11.2000, E.2000/7381, K.2000/8746.
T.C.
TÜRK PATENT ENSTİTÜSÜ MARKALAR DAİRESİ BAŞKANLIĞI
MARKA HAKKININ TÜKENMESİ VE PARALEL İTHALAT
Serbest rekabet şartlarını ve kaynakların verimli kullanımını sağlamanın temel koşulu tekellerin yok edilmesi iken, fikri mülkiyet hakları hak sahibine sağladığı inhisari yetkiler ile tekellerin oluşmasına imkân tanımaktadır. Bu doğrultuda, serbest ticaret ile fikri mülkiyet arasındaki dengeyi sağlayabilmek amacıyla hakkın tükenmesi ilkesi geliştirilmiştir.
Paralel ithalat, piyasa başarısızlıklarına neden olan tekelleşmeyi engelleme araçlarından bir tanesidir. Paralel ithalat, ülke dışında düşük fiyattan elde edilen orijinal nitelikli ürünün, piyasasında aynı malın bulunduğu ülkeye hak sahibinin rızası dışında ithal edilmesidir. Bir ülkede uygulanan tükenme rejimi ile belirlenen tükenmenin coğrafi sınırları, ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarından kaynaklanan “paralel ithalatın” meşruiyetini belirleyecek temel etmendir. Dolayısıyla, marka hakkı sahibinin, markalı malların paralel ithalatını engelleyebilmesi hakkın tükenmesine bağlıdır.
Çalışmada, paralel ithalat ile hakkın tükenmesi arasındaki ilişki, paralel ithalatın piyasalardaki rekabeti, dış ticaret politikalarını, uluslararası ticareti, üreticileri ve tüketicileri doğrudan etkileme potansiyeli nedeniyle detaylı olarak incelenmiştir. Bu kapsamda hakkın tükenmesi ve paralel ithalat ilişkisi yurtiçi ve yurtdışı yargı kararları ışığında ele alınmıştır.
In this study, the relationship between parallel import and exhaustion is examined in detail taking into consideration the potential effects of parallel import on competition, foreign trade policy, international trade, manufacturers and consumers. In this context, the relationship between parallel import and exhaustion is elaborated in light of the court judgments both at domestic and international level.
MARKA KAVRAMI, FONKSİYONLARI, TÜRLERİ VE MARKA HAKKI
1.1.2.1.Çizimle Görüntülenebilme veya Benzer Şekilde İfade Edilebilme.... 10
Kaynak (Menşe)GöstermeFonksiyonu11
Marka Hakkının TescilİleKazanılması18
Tescil İçin Başvuru Yapma HakkınaSahipOlanlar19
Tescil İle SağlananHaklarınKapsamı22
Tescil İle SağlananHaklarınSınırları26
Markanın Hükümsüzlüğü ve Marka HakkınınSona Ermesi26
Coğrafi Alana Göre BelirlenenTükenmeÇeşitleri35
Hakkın Özgül Konusu(HakkınÖzü)41
Markasız Orijinal Nitelikteki Malların Üçüncü Kişiler Tarafından Markalanarak Satılması 45
Markalı Malın DeğiştirilmesiKötüleştirilmesi46
Markalı MalınReklamlardaKullanılması48
Markalı MalınYenidenPaketlenmesi49
2.7.4.2.Ürünün Orijinal Koşullarının Korunması............................................ 53
2.7.4.3.Markanın ve Marka Sahibinin İtibarı.................................................. 54
2.7.4.4.Önceden Uygun Bildirim................................................................... 54
PARALEL İTHALAT VE HAKKIN TÜKENMESİ
Marka Hakkının Tükenmesi Paralelİthalat65
Tükenmenin Coğrafi Sınırları Paralelİthalat66
Ulusal/Ülkesel Tükenme veParalelİthalat67
Bölgesel Tükenme Paralelİthalat67
Uluslararası Tükenme Paralelİthalat68
Paralel İthalatın YasaklanmasınınOlumluEtkileri68
Paralel İthalat YapılmasınınOlumluEtkileri70
Paralel İthalatın Gri Ticaret GeriİthalattanFarkları71
AB: Avrupa Birliği
ABD: Amerika Birleşik Devletleri
Adalet Divanı: Avrupa Toplulukları Adalet Divanı AEA: Avrupa Ekonomik Alanı (European Trade Area) AT: Avrupa Toplulukları
AT Antlaşması: Avrupa Topluluklarını Kuran Roma Antlaşması
Bkz.: Bakınız
C. : Cilt
DTÖ: Dünya Ticaret Örgütü ECJ: European Court of Justice ECR: European Court Reports Ed.: Edition
GATT: Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (General Agreement on Tariffs and Trade)
GRUR Int.: Gewerblicher Rechtsschutz Internationaler Teil und Urheberrecht (The German Association for the Protection of Intellectual Property)
HD: Hukuk Dairesi
IIC: International Review of Industrial Property and Copyrigth Law
KHK: Kanun Hükmünde Kararname Komisyon: Avrupa Toplulukları Komisyonu Md./m.: Madde
OJ: Official Journal of the Communities
s. : Sayfa
S. : Sayı
TPE: Türk Patent Enstitüsü
Topluluk: Avrupa Toplulukları
TRIPS: Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması
vd.: ve devamı Vol.: Volume Yarg.:Yargıtay
Küresel çapta güçlenen firmalar, fikri ve sınaî hakların sağladığı tekel hakkı sayesinde farklı ülkelerde farklı fiyat politikaları ile kârlarını maksimize etmek istemektedirler. Ülkeler arasında aynı malın fiyatında görülen bu farklılıklar, hak sahiplerinin üretim ve dağıtım şebekesinin dışında kalan üçüncü kişiler tarafından fırsat olarak görülmüştür. Mallar, fiyatın düşük olduğu ülkeden satın alınarak, fiyatın yüksek olduğu ülkeye ithal edilmekte ve aradaki fiyat farkı kadar kazanç elde edilmektedir.
Öğretide paralel ithalat olarak adlandırılan bu uygulama, piyasasında aynı malın bulunduğu bir ülkeye markalı malların ithal edilerek, orijinal nitelikli mallar arasında marka-içi rekabete neden olmaktadır. Bu anlamda ülkeler arası ticaret unsurunu da içinde barındıran paralel ithalat, hak sahiplerinin fiyat politikalarını olumsuz anlamda etkilemektedir. Dolayısıyla hak sahipleri paralel ithalatı engelleyici tedbirler arayışında olmuşlardır.
Hak sahiplerinin bu arayışı çerçevesinde, borçlar hukuku ve rekabet hukukundan doğan haklar ile fikri ve sınaî haklar oldukça sık irdeleme konusu yapılmaktadır. Ancak anılan farklı hukuk disiplinlerinden doğan haklar arasında paralel ithalat üzerinde en etkili olanı, hak sahiplerine tanıdığı inhisarî yetkilerden dolayı fikrî ve sınaî haklardır.
Fikri ve sınaî hakların, hak sahibine verdiği mutlak yetkilerin başında, hak konusu ürünü üretmek, piyasaya sürmek, ithalat ve ihracat yetkileri bulunmaktadır. Özellikle ithalat ile ilgili yetki, paralel ithalatçıya karşı kullanılacak en önemli araç olmaktadır.
Bununla birlikte, küresel ticaretin geliştirilmesi ve serbestleştirilmesi çalışmaları, bir yandan fikrî ve sınaî hak sahiplerinin korunması esasına dayanırken, diğer yandan bu hak sahiplerinin mutlak yetkileri ile korumak gereken rekabet düzeni ve serbest ticaret kuralları arasında bir denge arayışını da beraberinde getirmiştir. Bu denge fikrî ve sınaî hak sahiplerinin bazı yetkilerinde, paralel ithalatçının lehine
kısıtlamalar getiren ilkelerin doğmasına yol açmıştır. Bu yapılırken; daha önce, bu haklara konu malların iç ticaret üzerindeki olumsuz etkilerini gidermek için geliştirilen bazı ilkeler (hakkın tükenmesi gibi), ülkelerin uluslararası ticaret tercihleri doğrultusunda yeniden şekillendirilmiştir. Böylece ülkesel, bölgesel, uluslararası ilkeler doğmuştur.
Bu tezin konusunu da, diğer hukuk disiplinlerinin paralel ithalat üzerindeki etkilerinden çok, fikri sınaî hakların alt dalı olan marka hakkının ve hakkın tükenmesinin paralel ithalat üzerindeki etkileri oluşturmaktadır. Bu anlamda, çalışmanın temel noktası marka hakkının ticaret üzerindeki etkileri ve tükenme ilkesi ile ticaret arasındaki ilişkinin incelenmesidir. Bununla birlikte, paralel ithalatın olumlu ve olumsuz etkileri ve tükenme rejimleri ile ilişkisi irdelenerek Türk hukuk sisteminde konunun ele alınış biçimleri tartışılmıştır. Yurtiçi ve yurtdışında mahkemelerin verdiği kararlar doğrultusunda paralel ithalat ve tükenme ilişkisi değerlendirilecek olup, alınan kararların ulusal ve uluslararası ticarette bıraktığı etkiler tartışılacaktır.
Yukarıda yer alan temel noktaların ışığında, marka hakkının tükenmesi ve paralel ithalat ilişkisinin incelendiği bu tez üç bölümden oluşmaktadır.
“Marka Kavramı, Fonksiyonları, Türleri ve Marka Hakkı” başlıklı birinci bölümde, markanın tanımı, fonksiyonları ve türleri açıklandıktan sonra marka hakkı ve bu hakkı elde edebilme şartları incelenmiştir. Bununla birlikte, tescilli markanın sahibine sağladığı haklar ve bu hakların sona erme koşulları yine bu bölümde ele alınan konulardır.
“Marka Hakkının Tükenmesi” başlıklı ikinci bölümde ise tükenmenin tanımı, tarihsel gelişimi ve koşulları ile tükenmenin coğrafi sınırlarının belirlenmesi için geliştirilen ilkeler açıklanmış ve tükenmenin koşulları meydana gelmesine rağmen tükenmenin gerçekleşmemiş sayıldığı istisnalar vurgulanmıştır.
Çalışmanın son bölümünü oluşturan “Paralel İthalat ve Hakkın Tükenmesi” başlıklı üçüncü bölümünde de paralel ithalat kavramının tanımı, şartları ve nedenleri açıklandıktan sonra, hakkın tükenmesi ile paralel ithalat ilişkisi kurulmuş ve tükenmenin coğrafi sınırlarının paralel ithalat üzerindeki etkisi incelenmiştir. Bu bölümde ayrıca, paralel ithalatın yapılmasının veya yasaklanmasının etkileri tartışılmış; birbirleriyle çokça karıştırılan paralel ithalat, gri ticaret ve geri ithalat kavramları arasındaki farklar açıklanmıştır. Bölümde son olarak Yargıtay’ın konuya ilişkin vermiş olduğu kararlar ve bu kararlara ilişkin eleştiriler ve değerlendirmeler yer almıştır.
MARKA KAVRAMI, FONKSİYONLARI, TÜRLERİ VE MARKA HAKKI
Markanın Tanımı veUnsurları 1.1.1.Tanımı
Marka kavramının değişik tanımları olmakla birlikte, 1995 yılına kadar yürürlükte olan 551 sayılı Markalar Kanunda tek bir tanım yer almaktaydı. Anılan kanunun 1 inci maddesine göre, “Marka, sanayide, küçük sanatlarda, tarımda, imal, ihzar, istihsal olunan veya ticarette satışa çıkarılan her tür emtiayı başkalarınınkinden ayırt etmek için bu emtia ve ambalajı üzerine konulan işarettir.”
Bununla birlikte 1995 yılında 551 sayılı Kanunun yerine yürürlüğe giren 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte marka tanımları da genişletilmiştir. Buna göre anılan KHK’nın “Tanımlar” başlıklı 2 nci maddesinde, markanın, ortak markalar ve garanti markaları dahil ticaret ve hizmet markalarını ifade ettiği belirtilmiş olup açık bir tanıma yer verilmemiştir. Diğer taraftan, KHK’nın 4128 sayılı Kanunla değişik 5 inci maddesinde marka tanımlanmış ve marka olarak kullanılabilecek işaretlere yer verilmiştir. Anılan madde hükmüne göre, marka “bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal ve hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dahil, özellikle sözcükler, şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayınlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işareti içerir”.
1.1.2.Unsurları
Marka olarak kullanılacak işaretin iki unsuru bulunmalıdır. Birincisi, marka çizimle görüntülenebilmeli veya benzer şekilde ifade edilebilmelidir. İkincisi, ayırt edici
karaktere sahip olmalıdır. Bu şartları taşımakla birlikte marka olabilecek işaretler çok geniş tutulmuştur.
1.1.2.1.Çizimle Görüntülenebilme veya Benzer Şekilde İfade Edilebilme
Çizimle görüntülenebilme ile amaçlanan, tescili sağlamaya yönelik olarak işaretin kâğıt üzerinde gösterilebilmesidir.1 Çizimle görüntülenebilme, hem şekli hem de yazıyı kapsayacak şekilde anlaşılmalıdır. Marka olarak tescil edilen işaretlerin çoğunun sözcükler ve iki boyutlu işaretlerden oluşması, bu unsurun yerine getirilmesine olanak sağlamaktadır. Diğer taraftan değişen rekabet koşulları nedeniyle markanın kapsamında da değişiklikler meydana gelmekte ve yeni marka türleri ortaya çıkmaktadır. Ses, müzik, koku ve üç boyutlu işaretlerin de marka olarak koruma kapsamına alınmak istemesi ile birlikte çizimle görüntülenebilme veya benzer şekilde ifade edilebilme unsurunu yerine getirebilmek için uygulamada yeni yöntemler getirilmiştir. Bu durumda müziğin notalara dökülerek, sesin tanımlanarak, kokunun formülle ifade edilerek tescil edilmesi mümkündür. Üç boyutlu işaretlerin tescili bakımından ise, bu işaretlerin iki boyutlu ayrıntılı çizimlerinin hazırlanması ile çizimle görüntülenebilme koşulu yerine getirilmiş olacaktır.
1.1.2.2.Ayırt Etmeyi Sağlama
KHK’da yer alan marka tanımında da değinildiği üzere marka olarak kullanılacak işaretin, bir işletmenin mal veya hizmetlerini bir başka işletmenin mal veya hizmetlerinden ayırt etme özelliğinin bulunması gerekmektedir. Zira markanın ayırt edici özelliğe sahip olması markanın temel fonksiyonlarını yerine getirmesi açısından da zorunludur. Dolayısıyla, örneğin “saç şampuanı”, “çilek reçeli” gibi sözcük grupları marka olarak kullanılamaz. Nitekim bu kelimelerin mal veya hizmetleri diğerlerinden ayırt edici bir özelliği bulunmamaktadır. Diğer yandan bu husus 556 sayılı KHK’nın “Marka Tescilinde Ret İçin Mutlak Nedenler” başlıklı 7 nci maddesinin (c) fıkrasında da “Ticaret alanında cins, çeşit, vasıf, kalite, miktar, amaç, değer, coğrafi kaynak belirten veya malların üretildiği, hizmetlerin yapıldığı zamanı gösteren veya malların ve hizmetlerin diğer karakteristik özelliklerini belirten işaret
1 MICHEALS, Amanda; A Practical Guide to Trade Mark Law, Oxford University Press, 2nd EEd., London-1996, s. 13.
ve adlandırmaları münhasıran veya esas unsur olarak içeren markaların tescil edilemeyeceği” şeklinde vurgulanmıştır.
- Marka tanımında olduğu gibi, literatürde markanın fonksiyonlarını tanımlamada da farklı ayrımlara gidilmiş olmakla birlikte, bu fonksiyonlar temelde dört ana başlık altında toplanabilir.
Ayırt EdicilikFonksiyonu
Markanın en temel unsurlarından birisi olmasının yanı sıra ayırt edicilik markanın fonksiyonlarının da en başında gelir. Markanın marka olabilme özelliğinin belirlenmesine ve marka hakkı ihlaline ilişkin geliştirilen koruma mekanizmalarının büyük bir bölümü markanın ayırt edicilik fonksiyonu üzerine inşa edilmektedir.
Tek bir satıcının faaliyet gösterdiği tekel piyasalar hariç diğer bütün piyasalarda genel olarak birden fazla üretici yer almakta ve birbiri yerine ikame edilebilir ürünler üretilmektedir. Bu tür piyasalarda tüketici tercihlerini etkileyen ve belirleyen birçok farklı faktör olmakla birlikte, bu faktörler arasında en temel ve belirleyici olan markalardır. Markalar geleneksel olarak tüketici tarafından üretici ile ürün arasında bir bağ kurulmasına katkı sağlamanın yanı sıra ürün ile belirli bir kalite seviyesini ilişkilendirerek söz konusu markayı taşıyan malların diğer mal ve hizmetlerden kolayca ayırt edilmesini sağlamaktadır.
Kaynak (Menşe) GöstermeFonksiyonu
Marka mal veya hizmetin kimin tarafından üretildiğini gösterir. Tarihsel süreç içerisinde, markaların gelişimine ve hatta ilk ortaya çıkış amacına bakıldığında da en temel amacın menşe göstermek, üreticiyi işaret etmek olduğu görülecektir.
Üretim olanaklarının ve miktarının çok sınırlı olduğu ve dağıtım kanallarının çok dar olduğu antik dönemden günümüz küresel piyasalarına kadar geçen süreçte, artan nüfus ve tüketimin yanı sıra üretici sayısının ve üretim miktarı ile ürün çeşitlerinde
yaşanan engellenemez artış, markanın kaynak gösterme fonksiyonunun etkisinin zayıflamasına neden olmuştur. Günümüz küresel dünyasında marka sahipleri ile üreticiler aynı kişiler olmayabildikleri gibi ürünün tüketiciye nihai sunumuna kadar geçen süreçte çok sayıda farklı faktör etkili olmaktadır.
Buna rağmen markanın kaynak gösterme fonksiyonunun tamamen önemini yitirdiğini söylemek mümkün değildir. Özellikle, dayanıklı tüketim malları, araba, taşımacılık, sağlık veya turizm gibi malın veya hizmetin kalitesinin marka sahibi ile doğrudan ilgili olduğu sektörlerde kaynak gösterme fonksiyonu hala önemini korumaktadır.
Marka, tüketiciye malın veya hizmetin belirli niteliklere ve kaliteye sahip olduğu güvencesini sağlar. Tüketici aynı marka altında piyasaya sunulan mal veya hizmetin daima aynı niteliğe ve kaliteye sahip olacağı inancını ve beklentisini taşır. Garanti fonksiyonu sadece kaliteli ürün anlamına gelmemektedir. Üreticiler aynı marka altında piyasaya sundukları ürünlere göre bazen kalitenin garantisi işlevini görürken, bazen ürün fonksiyonlarının, tasarımının, kullanım kolaylığının, fiyatının, ya da güvenliğinin garantisi olabilmektedir.
Günümüzde tüketici tercihlerini etkileyen en önemli unsurlardan birisi olan markanın garanti fonksiyonunu tam olarak yerine getirebilmesi için o marka altında piyasaya sunulan ürünlerin niteliklerinde, kalitesinde, fiyatında veyahut güvenliğinde bir tutarlılık olması gerekmektedir.
Markanın garanti fonksiyonuna 556 sayılı KHK’da açıkça yer verilmemekle birlikte, marka sahibine bu fonksiyonu koruma imkânı sağlanmıştır. Örneğin, KHK’nın 13/II inci maddesinde, marka sahibine, malın piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişilerce değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı olarak kullanılmasını önleme hakkı tanınmıştır. Markanın garanti fonksiyonu lisans alana karşı da korunmuştur. KHK’nın 21/VIII inci maddesine göre marka sahibi lisans altında
üretilen malın veya sunulan hizmetin kalitesini garanti edecek önlemleri alma hakkına sahiptir.
Reklam veTanıtım
Ticari ve ekonomik yönden markanın bir diğer önemli fonksiyonu da reklamdır. Bir ürünün tüketici tarafından tercih edilmesi aşamasına gelinceye kadar geçmesi gereken birçok aşama mevcuttur. Yatırım fikri, planlanması, ar-ge çalışmaları, pazar araştırmaları, üretimin finansmanı, ürün standartlarının belirlenmesi, ürünün tasarımı, satışı, pazarlanması ve satış sonrası işlemler dahil daha birçok aşama mevcuttur. Bu üzün süreç ve çabanın tek bir hedefi vardır; tüketiciye ulaşabilmek. Mevcut rekabetçi koşullarda tüketici tercihlerine yön verebilmenin en önemli enstrümanı kuşkusuz reklam ve tanıtımdır.
Ayırt edicilik ve kaynak gösterme fonksiyonunun sonucu olarak, marka üretici ve tüketici arasında bir bağ kurulmasına katkı sağlamakta ve firmalar markalarının bilinirliği oranında reklam fonksiyonunu kullanarak bu bağı kuvvetlendirmek istemektedirler. Bu doğrultuda, tüketicinin beğendiği ürünü hatırlaması ve tekrar satın almasını sağlayarak müşteri bağlılığını oluşturmak istemektedirler.
Özellikle markaların bilinirliği arttıkça reklam fonksiyonu daha etkin olarak kullanılabilmektedir. 556 sayılı KHK, markaların reklam fonksiyonuna doğrudan bir atıf yapmamakla birlikte, KHK’nın 8 inci maddesinde, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumlarda, marka sahibine başka sınıflarda yapılmış olan marka tescil başvurularını engelleme hakkı tanıyarak reklam ve tanıtım sonucu kazanılan tanınmışlığı koruma altına almıştır.2
556 sayılı KHK’nın 5 inci maddesine uygun olarak tescil edilen markalar özelliklerine ve kullanım amaçlarına göre farklı gruplar altında toplanmaktadırlar. Bu doğrultuda markaları KHK’nın 2 nci maddesinde sayılan “ticaret markaları, hizmet markaları, ortak marka ve garanti markası” ile “tanınmış markalar” olarak 5 alt gruba ayırmak mümkündür.
- Ticaret markasının tanımı 556 sayılı KHK’nın uygulama şeklini gösterir yönetmeliğin 8 inci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, “ticaret markası”, “Bir işletmenin üretimini ya da ticaretini yaptığı malları, başka işletmelerin mallarından ayırt etmeye yarayan işarettir.”
Tanımdan da anlaşılacağı üzere ticaret markaları, sadece üreticilerin kullanım hakkına sahip olduğu değil başka üreticiler tarafından imal edilen malları kendi markası altında satan firmaların da kullanım hakkına sahip olduğu bir markadır.
- 556 sayılı KHK’nın “Tanımlar” başlıklı 2 nci maddesi “Bu Kanun Hükmünde Kararnamede geçen Marka; ortak markalar ve garanti markaları dahil ticaret markaları veya hizmet markalarını ifade eder” hükmü ile hizmet markalarını telaffuz etmekle birlikte KHK’nın ilerleyen bölümlerinde herhangi bir tanıma yer verilmemiştir.
Bununla birlikte hizmet markalarının tanımına KHK’nın Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmeliğin 4 üncü maddesinde yer verilmiştir. Bu maddeye göre, “hizmet markası, bir işletmenin hizmetlerini, diğer işletmelerin hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan her türlü işarettir.”
Ortak marka üretim, ticaret veya hizmet işletmelerinden oluşan bir grup tarafından kullanılmak üzere oluşturulan ve işletmelerin mal ve hizmetlerini diğer işletmelerin mal ve hizmetlerinden ayırmaya yarayan işaretlerdir.
551 sayılı Markalar Kanununda düzenlenmemiş olmakla birlikte 556 sayılı KHK’nın 55 inci maddesinde ortak markaya yer verilmiştir. Anılan madde hükmüne göre, “Ortak marka, üretim, ticaret veya hizmet işletmelerinden oluşan bir grup tarafından kullanılan işarettir. Ortak marka gruptaki işletmelerin mal veya hizmetlerini diğer işletmelerin mal veya hizmetlerinden ayırt etmeye yarar.”
Ortak markaya ilişkin bir başka tanımlamada KHK’nın Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmelikte yapılmıştır. Anılan Yönetmeliğin 4 üncü maddesinde ”Bir sözleşme çerçevesinde tüzel kişilerin veya tüzel kişilik meydana getirmeksizin bir araya gelen gerçek kişilerin oluşturduğu birliğe dahil işletmelerce üretilen mal ve/veya hizmetleri, diğer işletmelerin mal ve/veya hizmetlerinden ayırt etmeye yarayan ve bu işletmelerce ayrı ayrı kullanılabilen işareti ifade eder” denilmektedir.
Bir ortak markanın tescili başvurusunda markanın kullanılma usul ve şeklini gösteren bir teknik yönetmelik hazırlanarak Markalar Dairesine sunulması zorunludur. (KHK.
m. 56/1) Ayrıca ortak markalar ticaret ve hizmet markaları gibi devre konu olabildiği gibi lisans anlaşmalarına da konu olabilmektedirler.
- Garanti markaları, 556 sayılı KHK’nın 2 nci maddesinde zikredilmekle birlikte KHK’nın 54 üncü maddesinde tanımlanmıştır. Anılan maddeye göre, “garanti markası, marka sahibinin kontrolü altında birçok işletme tarafından o işletmelerin ortak özelliklerini, üretim usullerini, coğrafi menşelerini ve kalitesini garanti etmeye yarayan işarettir.”
KHK’nın Uygulama Şeklinin Gösterir Yönetmelikte ise garanti markaları biraz daha detaylandırılarak 4 üncü maddede şu şekilde tanımlanmıştır, “garanti markası: Marka sahibinin kontrolü altında, bu markayı kullanmaya yetkili kılınmış birçok işletme tarafından üretilen mal ve/veya hizmetlerin ortak özelliklerini, üretim usullerini, coğrafi kaynaklarını ve kalitesini garanti etmeye yarayan işareti ifade eder.”
Tanımdan da anlaşılacağı üzere ortak markalar mal ve hizmetlerin belirli bir işletmeler grubunca üretildiğini ifade ederken, garanti markaları marka sahibinin kontrolü altında üçüncü kişilerce üretilen mal ve hizmetlerin belirli bir kalite seviyesinde olmasını garanti altına alır.
Garanti markası çoğunlukla ayrı bir ticaret veya hizmet markası ile birlikte ve garanti markasını kullandıran kuruluşun denetim altında kullanılmaktadır. Bu nedenle garanti markasının sahibi olan kişi veya kuruluşlar denetimden de sorumlu oldukları için belirli bir kaliteyi veya niteliği garanti altına alan bu işaretleri kendilerinin veya iştiraklerinin kullanımına izin verilmez. Denetimin şeffaflığını ve tüketiciler açısından güvenli ürüne ulaşmak amacıyla kanun koyucu 556 sayılı KHK’da bu hükme yer vermiştir. Şöyle ki, garanti markalarının tanımının yapıldığı 54 üncü maddenin ikinci fıkrası “Garanti markasının marka sahibinin veya marka sahibine iktisaden bağlı olan bir işletmenin mal veya hizmetlerinde kullanılması yasaktır.” hükmüne amirdir.
Ortak markada olduğu gibi garanti markasında da tescil başvurusu esnasında markanın kullanılma usul ve esaslarını gösterir bir teknik şartnamenin sunulması şarttır. Ayrıca garanti markalarının devrinin mümkün olmasına karşın lisans anlaşmalarına konu olması mümkün değildir.
Tanınmış markalara sağlanan korumanın kapsamı diğer markalara göre daha geniş tutulmuştur. Sadece ulusal hukuk düzenlemeleri kapsamında değil uluslararası anlaşmalar çerçevesinde de tanınmış marka korumasına yer verilmiştir. Tanınmış
marka koruması ilk olarak Paris Sözleşmesi’nde yer almıştır. Paris Sözleşmesi’nin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesinde “Birlik üyeleri tescilin talep edildiği ülkenin yetkili makamları tarafından söz konusu ülkede bu anlaşmadan yararlanacağı kabul olunan bir şahsa ait olduğu aynı ya da benzeri ürünlerde kullanıldığı herkesçe bilindiği mütalaa edilen bir markanın karışıklığa meydan verebilecek surette örneğini, taklidini veya tercümesini yapan bir fabrika markasının veya ticaret markasının tescilini gerek ülke mevzuatı müsait olduğu takdirde doğrudan doğruya gerekse ilgilinin isteği üzerine ret veya hükümsüz kılmayı taahhüt eder” ifadesiyle yer bulmuştur.
Paris Sözleşmesi’nin anılan hükmüne göre tanınmışlıktan söz edebilmek için, markanın ürün üzerinde kullanılması gerektiği yani ticaret markası olması gerektiği belirtilmiş olmakla birlikte, 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe giren TRIPs Anlaşması, Paris Sözleşmesi ile sağlanan korumanın alanını genişleterek hizmet markalarının da tanınmışlığından söz edilebileceğine yer vermiştir. Ancak Paris Sözleşmesi’nde olduğu gibi TRIPs anlaşmasında da tanınmış markanın açık bir tanımını yapmaktan kaçınılmıştır.
Ulusal mevzuatımızda da tanınmış markanın tanımı açıkça yapılmamıştır. Yürürlükten kaldırılan 551 sayılı Marka Kanunu ve yerine yürürlüğe giren 556 sayılı KHK’da tanınmış marka tanımına açıkça yer verilmemiştir. Bununla birlikte KHK’nın çeşitli maddelerinde tanınmış marka korumasına ilişkin düzenlemeler mevcuttur.
556 sayılı KHK’nın tanınmış markayı koruma altına alan hükümlerinden ilki Paris Sözleşmesine atıf yapan “Marka Tescilinde Red İçin Mutlak Nedenler” başlıklı 7 nci maddesinde yer almaktadır. Anılan maddenin (i) bendinde yer alan “Sahibi tarafından izin verilmeyen Paris Sözleşmesi’nin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesine göre tanınmış markalar tescil edilemez” ifadesi ile tanınmış markaların üçüncü kişilerce tescil talebinin reddedileceği belirtilmiştir.
Bununla birlikte tanınmış marka korumasının yer aldığı bir diğer hüküm ise, tanınmış markanın farklı mal ve hizmetler için tescilinin önüne geçme amacı taşıyan “Marka Tescilinde Red İçin Nispi Nedenler” başlıklı 8 inci maddesinde yer almaktadır. 8 inci maddenin 4 üncü bendinde “Marka, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir markanın aynı veya benzeri olmakla birlikte, farklı mallar veya hizmetlerde kullanılabilir. Ancak, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu yapılmış markanın, toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle haksız bir yararın sağlanabileceği, markanın itibarına zarar verebileceği veya tescil için başvurusu yapılmış markanın ayırt edici karakterini zedeleyici sonuçlar doğurabileceği durumda, tescil edilmiş veya tescil için başvurusu daha önce yapılmış bir marka sahibinin itirazı üzerine, farklı mal veya hizmetlerde kullanılacak olsa bile, sonraki markanın tescil başvurusu reddedilir” hükmü ile markanın tanınmış olması koşuluyla koruma kapsamı genişletilmiştir.
- Marka HakkınınNiteliği
Marka hakkı, sahibine sağladığı yetkiler bakımından mutlak haklardandır. Markanın sağladığı bu haklar sahibine izni olmadan markanın başkaları tarafından kullanılmasını yasaklama da dahil olmak üzere, inhisarî hak ve yetkiler verir.3
Marka Hakkının Tescil İleKazanılması
556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinde “Bu Kanun Hükmünde Kararname ile sağlanan marka koruması tescil yoluyla elde edilir” hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla, mutlak haklar arasında sayılan ve sahibine inhisarî hak ve yetkiler veren marka hakkından yararlanılabilmesi için öncelikle markanın tescil edilmesi gerekmektedir.
Marka korumasından faydalanabilmenin tescil şartına bağlanması, tescil başvurusu ve tescilin kurucu bir etkiye sahip olduğu anlamına gelmektedir. Marka tescil başvurusu ile başvuru sahibi öncelik hakkı elde eder ve başvuru kesinleşip tescile bağlandığında marka hakkı kazanılmış olur. Markanın sağladığı hakların üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi için ise 556 sayılı KHK’nın 9 uncu maddesine göre tescilin yayımlanması gerekmektedir. Bu düzenleme tescil sisteminin (tescil ilkesi) bir göstergesidir.
Tescil ilkesinin benimsendiği bir sistemde, marka olarak tescil edilmiş veya başvurusu yapılmış bir işaret, aynı mal ve hizmetler için başkası adına marka olarak tescil ettirilemez. Tescil ilkesinin yorumu olarak Türkiye’de tescil ettirilmemiş bir markanın KHK’nın sağladığı korumadan faydalanması da mümkün olmayacaktır.
Tescil İçin Başvuru Yapma Hakkına SahipOlanlar
Türkiye’de marka tescil başvurusu yapma hakkına sahip olan kişiler 556 sayılı KHK’nın “Korumadan yararlanacak kişiler” başlıklı 3 üncü maddesinde sayılmıştır. Anılan maddenin 1 inci fıkrasına göre, “bu Kanun Hükmünde Kararnamenin öngördüğü koruma; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde ikametgâhı olan veya sınaî veya ticari faaliyette bulunan gerçek veya tüzel kişilerce veya Paris Sözleşmesi yahut Dünya Ticaret Örgütü Kuruluş Anlaşması hükümleri dâhilinde başvuru hakkına sahip kişilerce elde edilir.” Anlaşılacağı üzere marka korumasından faydalanabilecek kişiler belirlenirken vatandaşlık kriteri esas alınmamıştır. Bunun yerine, gerçek kişiler için ikametgâh; tüzel kişiler için ise, idare merkezi ve Türkiye’de sınaî ve ticari faaliyette bulunma kriterleri temel alınmıştır.4
KHK’nın 3 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında, “Bu Kanun Hükmünde Kararname kapsamına girmemekle beraber, Türkiye Cumhuriyeti uyruğundaki kişilere kanunen veya fiilen marka koruması tanımış yabancı devletlerin gerçek veya tüzel kişileri de karşılıklılık ilkesi uyarınca Türkiye'de marka korunmasından aynı şekilde
4 KAYA, Arslan; Marka Hukuku, Arıkan Bas. Yay. Dağ., İstanbul–2006, s.64.
yararlanır” ifadesi yer almaktadır. Uluslararası hukuktan kaynaklanan karşılıklılık ilkesi gereğince anılan maddenin ilk fıkrası hükmüne istisna getirilmiştir. Fakat korumadan yararlanma hakkına sahip olmakla birlikte Türkiye’de ikamet etmeyenlere ilişkin farklı bir düzenleme getirilmiş olup, bu kişilerin TPE nezdindeki işlemlerinin Türkiye’de ikamet eden ve TPE marka vekilleri listesinde kayıtlı bulunan marka vekilleri aracılığıyla yapmaları zorunlu tutulmuştur. Diğer taraftan ikametgâhı Türkiye’de olanlar marka vekili kullanabilecekleri gibi işlemlerini bizzat kendileri de yapabilir.
- Yönetmeliğin 6 ncı maddesinde, “Bu Yönetmeliğin 5 inci maddesi kapsamındaki gerçek veya tüzel kişiler bir markayı tescil ettirmek için Türk Patent Enstitüsü’ne başvuruda bulunur.” hükmü ile başvuru yapılacak yer belirtilmiştir.
TPE, KHK’nın 29 uncu maddesi uyarınca, başvurunun 23 üncü maddede belirtilen şartlara uygunluğunu ve herhangi bir şekli eksikliğin bulunup bulunmadığını inceler, 23 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkrası hükmü uyarınca herhangi bir eksikliğin olmadığına karar verirse, marka tescil başvurusu, başvurunun Enstitüye veya onun yetkili kıldığı makama verildiği tarih, saat ve dakika itibariyle kesinleşir.
Madrid Protokolü kapsamında Türkiye’nin belirlenmiş akit taraf olduğu bir uluslararası başvuru, başvuru tarihinin ilk saat ve dakikasında yapılmış sayılır. Aynı tarihli birden çok uluslararası başvurunun bulunması halinde, uluslararası tescil numarası küçük olan önce yapılmış sayılır (Yönetmelik m. 6/II).
- Marka tescil başvurusu aşamasında yapılan şekli incelemenin tamamlanmasının ardından esasa ilişkin incelemeye geçilir. Bu aşamada markanın kullanılacağı mal ve hizmetler bakımından mutlak ret nedenlerinin var olup olmadığı incelenir.
556 sayılı KHK’nın “Marka tescilinde red için mutlak nedenler” başlıklı 7 nci maddesine göre TPE tarafından resen yapılan incelemenin ardından, başvuru şartları
tam olarak yerine getirilmiş ve reddedilmemiş marka başvuruları Resmi Marka Bülteni’nde yayınlanır (KHK. m.33; Yönetmelik m.16).
Marka başvurusunun yayınından sonra, ilgili kişiler, markanın KHK’nın 7 nci ve “Marka tescilinde red için nispi nedenler” başlıklı 8 inci madde hükümlerine göre tescil edilmemesi gerektiğine ilişkin itirazlar ile KHK’nın 35 inci maddesinde düzenlenen başvurunun kötü niyetle yapıldığına ilişkin itirazlarını süresi içerisinde TPE’ye bildirebilirler.
KHK ve Yönetmelik hükümlerine göre başvurusunu eksiksiz yapmış veya eksiklerini gidermiş ve süresi içerisinde hakkında itiraz yapılmamış veya yapılan itiraz kesin olarak reddedilmiş bir başvuru, tescil edilerek sicile kaydedilir. Başvuru sahibine "Marka Tescil Belgesi" verilir (KHK. m. 39/I).
Sicil kaydında; marka örneği, başvuru tarihi, marka tescil numarası, markanın kullanacağı mallar veya hizmetlerin listesi, mal veya hizmetlerin sınıf veya sınıfları, marka sahibinin ve varsa vekilinin adı, soyadı, uyruğu, tüzel kişilerde ticaret unvanı ve hangi ülkenin kanunlarına göre kurulu olduğu, adresi, tescil tarihi, marka ve marka hakları ile ilgili bütün değişiklikler ve yönetmelikte öngörülen diğer hususlar yer alır(KHK. m. 39/II).
Böylelikle, tescil ile marka aslen iktisap olunur ve o markayı tescil ettiren kişi de markanın sahibi olur.5
Ancak, KHK, markanın aslen iktisap olunması sonucu elde edilen marka hakkının üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesini şarta bağlamıştır. Buna göre, markanın sağladığı hakların üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilmesi için 556 sayılı KHK’nın 9 uncu maddesine göre tescilin yayımlanması gerekmektedir. KHK’nın 39 uncu maddesine göre tescil edilen markalar, iki ayda bir yayımlanan Resmi Marka Gazetesi’nde ilân edilir (Yönetmelik m.14). Resmi Marka Gazetesi’nde yayınlanarak
5 ARKAN, Sabih; Marka Hukuku-I, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara–1997, s. 124; TEKİNALP, 2004, s. 370.
kesinleşen marka tescilinin koruma süresi, başvurunun yapıldığı tarihten itibaren 10 yıldır (KHK. m. 40).
Tescil İle Sağlanan HaklarınKapsamı
KHK ve Yönetmelik hükümlerine uygun olarak Türkiye’de tescil edilen bir markanın sağladığı hakların kapsamı KHK’nın 9 uncu maddesinde belirtilmiştir. Ancak, tescilli marka sahibinin haklarının kapsamını tam olarak belirleyebilmek için KHK’nın “Marka hakkına tecavüz sayılan fiiller” başlıklı 61 inci maddesini de bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir.6
KHK’nın 9 uncu maddesi marka tescilinden doğan hakların münhasıran marka sahibine ait olduğunu vurguladıktan sonra marka sahibinin, aşağıda belirtilen fiillerin önlenmesini talep etme yetkisine sahip olduğunu içermektedir.
- Markanın tescil kapsamına giren aynı mal ve/veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması.
- Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsadığı mal ve/veya hizmetlerin aynı veya benzeri mal ve/veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından, işaret ile tescilli marka arasında ilişkilendirilme ihtimali de dahil, karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılması.
- Tescilli marka ile aynı veya benzer olan ve tescilli markanın kapsamına giren mal ve/veya hizmetlerle benzer olmayan, ancak Türkiye'de ulaştığı tanınmışlık düzeyi nedeniyle tescilli markanın itibarından dolayı haksız bir yarar elde edecek veya tescilli markanın itibarına zarar verecek veya tescilli markanın ayırt edici karakterini zedeleyecek nitelikteki herhangi bir işaretin kullanılması.
KHK’nın 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasında ise marka sahibinin birinci fıkra hükmü uyarınca yasaklayabileceği eylemler sıralanmıştır. Buna göre;
—İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulması,
6 TAYLAN ÇAMLIBEL, Esin; Marka Hakkının Kullanımıyla Paralel İthalatın Engellenmesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara–2001, s. 52.
—İşareti taşıyan malın piyasaya sürülmesi veya bu amaçla stoklanması, teslim edilebileceğinin teklif edilmesi veya o işaret altında hizmetlerin sunulması veya sağlanması,
—İşareti taşıyan malın gümrük bölgesine girmesi, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması,
—İşaretin, teşebbüsün iş evrakı ve reklamlarında kullanılması,
—İşareti kullanan kişinin, işaretin kullanımına ilişkin hakkı veya meşru bir bağlantısı olmaması koşuluyla, işaretin aynı veya benzerinin internet ortamında ticari etki yaratacak biçimde, alan adı, yönlendirici kod, anahtar sözcük veya benzeri biçimlerde kullanılması yasaklanabilir.
KHK’nın 61 inci maddesi ise esasen marka hakkına tecavüz hallerini saymaktadır. Bu doğrultuda marka sahibine, marka hakkına tecavüz olarak nitelendirilen halleri engelleme ve zararını tazmin etme hakkı verilmiştir. Dolayısıyla marka hakkı incelenirken bu hususunda göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
61 inci maddenin ilk fıkrasında hangi fiillerin marka hakkına tecavüz sayılacağı belirtilmiştir. Buna göre;
—Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 9 uncu maddede belirtilen biçimlerde kullanmak,
—Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek,
—Markayı veya ayırt edilmeyecek derecede benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği halde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak veya bir başka şekilde ticaret alanına çıkarmak veya bu amaçlar için gümrük bölgesine yerleştirmek, gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutmak veya ticari amaçla elde bulundurmak,
—Marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek, marka hakkına tecavüz sayılacaktır.
61 inci maddenin devamında 61/A maddesinde ise tecavüz sonucu uygulanacak cezai müeyyideler belirtilmiş olup, tanımlanan suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının şikâyete bağlı olduğu ve cezaya hükmedilebilmesi için markanın Türkiye’de tescilli olması şartının aranacağı vurgulanmıştır.
KHK’nın 62 nci maddesinde de marka hakkına tecavüz edilen marka sahibinin, mahkemeden talep edebileceği haklar sıralanmıştır. Buna göre, marka sahibinin;
—Marka hakkına tecavüz fiillerinin durdurulması,
—Tecavüzün giderilmesi ve maddi ve manevi zararın tazmini,
—Marka hakkına tecavüz dolayısı ile üretilmesi veya kullanılması cezayı gerektiren eşya ile bu eşyaları üretmeye yarayan araç, cihaz, makine gibi vasıtalara el koyulması talebi,
—El konulan ürünler üzerinde kendisine mülkiyet hakkının tanınması, (Bu durumda, söz konusu ürünlerin değeri, tazminat miktarından düşülür. Bu değer, kabul edilen tazminatı aştığı zaman, marka sahibinin fazlayı karşı tarafa ödemesi gerekir.)
—Marka hakkına tecavüzün devamını önlemek üzere tedbirlerin alınması, özellikle bu madde hükümlerine göre el koyulan ürünlerin ve araçların üzerlerindeki markaların silinmesi veya marka hakkına tecavüzün önlenmesi için kaçınılmaz ise imhası talebi,
—Marka hakkına tecavüz eden kişi aleyhine verilen mahkeme kararının, masrafları tecavüz eden tarafından karşılanarak, ilgililere tebliğ edilmesi ve kamuya yayın yoluyla duyurulmasını, talep etme hakkı vardır.
Tescil İlkesinin İstisnaları
556 sayılı KHK’da yer alan açık hüküm uyarınca marka korumasından faydalanmanın şartı Türkiye’de tescildir. Ancak, tescilsiz bir marka veya işaret kısmi de olsa KHK kapsamında koruma altına alınmaktadır. Tescil ilkesinin istisnasını oluşturan bu sınırlı durumların bir kısmı mutlak ret nedenlerinden, diğerleri ise nispi ret nedenlerinden kaynaklanmaktadır.
Buna göre, tescil ilkesinin istisnalarından ilki KHK’nın 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasından kaynaklanmaktadır. Anılan madde hükmü ile tescilsiz markanın veya işaretin sahibine, markanın tescili için yapılan başvuru tarihinden veya markanın tescili için yapılan başvuruda belirtilen rüçhan tarihinden önce bu işaret için hak elde etmiş olması durumunda, markanın bir başka kişi adına tescili için yapılan başvurunun yayınına itirazda bulunarak bu tescile engel olma hakkı verilmiştir. Ancak belirtmek gerekir ki tescilsiz marka sahibine tanınan bu hak başka bir kişi adına yapılan marka başvurusunu engelleme ile sınırlı olup, söz konusu marka veya işareti taşıyan malların piyasaya sunulmasına engel olma hakkı vermemektedir. KHK’nın 9 uncu ve 61 inci maddeleri kapsamında korumadan faydalanabilmek için söz konusu markanın tescil edilmiş olması zorunludur.
Tescil ilkesinin istisnalarından bir diğeri ise, 10 yıllık koruma süresi sona eren ve yenilenmeyen markalara ilişkindir. Yenilenmeyen bir marka tescilsiz bir işaret haline gelir. Bir markanın yenilenmeme nedeniyle koruma süresinin dolmasından sonra iki yıl içerisinde aynı veya benzer markanın, aynı veya benzer mal ve hizmetler için yapılan tescil başvurusu itiraz üzerine reddedilir (KHK. m. 8/VII). Bir önceki istisnada olduğu gibi yenilenmemiş markalara tanınan bu hakta sadece yeni başvurunun tescilini engelleme hakkı ile sınırlıdır.
İstisnalardan sonuncusu ise mutlak ret nedenlerinden kaynaklanmaktadır. KHK’nın 7 nci maddesinin (ı) bendinde, “Sahibi tarafından izin verilmeyen Paris Sözleşmesi’nin 1 inci mükerrer 6 ncı maddesine göre tanınmış markaların” tescil edilemeyeceği belirtilmektedir. Paris Sözleşmesinin anılan hükmünde ise hangi markaların tanınmış marka olarak sayılacağı belirtilmeyerek, tanınmış markaları belirleme yetkisi ilgili ülkenin adli ve idari makamlarına bırakılmıştır.7 Bu doğrultuda, adli makamlar tarafından tanınmış markaların Türkiye’de korunabilmesi için tescil edilmiş olmasının şart olmadığı yönünde kararlar alınmıştır.8 Ancak yabancı bir ülkede kullanılmış olan markanın Paris Sözleşmesi hükümlerinden yararlanan bir
7 ÇOLAK, Uğur; “Paris Sözleşmesi’nin 6bis Maddesi Anlamında Tanınmış Markalar, Bu Tanınmışlığın Nasıl Belirleneceği Sorunu ve WIPO Kriterleri”, FMR, S. 2004/2, Cilt 4, s. 28. 8 TEKİNALP, 2004, s. 385.
kişiye ait olduğunun Türkiye’de biliniyor olması gerekmektedir.9 Bu şekilde, Türkiye’de tescil edilmemiş bir tanınmış markaya sağlanan koruma sınırlı olup, söz konusu markanın başkası adına tescilini önlemek ve eğer bu gerçekleşmişse, terkini sağlayabilmekle sınırlıdır.10
Tescil İle Sağlanan HaklarınSınırları
Marka tescili sahibine markanın kullanımı ve izni dışındaki kullanımları engelleme konusunda mutlak münhasır haklar sağlasa da bu haklar sınırsız haklar olmayıp marka sahibinin bu haklarına bazı koşulların varlığı halinde sınırlama getirilmiştir.11
KHK’nın 12 nci maddesine göre, dürüstçe ve ticari veya sanayi konularıyla ilgili olarak kullanılmaları koşuluyla üçüncü kişilerin, ad ve adresini, mal veya hizmetlerle ilgili cins, kalite, miktar, kullanım amacı, değer, coğrafi kaynak, üretim veya sunuluş zamanı veya diğer niteliklere ilişkin açıklamaları kullanmaları marka sahibi tarafından engellenemez.
Diğer bir sınırlama ise KHK’nın 13 üncü maddesinde düzenlenen marka tescilinden doğan hakların tüketilmesidir. Buna göre, tescilli bir markanın tescil kapsamındaki mal üzerine konularak marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra, mallarla ilgili fiiller marka tescilinden doğan hakkın kapsamı dışında tutulmakla birlikte, piyasaya sürüldükten sonra malın bozulması veya değiştirilmesinin bu kapsamda değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir.12
Markanın Hükümsüzlüğü ve Marka Hakkının Sona 1.4.6.1.MarkanınHükümsüzlüğü
Tescilli bir markanın hükümsüzlüğü 556 sayılı KHK’nın 5 inci kısmının 1 inci bölümünde düzenlenmiştir. 42 nci maddede hükümsüzlük halleri düzenlenmiş olup,
9 ARKAN, 1997, s. 92; TEKİNALP, 2004, s. 388.
10 ASLAN DÜZGÜN, Ülgen; Marka Hakkının Tükenmesi Ve Paralel İthalat, Yetkin Yayınları, Ankara-2010, s. 37.
11 DALKIRAN, Mustafa; Avrupa Topluluğu ve Türk Hukuku Açısından Marka Hukukunda Hakkın Tüketilmesi, Ankara Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara-2006, s. 19.
12 Hakkın tüketilmesi konusu 2 nci bölümde ayrıntılı olarak incelendiği için bu bölümde ayrıntıya girilmemiştir.
bunların bir kısmının mutlak ve nispi ret nedenlerinden kaynaklandığı diğer kısmının ise tescil aşamasından sonra ortaya çıkan haller ile ilgili olduğu görülmektedir.
Marka başvurusu, KHK’nın 7 ve 8 inci maddelerinde sayılan mutlak ve nispi ret nedenlerinden herhangi birini barındırmasına rağmen tescil edilmiş olabilir. Böyle bir durumda zarar görenlerin talebi üzerine yetkili mahkeme markanın hükümsüzlüğüne karar verebilir.
Tescilli markanın tescil tarihinden itibaren 5 yıl süreyle kesintisiz olarak kullanılmaması; marka sahibinin davranışları nedeniyle markanın mal ve hizmetler için yaygın bir isim haline gelmesi; markanın kullanım biçimi nedeniyle, mal ve hizmetlerin niteliği, kalitesi, üretim yeri veya coğrafi kaynağı konularında halkta yanlış anlama ihtimali yaratması tescil aşamasından sonra markanın hükümsüzlüğüne neden olan gerekçelerdir. Bu gerekçelerin varlığı halinde marka ilgili mahkeme tarafından hükümsüz kılınabilecektir.
1.4.6.2.Marka Hakkının Sona Ermesi
556 sayılı KHK’nın 5 inci kısmının 2 nci bölümünde ise marka hakkının sona ermesi düzenlenmiştir. Anılan bölümde yer alan 45 inci madde hükmüne göre, “Marka hakkı;
—Koruma süresinin dolması ve markanın süresi içinde yenilenmemesi,
—Marka sahibinin marka hakkından vazgeçmesi nedenlerinden birinin gerçekleşmesi ile sona erer.
Marka hakkının sona ermesi, sona erme sebebinin gerçekleşmiş olduğu andan itibaren hüküm ifade eder. Marka hakkının sona ermesi, ilgili bültende yayınlanır.”
Tescil kapsamındaki mal veya hizmetlerin bir bölümü için yenileme yapılamamakla birlikte, mal veya hizmetlerin bir bölümü için marka hakkından vazgeçmek mümkündür.
MARKA HAKKININ TÜKENMESİ
Tükenmenin Tanımı ve Kapsamı
Teknolojinin ilerlemesi ve üretimin artmasına paralel olarak ticaret alanında da birtakım gelişmeler yaşanmıştır. Aynı şehir içinde yapılan ticaretten şehirlerarası ticarete, ülkeler arası ticarete ve nihai olarak kıtalar arası ticarete geçilmiştir. İç pazardaki talep yetersizliği veya diğer ülkelerdeki yüksek kazanç imkânları ticaretin gelişmesinin tetikleyicisi olmuştur. Değişen koşullar altında ülkeler, uluslararası ticaretin önündeki engelleri kaldırmak amacıyla rekabet hukukuna ilişkin düzenlemelerle birlikte fikri ve sınaî mülkiyet hukukunun gereklerini de gözden geçirmektedirler.
Bilindiği üzere fikri mülkiyet hakları sahibine tekel hakkı tanıyan mutlak haklardan biridir. Gelişen ve değişen koşullar altında, bu hakların sınırsız kullanımına bir kısıtlama getirilme ihtiyacı doğmuş ve bunun sonucunda hakkın tükenmesi ilkesi gelişmiştir.
Hakkın tükenmesi kavramı, genel bir anlatımla, fikri mülkiyet hakkı sahibinin, hakka konu ürünler bizzat kendi tarafından veya izni ile bir kez piyasaya sürüldükten sonra bu ürünlerin bundan sonraki ticaretine engel olamamasını ifade eder.13
Marka hakkı açısından tükenme ilkesi değerlendirilirken, neredeyse piyasaya sunulan bütün mallar üzerinde bir marka hakkının bulunduğunu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu nedenle markayı seçip tescil ettirerek korumaya değer bir hak kazanan kişinin, o markayı ticarette kullanması konusunda mutlak ve tekelci bir hakka sahip olmasının sınırlandırılması zaruridir. Böylesine yaygın bir hakkın sahibine markalı malın piyasadaki sonraki dolaşımlarına sınırsız müdahale edebilme hakkı verilmesi, marka hakkı sahiplerinin üretim ve pazarlama tekelleri
13 ABBOTT, Frederick M.; “First Report (Final) to the Committee on International Trade Law of the International Law Association on the Subject of Parallel Importation”, Journal of International Economic Law, Vol. 1, 1998, s. 1780.
oluşturmalarına neden olacaktır.14 Tekelleşmenin önüne geçmenin yanında, malların serbest dolaşımının önündeki engellerin kaldırılması, tüketici faydasının arttırılması, serbest ticaretin sağlanması gibi daha birçok nedenden ötürü marka hakkının sınırlanması amacıyla tükenme ilkesi ortaya çıkmıştır.
Yukarıda yer alan genel tanımdan da anlaşılacağı üzere, marka hakkı sahibi, malın piyasadaki ilk satışını kontrol edebilmekte; bu ürünü satın alan kişilerin yeniden satışa sunmalarına, reklam ve dağıtım faaliyetlerinde bulunmalarına karşı çıkamamaktadır.15 Ancak, marka hakkı sahibinin marka üzerindeki kullanma ve koruma hakkı, satış sonrasında da devam etmekte, sadece üretilip piyasaya sunulan mallar açısından tükenme ilkesi geçerli olmaktadır. Dolayısıyla markalı ürünün yeniden üretilip piyasaya sunulması bakımından hakkın tükenmesinden söz edebilmek mümkün değildir.
Tükenme ilkesi başlangıçta bir iç hukuk problemi olarak görülürken, daha sonraları fikri ürünlerin üzerine konulduğu malların ihracat ve ithalata konu olması ile birlikte uluslararası boyutta önem kazanmış ve birçok uluslararası anlaşmaya konu olmuştur.16
Endüstri devrimi ile gelişen üretim metotları yeni ticaret sahalarına ihtiyaç duyulmasını sağlamış; gelişen ticaretle birlikte de fikri mülkiyet alanında düzenlemelere ihtiyaç duyulmuştur. Bu nedenle fikri mülkiyet alanındaki yasal düzenlemelerin başlangıcı 19 uncu yüzyıla kadar gitmektedir. Birçok ülkede, yasal düzenlemeler hazırlanırken marka ve patent sahiplerinin haklarının kapsamı tam olarak belirlenmemiştir. Kesin olarak tanımın yapılmamasından kaynaklanan bu boşluk nedeniyle fikri mülkiyet hakkı sahipleri, korumanın olduğu bölge içerisinde,
14 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s.44; YASAMAN, Hamdi (ALTAY, Sıtkı Anlam/AYOĞLU,
Tolga/YUSUFOĞLU, Fülürya/YÜKSEL, Sinan); Marka Hukuku I, Vedat Yayınevi, İstanbul–2004, s. 539
15 ARKAN, Sabih; “Marka Hakkının Tüketilmesi”, Prof. Dr. Ali BOZER’e Armağan, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara–1998, s. 197.
16 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 45.
kendileri tarafından veya onların izniyle piyasaya sunulan ürünleri kontrol etmek konusunda çok geniş yetkiler ile hareket etmişlerdir.17
Tükenme ilkesi, ticaret ve rekabet kavramları ile fikri mülkiyet hakları arasında bir denge oluşturulması ve bu hakların sınırlarının belirlenmesi amacıyla oluşturulmuştur. Tükenme ilkesinin tarihte karşımıza çıktığı ilk olay 1873 tarihli Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin verdiği “Adams v Burke”18 kararıdır. Söz konusu davada, mahkeme vermiş olduğu karar ile marka hakkı sahibinin, malları Birleşik Devletler sınırları içerisinde piyasaya ilk kez sunarak hakkının karşılığı olan katma değeri zaten elde ettiğini, bu nedenle kendisi tarafından piyasaya sunulan bu malların sınırlar dahilinde dolaşımına engel olamayacağı sonucuna vararak ilk kez Birleşik Devletler Hukukunda tükenme ilkesinden bahsetmiştir.19
Avrupa tarihinde ise bu ilkenin karşılık bulması daha geç bir tarihte, 1902 tarihli Alman İmparatorluk Mahkemesi tarafından görülen “Kölnisch Wasser” davası ile olmuştur.20 Bu davaya ilişkin kararında Alman İmparatorluk Mahkemesi o tarihteki Alman mevzuatında bu yönde bir düzenleme olmamasına rağmen markayı taşıyan malların hak sahibi veya rızası ile üçüncü bir kişi tarafından piyasaya sürülmesi ile birlikte marka hakkının tükenmiş olacağını kabul etmiştir.21 Böylelikle Kıta Avrupası hukuk sistemleri içerisinde ilk kez “tükenme ilkesi” tanımlanmıştır.
Kıta Avrupasında tükenme ilkesinin benimsendiği benzer kararlara hükmedilmiş olup, İsviçre Federal Mahkemesinin 1952 yılında vermiş olduğu “lux” kararı, Avusturya Mahkemelerinin verdiği “agfa” kararı, Hollanda’nın “grundig” kararı ve yine Almanya’da verilmiş olan “maja” kararı bunlara örnek olarak sayılabilir.22
17 YUSUF, Abdulqawi A./MONCAYO VON HASE, Anderés; “Intellectual property protection and international trade-exhaustion of rights revisited”, World Competition Law and Economics Review, 1992/93, Vol. 16, s. 117.
18 Adams v Burke, 84 U.S. (17 Wall) 453,456 (1873).
19 ASLAN, Adem; Türk ve AB Hukukunda Fikri Mülkiyet Haklarının Tükenmesi, Beta Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul–2004, s. 47.
20 PINAR, Hamdi; Marka Hukukunda Hakların Tükenmesi, Kemal Oğuzman’a Armağan, Beta Yayınevi, İstanbul–2000, s. 857–858.
21 ARKAN, 1997, s. 198.
22 ASLAN, 2004, s. 48; Pınar, 2000, s. 859; TROGH, Ramses; The International Exhaustion Of Trade Mark Rights After Silhouette: The End Of Parallel Imports?, University of Lund Master Thesis Lund 2002, s. 17.
Avrupa’da hakkın tükenmesi ilkesi Avrupa Topluluklarını Kuran Anlaşmanın (AT Anlaşması) hayata geçirilmesi ile birlikte önemini arttırmıştır. Avrupa Topluluğu Adalet Divanı, fikri mülkiyet hakları ile ilgili vermiş olduğu kararlarda, AT Anlaşmasının malların serbest dolaşımı ilkesini temel alarak fikri mülkiyet haklarının, Topluluk içerisinde malların serbest dolaşımını ve rekabeti olumsuz etkilememesini öncelikle dikkate almıştır. Adalet Divanı, bu yaklaşımı ile bir üye devlette sahibinin rızasıyla ve yasal olarak piyasaya sunulan malın, mülkiyet haklarına dayanılarak diğer üye ülkelere ithalatının engellenmesinin serbest dolaşım ilkesi ile uyuşmadığı gerekçesiyle Topluluk içi tüketilme ilkesini benimsemiş ve malların marka hakkı sahibinin rızasıyla üye devletlerden herhangi birinde piyasaya sunulması halinde Topluluk içerisindeki tüm devletlerde marka hakkının tükeneceğini kabul etmiştir. Ancak, ilk kez Topluluk dışında piyasaya sunulan mallar için tükenmeden bahsedilemeyeceğini ve bu malların Topluluğa ithalatının mülkiyet haklarına dayanılarak engellenebileceğini vurgulamıştır.23 Adalet Divanının bu konudaki ilk kararları “Grundig v Konsten”24 ile “Deutsche Grammophon v Metro”25 kararlarıdır. Topluluk üyesi ülke mahkemelerinde ve Adalet Divanı kararlarında kabul edilen bu husus Topluluk mevzuatında da yer bulmuştur. 89/104 sayılı “Üye Devletlerin Markalara İlişkin Hukuklarının Uyumlaştırılmasına İlişkin Birinci Konsey Yönergesi”nin 7 nci maddesinin ilk fıkrasında “marka; sahibine, marka sahibinin rızasıyla daha önce Topluluk içinde piyasaya sürülmüş malların kullanımını yasaklama yetkisi vermez” hükmü yer almaktadır.
Ülkemizde ise marka hakkının tükenmesi ilkesi, 551 sayılı Markalar Kanununu yürürlükten kaldıran 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinde yer bulmuştur. "Marka Tescilinden Doğan Hakların Tüketilmesi" başlıklı 13 üncü maddesi, 89/104 sayılı Yönergenin 7 nci maddesinde yer alan hükmün “Topluluk’ta” kelimesi çıkarılıp yerine “Türkiye’de” kelimesi ilave edildikten sonra aynen Türkçeye çevrilmiş halidir. Buna göre, 13 üncü
23 DALKIRAN, 2006, s. 56.
24 Case 58/64, Conste S.a.R.L and Grundig-Verkaufs-GmbH v. Commission [1966] ECR 299.
25 Case 78/70, Deutsche Grammophon GmbH v. Metro-SB-Grossmarkte GmbH & Co KG [1971] ECR 487; [1971] CMLR 631 (ECJ).
maddenin birinci fıkrasında "marka hakkının tükenmesi" aşağıdaki şekilde ifade edilmiştir:
"Tescilli bir markanın, tescil kapsamındaki mal üzerine konularak, marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra, mallarla ilgili fiiller, marka tescilinden doğan hakkın kapsamı dışında kalır.”
- Tükenme ilkesinin unsurlarını tanımlamadan önce, tükenmeye konu olacak markanın ticaret markası olması zorunluluğunun kabul edilmesi gerekmektedir. Nitekim hizmet markaları altında tüketiciye sunulan hizmetin, tüketici tarafından satın alındıktan sonra tekrar satılamayacağı, devredilemeyeceği veyahut değiştirilemeyeceği yani hizmet markaları ile ilgili herhangi bir tasarrufta bulunulamayacağından dolayı tükenmeye konu olacak bir hak da kalmamaktadır. Dolayısıyla hizmetler marka hakkı sahibi tarafından piyasaya sunulduktan sonra tükeneceğinden, satışı yapılan hizmetler açısından tükenecek bir hakta söz konusu değildir.
“Marka hakkı sahibinin rızasıyla ürünlerin piyasaya sunulması” hakkın tükenmesi ilkesinin en genel tanımı olarak sayılabilir. Bu genel tanımdan anlaşılacağı üzere marka hakkının tükenebilmesi için “hak sahibinin rızası” ve “piyasaya sunma” şartlarının varlığı gerekmektedir.
Piyasaya SunmaKavramı
Marka hakkı konusu bir ürün üzerindeki hakların tükenmesinden ve hak sahibinin o ürünün ticareti üzerindeki tasarruf yetkisini kaybetmesinden bahsedebilmek için bu hakkın marka sahibince kullanılması gerekmektedir. Bu kullanım ise markayı taşıyan tescil konusu malların hukuka uygun bir şekilde “piyasaya sunulmasıyla” ve malın zilyetliğinin her türlü devri yoluyla bir başkasına geçmesiyle gerçekleşebilir.
Piyasaya sunma kavramı Kıta Avrupası Hukuk Sistemlerinde (özellikle AB mevzuatında) kullanılmakta olup; zaman zaman “ilk satış” veya “dağıtım” ifadeleri birlikte kullanılarak açıklanmaktadır.26 Adalet Divanı, “Deutsche Grammmophon” kararında malların piyasaya sunulması ifadesini kullanmış, anılan kararı takip eden birçok kararda da piyasaya sunulma kavramı ile birlikte malların pazarlanması, malların piyasaya sunulması veya malların dolaşıma sunulması kavramlarını kullanmıştır.27
ABD doktrini ve mahkemeleri ise tükenme ilkesini açıklarken, piyasaya sunma kavramı yerine “ilk satış” ifadesini tercih etmişlerdir.28 İlk satış kavramı ile hakkın tükenmesi kapsamında değerlendirilemeyecek olan fikri eser veya nüshalarının ödünç verilmesi ve kiralanması sonucunda doğabilecek uyuşmazlıkların önüne geçilmiştir.29 Zira bir örnekle açıklamak gerekirse, kütüphaneler tarafından bir kitabın ödünç verilmesi veya CD formatında basılmış filmlerin kiraya verilmesi sonucunda hakkının tükenmesi ve o ürün üzerindeki satış yetkisinin sona ermesi söz konusu değildir.
Markalı malların piyasaya sunulması farklı biçimlerde olabilmektedir. Malların zilyetliğinin her türlü devrinin hukuka uygun şekilde bir başkası tarafından elde edilmiş olması yeterlidir.30 Dolayısıyla markalı malın kiralanması (fikri eser ve nüshaları hariç) veya vitrinde teşhir edilmesi piyasaya sunma anlamına gelecektir.
Diğer taraftan, markalı malların piyasaya sunulması veya ticarete konu edilmesi gerekli olduğundan, markalı malların üretilmesi ve depolanması marka hakkının tükenmesi için yeterli değildir.31 Ayrıca, tükenmeden bahsederken markalı malların mülkiyetinin devri mutlaka gerekli bir şart olmadığı gibi; her mülkiyetin devri de piyasaya sunulmanın gerçekleşmiş sayılması için yeterli olmayabilir. Örneğin,
26 ARIKAN, Ayşe Saadet; Fikri ve Sınai Haklar Açısından Paralel İthalat-AB ve Türkiye-, Ankara Üniversitesi Basılmamış Doktora Tezi, Ankara–2001, s. 34.
27 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 97.
28 VERMA, S.K.; “Exhaustion of Intellectual Property Rights and Free Trade-Article 6 of the TRİP’s Agreement”, IIC Vol.29 No:5, 1998, s. 537.
29 ARIKAN, 2001, s. 34.
30 PINAR, 2000, s. 862.
31 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 97.
markalı malların mülkiyeti teminat olarak devredilmiş ve teminat olarak devredilmeden önceki gibi elde bulundurulmaya devam ediliyorsa, hakkın tükenmesi için gerekli olan piyasaya sunulma şartı gerçekleşmiş olmayacaktır.32
Kıta Avrupası ve ABD doktrinlerinde, piyasaya sunma veya ilk satış gibi farklı farklı ifadeler kullanılmakla birlikte anılan ifadelerin hepsi tükenmenin başladığına işaret etmektedir. Düşüncemize göre, ABD doktrininde kullanılan ilk satış kavramı, fikri eserlerin ödünç ve kiralama hakkının, tükenme kapsamı dışında olmasını izah açısından güçlü ve tutarlı bir yasal dayanak oluşturmakta, fakat markalı ticari malların kiralanması veya vitrinde teşhir edilmesi yoluyla piyasaya sunma şartını kapsam dışında bırakabilme ihtimali taşımaktadır. Tam aksine piyasaya sunma kavramı ise üretilen malların ticarete konu edilmesini (satış, kiralama, trampa, teşhir vb.) kapsayan daha genel bir ifade olup tükenmenin başladığını kesin olarak vurgulamaktadır.
Marka Hakkı SahibininRızası
Hakkın tükenmesinin gerçekleşebilmesi için gereken unsurlardan bir diğer ise malların marka hakkı sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmuş olmasıdır. Hakkın tükenmesine ilişkin yazındaki tüm tanımlarda yer alan bu unsura göre markayı taşıyan orijinal nitelikteki malların mutlaka marka sahibi tarafından piyasaya sunulmasına gerek yoktur. “Hak sahibinin rızası” ile vurgulanmak istenen malın marka sahibi tarafından sunulmasının yanı sıra, aynı işletmeler birliğine bağlı işletmelerden biri tarafından sunulması, lisans, acentelik, tek satıcılık gibi marka sahibi tarafından yetkilendirilen üçüncü kişilerin piyasaya sunumu da hak sahibinin rızasını işaret etmektedir.
Önceki paragrafta değinilen ilk durum, markayı taşıyan orijinal nitelikteki malın hak sahibi tarafından piyasaya sunulmasıdır. Marka hakkının sahibine tanıdığı en önemli ayrıcalık kuşkusuz markalı malı ilk defa piyasaya sürme hakkıdır. Marka sahibi ilk satışını yaptığı bu malları iç veya dış piyasaya sunabilir. Marka sahibi tarafından
32 PINAR, 2000, s. 862.
yapılan bu satışın ardından piyasaya sunulan bu mallar için marka hakkı tükenmiş olacak ve marka sahibi o malların sonraki hukuki tasarruflarına marka hakkına dayanarak engel olamayacaktır.
Markayı taşıyan orijinal nitelikteki malın, marka sahibi ile aralarında hukuki veya ekonomik bir bağ olan kişiler tarafından piyasaya sunulması durumunda da marka hakkı, piyasaya sunulan mallar için tükenmiş olacaktır. Bu bağlamda, marka hakkı sahibi işletme ile piyasaya sunumu gerçekleştiren şirketlerin hukuki veya ekonomik anlamda bağlı işletmeler içerisindeki konumları önemli değildir.33 Tükenmenin gerçekleşebilmesi bakımından ortak bir sevk ve idare altında olmaları önem arz etmektedir.34
Marka hakkı sahibi, markalı malların piyasaya sunulması iznini, hukuki ve ekonomik anlamda kendisinden tamamen bağımsız üçüncü kişilere verebilir. Marka sahibi ile üçüncü kişiler arasında yapılacak lisans, acentelik ve franchising sözleşmeleri ile verilen bu izin, marka sahibinin haklarından vazgeçtiğinin ifadesidir.35 Bu yol ile markalı malların piyasaya sunulması neticesinde, sunulan mallar için marka hakkı tükenmiştir.
Coğrafi Alana Göre Belirlenen TükenmeÇeşitleri
Fikri ve sınaî mülkiyet haklarının tarihsel gelişimine bakıldığında, hakların ortaya çıkışı ve korunması amacıyla oluşturulan mevzuatların ulusal ölçekte olduğu görülmektedir. Fikri ve sınaî mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin olarak ülkesel karakterli bir koruma prensibi belirlendiği için marka, patent, tasarım ya da telif hakkı sahibi, tescil ile elde ettiği hakka ülke sınırları içerisinde sahip olmaktadır. Dünyada fikri ve sınaî hakların ülkesel boyutta kabul edilmesi konusunda bir uzlaşı olmakla birlikte, kazanılan bu hakkın kullanımının sınırları konusunda bir uzlaşı bulunmamaktadır.
33 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 105.
34 YASAMAN, 2004, s. 574.
35 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 109.
Markayı taşıyan orijinal nitelikteki malın, hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulması ile hakkın tükeneceği önceki bölümlerde açıklanmıştır. Bununla birlikte, hakkın tükeneceği coğrafi alanın sınırları açıklanmamıştır. Tanımdan yola çıkarsak markalı malların hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulduğu yer ve piyasaya sunulduğu yerde benimsenen tükenme ilkesi ile coğrafi alanın sınırları belirlenebilmektedir. Ülkeler, fikri ve sınaî hakların kazanılması konusunda ülkesellik ilkesi konusunda uzlaşma sağlamışlardır ancak hakkın tükenmesi ilkesinde ise zaman içerisinde farklı rejimler kabul görmüştür. Diğer bir ifade ile bazı ülkeler hakkın konusu ürünün dünyanın herhangi bir yerinde piyasaya sunulmasıyla birlikte hakkın tükeneceğini kabul ederken, diğer bazı ülkeler ulusal sınırları içerisinde malın piyasaya sunulması ile hakkın tükeneceği, diğerleri ise ait oldukları birlik veya topluluk sınırları içerisinde piyasaya sunulma ile hakkın tükeneceğini kabul etmektedirler.
Tüketilme rejimleri içerisinde hangisinin benimsendiği özellikle paralel ithalat olmak üzere uluslararası ticareti etkileyen önemli unsurlardan birisidir. Bu bağlamda, bugün dünyada geçerli, coğrafi sınırlar açısından üç farklı hakkın tükenmesi rejimi mevcuttur.
Fikri mülkiyet hakkı sahiplerine bu haklarına dayanılarak en geniş denetim hakkının sunulduğu tükenme rejimi ülkesel (ulusal) tükenme rejimidir. Ülkesel tükenme rejiminin kabul edildiği ülkelerde, fikri mülkiyet haklarına konu malların hak sahibi tarafından veya onun rızası ile ilk kez piyasaya sunulması ile birlikte, o mallar üzerindeki hak sadece piyasaya sunulan ülke sınırları içerisinde ve piyasaya sunulan mallar için tükenmiş olacaktır. Bu nedenle, hak sahibi, kendi rızasıyla piyasaya sunulan malların, üçüncü kişiler tarafından hukuka uygun şekilde o ülke içerisinde ticaret konu edilmesine veyahut o mallar üzerinde tasarrufta bulunmasına müdahale edemeyecektir.36
36 SOLTYSİŃSKİ, Stanislaw; “International Exhaustion of Intellectual Property Rights under the TRIPs, the EC Law and the Europe Agreements”, GRUR Int. 1996, s. 317.
Ülkesel tükenme rejimi, fikri mülkiyet haklarından çalışmamız konusu marka hakkının ülkeselliği ilkesi ile çok yakından ilişkilidir. Marka hakkının kazanılması için korumanın talep edildiği ülkede tescilinin zorunlu olması ve kazanılan hakkın da tescilin gerçekleştiği ülke sınırları içerisinde koruma sağlaması gibi, marka hakkının tükenmesi de markalı malın ilk defa piyasaya sunulduğu ülke ile sınırlı olarak gerçekleşecektir. Başka bir ifade ile markalı malın bundan sonraki el değiştirmelerine veya yeniden satışına marka sahibi tarafından müdahale imkânı, sadece bu hakkın tükendiği ülke ile sınırlı olarak ortadan kalkmaktadır.37 Dolayısıyla, hak sahibinin rızasıyla ülke sınırları içerisinde piyasaya sunulan malların bir başka ülkeye ihraç edilmesi durumunda, ihraç edilen malların üçüncü kişiler (paralel ithalatçılar) tarafından ilk defa piyasaya sunulduğu ülkeye ithal edilmesine, marka hakkı gerekçesiyle marka hakkı sahibi tarafından engel olunamaz. Paralel ya da tekrar ithalatın konu olduğu böyle bir durumda, menşe ülkeden ithalini yapıp tekrar ihracını yapan ülkede paralel bir marka hakkının bulunup bulunmadığının veya hak varsa bunun tükenip tükenmediğinin önemi bulunmamakta, zira menşe ülkede malların piyasaya ilk sunumuyla bu ülkede ülkesel tükenme gerçekleşmiş olmaktadır. Buna karşılık, hak sahibinin izni ile markalı orijinal nitelikteki malların piyasaya sunulması ilk defa ülke dışarısında yapıldıysa, marka sahibi, bu malların marka hakkına sahip olduğu ülkeye ithaline engel olabilir.
Sınır ötesi ticaretin ve çok uluslu şirketlerin uluslararası ticaretteki kontrolünün artması ile birlikte, üreticiler birden fazla ülkede marka hakkına sahip olmakta ve bu ülkelerin hepsinde markalı mallarının satışını yapmaktadır. Örneğin, ülkesel tükenme rejimlerinin uygulandığı iki ülkede de tescil ile marka hakkını kazanan üreticinin, bir grup malını ilk ülkede, diğer grup malını da ikinci ülkede ilk kez piyasaya sunduğunu varsayarsak; her ülke için hakkın tükenmesi, aynı markalı ürün ve aynı üretici tarafından satılmış olmasına rağmen sadece o ülke sınırları içerisinde piyasaya sunulan ürünler için geçerli olacaktır. Dolayısıyla, marka hakkı sahibi, ilk ülkede satışını yaptığı ürünlerin ikinci ülkeye, ikinci ülkede satışını yaptığı ürünlerin ilk ülkeye, üçüncü kişiler tarafından ithaline, tükenme gerçekleşmediği için engel olabilecektir.
37 STOTHERS, Cristopher; Paralel Trade in Europe-Intellectual Property, Competition and Regulatory Law, Hart Publishing, Oxford–2007, s. 42; ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 48.
Günümüzde ortak tehditler ve faydalar nedeniyle belirli sayıda ülke, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde bir araya gelerek siyasi ve ekonomik bölgeler oluşturmaktadırlar. Bölgesel tükenme rejiminde de bu bölgeye dahil olan herhangi bir ülkede, marka sahibinin rızasıyla markalı orijinal nitelikteki malların ilk defa piyasaya sürülmesiyle, marka hakkı tükenecektir. Dolayısıyla, marka sahibi ilk defa piyasaya sunduğu malların, bölge içerisindeki başka bir ülkede satışına ve dağıtımına engel olamayacaktır. Diğer bir ifadeyle, uluslararası anlaşma ile üyeleri belirlenmiş olan bölgeye dahil tüm ülkelerde marka hakkı tükenmiş olacaktır.
Bölgesel tükenme rejimi tanımından da anlaşılacağı üzere ülkesel tükenme rejiminden çok farklı değildir. Birden çok ülkenin bir anlaşma etrafında bir araya gelerek tek bir ülkeymişçesine hareket etmesi, çok geniş sınırlar içerisinde uygulanan ülkesel tükenme rejimi ile paralellik göstermektedir.
Bu ilke gereğince sahibinin rızasıyla ilk defa bölge sınırları dışında piyasaya sunulan malların, bölge içerisine girişine marka hakkı sahibince engel olunabilmektedir. Ancak, bölge içerisinde ilk defa piyasaya sunulmuş malın bölge dışına ihraç edildikten sonra tekrar bölge içerisindeki herhangi bir ülkeye ithal edilmesi veya bölge içerisinde piyasaya sunulan malın bölge dahilindeki başka bir ülkeye ithal edilmesine marka hakkı sahibi tükenme gerçekleştiği için engel olamayacaktır. Görüldüğü üzere, bölgesel tükenme rejiminin sonuçları bölge sınırları dahilinde ülkesel tükenmeden farklı olmayacaktır.38
Günümüzde bölgesel tükenme rejimi Avrupa Birliği üye ülkelerini de kapsayan Avrupa Ekonomik Alanı (AEA)39 ülkelerinde etkin bir şekilde uygulanmaktadır. AEA ülkeleri mahkeme kararlarında, topluluk kurulmadan önceki dönemlerde ülkesel veya uluslararası tükenme rejimleri benimsenmekle birlikte, daha sonraları
38 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 49.
39 Avrupa Ekonomik Alanı (AEA), 28 AB üyesi ve 3 Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) üyesi (Norveç, İzlanda ve Liechtenstein) olmak üzere toplam 31 Avrupa ülkesinden oluşmaktadır.
Adalet Divanının “Grundig v Konsten”40, “Deutsche Grammophon v Metro”41 ve “Centrafarm v Winthrop”42 davalarında verdiği kararlar ile bölgesel tükenme rejimi uygulanmaya başlanmıştır.
Avrupa’da, yargı içtihatları ile benimsenen bölgesel tükenme rejimi, 21 Aralık 1988 tarihli ve 89/104 sayılı “Üye Devletlerin Markalara İlişkin Hukuklarının Uyumlaştırılmasına İlişkin Birinci Konsey Yönergesi”nin 7 nci maddesinin 1 inci fıkrası ile hüküm altına alınmıştır. Bu hüküm çerçevesinde, marka hakkı sahibi, kendi rızasıyla topluluk sınırları içerisinde piyasaya sunulan malların sonraki kullanımlarına müdahale edemeyecektir. Yargı içtihatları ve hukuki düzenlemeler ile Avrupa içerisinde malların serbest dolaşımının sağlanması, pazarın bölünmesinin önüne geçilmesi ve üye ülkeler arasından fiyat farklılıklarını ortadan kaldırarak ortak pazar kurulması sağlanmaya çalışılmıştır.
Buna karşılık, Avrupa’daki marka hakkı sahipleri, haklarının ülkesel nitelikli olduğunu savunmuşlardır. Marka hakkının ve tescilin ülkesel niteliği gereği, tükenmenin piyasaya sunumun yapıldığı ülke ile sınırlı kalmasını savunmuşlardır.43 Karşı görüşü savunanlar tarafından ve Adalet Divanı kararlarında ülkesellik ilkesinin, fikri hakların sağladığı korumanın talep edildiği ve bu korumanın koşullarını belirleyen ülkenin hukukunu ifade ettiği açıklanmış, ülkeselliğin bir ülkenin sağladığı haklara ilişkin olduğu vurgulanmıştır.44 Diğer taraftan, Topluluk içerisinde ülkesel tükenme rejiminin kabul edilmesi, AT Anlaşmasının 28 inci ve 30 uncu maddeleri ile hüküm altına alınan ortak pazarın gerçekleştirilmesi için malların serbest dolaşımı amacına aykırılık teşkil edecektir.
Ülkesel ve bölgesel tükenme rejimlerinde üçüncü ülkelerle karşılıklı olarak anlaşmalar yapılarak tükenmenin coğrafi sınırlarını genişletmek mümkün olmaktadır.
40 Case 58/64, Conste S.a.R.L and Grundig-Verkaufs-GmbH v. Commission [1966] ECR 299.
41 Case 78/70, Deutsche Grammophon GmbH v. Metro-SB-Grossmarkte GmbH & Co KG [1971] ECR 487.
42 Case 16/74, Centrafarm v Winthrop, [1974] ECR 1183.
43 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 50.
44 TAYLAN ÇAMLIBEL, 2001, s. 96–97.
Bu sayede, bu ülkeler arasında yapılacak ticaretin marka hakkı veya başka bir fikri mülkiyet hakkına dayanılarak sınırlandırılmasının önüne geçilmiş olacaktır.
Son yıllarda yaşanan teknolojik gelişmeler sayesinde ulusal pazarlardan çok uluslararası pazarların önem kazanması ve Dünya Ticaret Örgütünün (DTÖ) artan etkinliği sayesinde uluslararası ticaretin önündeki tarifeler ve tarife dışı engellerin ortadan kaldırılarak küresel ticaretin arttırılması hedeflenmektedir. Malların sınırsız serbest dolaşımını amaçlayan bu girişimler ile ulusal veya bölgesel rekabetten küresel rekabet ortamına geçilmesi ve bu sayede malların fiyat farklılıklarının azaltılarak tüketici faydasının arttırılması hedeflenmektedir.
Uluslararası alanda malların ve hizmetlerin serbestçe ticarete konu olması ve var olan engellerin kaldırılmasının hedeflendiği bir dünyada fikri mülkiyet hakları bakımından uluslararası tükenme rejiminin benimsenmesi gerekmektedir. Uluslararası tükenme rejiminin uygulandığı bir ülkede, markayı taşıyan orijinal nitelikli malların dünyanın herhangi bir yerinde sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmasıyla tükenme gerçekleşmiş kabul edilmektedir. Dolayısıyla, hak sahibinin rızasıyla diğer ülkelerde piyasaya sunulan malların, uluslararası tükenme rejiminin kabul edildiği ülkeye ithal edilmesi hiçbir şekilde engellenemez. Böylelikle, hak sahibinin ithalatı engelleme imkânı ortadan kalkmakta ve böylece fiyat farklılıklarının azaltılması mümkün olacaktır.
Uluslararası tükenme rejiminin tüm dünyada kabul edilmesi, fikri ve sınaî haklar bakımından sınır kavramının ortadan kalkması ve tüm dünyanın tek bir pazar olarak adlandırılabileceği bir sisteme neden olacaktır. Böylelikle hak sahipleri mallarının ilk piyasaya sunumu ile birlikte, farklı ülkelerde uyguladıkları farklı fiyat politikası avantajlarını kaybedecek, sadece arz miktarını belirleme avantajına sahip olacaklardır.
Hakkın Özgül Konusu (HakkınÖzü)
Hakkın özgül konusu, sınaî mülkiyet haklarının sınırlarının belirlenmesi ve hak sahiplerine tanınan korumanın kapsamını belirlemek amacıyla Kıta Avrupasında ortaya çıkan bir kavramdır. AT Anlaşması ile birlikte malların serbest dolaşımının önündeki engelleri kaldırılması hedeflenmiş, ancak istisnai bazı hükümler getirilmiştir. 30 uncu maddede sınaî mülkiyet haklarının korunması amacıyla serbest dolaşımın engellenebileceği belirtilmiştir.
Anlaşma korumanın kapsamının ve sınırlarının ne olacağını belirtmemekle birlikte, bu husus Adalet Divanı kararlarında belirlenmiştir. Divan getirdiği yorumlarla, sınaî mülkiyet haklarında, korumanın yasal zeminini oluşturabilmek ve sınırlarını tespit edebilmek amacıyla “özgül konu” kavramını geliştirmiştir.
Divan, sınaî mülkiyet haklarından patentin özgül konusunu ilk defa tanımladığı Centrafarm v. Sterling45 davasında kavramı şu şekilde açıklamıştır.
“ …patent sahibine, yaratıcı çabayı ödüllendirmek için garanti vermektir. Bu yolla patent sahibine, ortaya çıkardığı sınaî ürünlerin bizzat kendisi tarafından veya vereceği lisans ile üçüncü kişiler tarafından ilk kez piyasaya çıkarılması ve ihlallere karşı itiraz edebilme hakkı konusunda garanti verilir.”
Divanın markaların özgül konusuna ise ilk defa Deutsche Grammophon v Metro46 kararında atıf yapmaktadır. Anılan kararda 30 uncu maddede yer alan istisnaya açıklık getirilmiştir. Buna göre;
“Anlaşmanın 30 uncu maddesi uyarınca Topluluğun bir üye ülke yasalarında tanınan sınaî ve ticari mülkiyet haklarının varlığına saygılı olduğu açıkça anlaşılsa bile yine de varlığı tanınan hakkın kullanımı Anlaşmadaki
45 Case 15/74, Centrafarm v. Sterling Drug [1974] ECR 1147.
46 Case 78/70, Deutsche Grammophon GmbH v. Metro-SB-Grossmarkte GmbH & Co KG [1971] ECR 487.
sınırlamalara tabidir. Sınaî ve ticari mülkiyet haklarına dayanarak malların serbest dolaşımının önlenmesi istisnası da ancak fikri mülkiyet hakkının özünü korumak için kullanılması halinde meşru sayılır.” şeklinde açıklanmıştır.
Divanın hakkın özgül konusu kavramını kullandığı ilk davalardan bir diğeri de Centrafarm v. Sterling davası ile bağlantılı olan Centrafarm v. Winthrop47 davasıdır. Olayda, hem Birleşik Krallıkta, hem de Hollanda da “negram” markası altında pazarlanmakta olan ilaçlar, Centrafarm firması tarafından Birleşik Krallıktan satın alındıktan sonra Hollanda’ya ithal edilmektedir. İlaçların üreticisi olan Sterling firmasının Hollanda’daki yardımcı şirketi ve “negram” markasının Hollanda’da ki sahibi olan Winthrop şirketi ise marka hakkına dayanarak “negram” markalı ilaçların Hollanda’ya ithalatını engellemek istemektedir.
Divan hakkın tükenmesi doktrinine de atıfta bulunarak markanın özgül konusunu şu şekilde açıklamaktadır:
“Topluluğun benimsediği temel prensiplerden olan malların serbest dolaşımı ilkesinin istisnalarından biri, 30 uncu maddedeki fikri ve sınaî haklara ilişkin muafiyet kuralıdır. Bu muafiyetten yararlanabilmek için fikri ve sınaî mülkiyet hakkının özünün korunması gerekmektedir. Marka hakkının özü ise, markanın kullanılması ve o marka ile korunan ürünlerin ilk defa piyasaya sunulması konusunda marka sahibinin münhasır bir hakka sahip olduğunu garanti eder. Bu sayede, hak sahibinin, markalı malları izinsiz bir şekilde ticarete konu ederek markanın imajından ve şöhretinden faydalanmak isteyen rakiplerine karşı koruması sağlanır.”
Divanın aldığı kararlar ışığında, marka hakkının özgül konusu, o marka ile ürünlerin ilk defa marka hakkı sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmasını kapsamaktadır. Centrafarm v. Winthrop davasında da, Divan, “negram” markalı ilaçların Birleşik Krallık’ta ve Hollanda’da marka hakkı sahibi tarafından ilk defa piyasaya sunularak
47 Case 16/74, Centrafarm v. Winthrop [1974] ECR 1183.
marka hakkının tükendiğini ve Winthrop şirketinin markadan doğan haklarını kullanarak ilaçların Hollanda’ya ithaline engel olamayacağına hükmetmiştir. Winthrop’un markadan doğan haklarının bu şekilde kullanımı hakkın özgül konusu dışında kalacak olup, AT Anlaşmasının üye devletlerarası ticarette kısıtlamaların kaldırılmasını düzenleyen 28 inci ve bu maddenin istisnalarını düzenleyen 30 uncu maddelerine de aykırı olacaktır.
Hakkın AsliFonksiyonu
Hakkın özgül konusu kavramı ile marka hakkı sahibine, markalı malları ilk defa piyasaya sunma garantisi tanınmış olup, tükenme gerçekleşmiş olsa bile, hak sahibinin yok olmayacak temel hakkı açıklanmıştır. Tükenmenin gerçekleşmiş olması halinde bile hak sahibine temel bir hak tanınırken, malın nihai tüketicileri içinde hakkın asli fonksiyonu kavramı geliştirilmiştir.
Özgül konu ile hakkın özünün sınırları belirlenirken, markanın temel fonksiyonları da göz önünde bulundurulmalıdır. Divan, bu temel fonksiyonu Hoffman-La Roche v. Centrafarm48 davasında aşağıdaki şekilde açıklamaktadır:
“markalı ürünleri, hiçbir karışıklığa meydan vermeden farklı kaynaklardan gelmekte olan ürünlerden ayırt etme imkânı vererek, tüketici ve son kullanıcıya markalı ürünün kaynağını garanti etmektir.”
Divanın hakkın özgül konusu ve asli fonksiyonu kavramlarına yer verdiği kararlarından yola çıkarak, hakkın özgül konusu marka sahibine markasının piyasada haksız bir şekilde kullanılmasını önleme yetkisi verirken, markanın asli fonksiyonu tüketici ve son kullanıcılara markanın kaynağının aynı olduğu ve dolayısıyla aynı kalite standartlarına sahip olduğu konusunda garanti vermektedir. Dolayısıyla, hakkın özgül konusunun üreticiyi korumaya yönelik bir ilke olduğu, asli
48 Case 102/77, Hoffman-La Roche v. Centrafarm [1978] ECR 1139.
fonksiyonunun da tüketiciyi korumaya yönelik bir ilke olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Divanın hakkın özgül konusunu ve asli fonksiyonunu tanımlayarak tükenmeyi bu kavramlar ile ilişkilendirmesi, hakkın tükenmesinin tespitinde marka sahibi tarafından hakkın özgül konusunun kullanılıp kullanılmadığının ve hakkın asli fonksiyonunun yerine getirilip getirilmediğinin belirleyici unsur olarak kabul edildiğini işaret etmektedir.
Marka, fonksiyonları bakımından çok geniş kitlelere hitap edebilen bir kavramdır. Markalı malın sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmasından sonra, bu kadar geniş kullanım alanına sahip olan marka üzerindeki hakkın tükenmesi, markanın kaynak gösterme ve garanti fonksiyonları göz önünde bulundurulduğunda tüketicilerin aldatılması için denetimsiz bir ortam sunmaktadır.
Markanın kaynak gösterme ve garanti fonksiyonları tüketici tercihlerini etkileyen en temel etkenlerdendir. Tüketiciler, bir marka altında satılan malların her biriminin aynı kaynakta üretildiği, aynı menşe (orijine) sahip olduğu ve aynı kalitede olduğu konusunda garanti talep etmektedirler. Garanti fonksiyonu ile marka, aynı markalı malların ve hizmetlerin kalite seviyesinin eşit olduğunu ifade ederek tüketicilerin bu taleplerini karşılar. Bir başka ifade ile garanti fonksiyonu, markalı malların kalite seviyesinin ve orijinal niteliğinin, tüketiciye ulaşana kadar geçirdiği yolculukta değişmemiş olduğunu garanti eder.49 Bununla tüketiciye, aynı markalı malların aynı beklentilerini karşılayacağının garantisi verilir.50
Kaynak gösterme ve garanti fonksiyonlarının tüketici tercihleri üzerindeki bu büyük etkisi, üreticilerin karşılaşacakları talep miktarını doğrudan etkileyecektir. Bu anlamda üreticiler, markalı malların kalitesini aynı standartta tutmayı isterler. Bu
49 ARKAN, 1998, s. 206.
50 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 123.
nedenle, piyasaya sunulmuş mallar açısından anılan fonksiyonlara zarar verebilecek davranışların ortaya çıkması durumunda hakkın tükenmesi ilkesinin dikkate alınıp alınmayacağı önem arz etmektedir.
Üreticinin ve markanın imajına zarar verecek, tüketicilerin aldanmasına sebep olabilecek bu tür eylemlerin varlığı durumunda, daha önceden tükenen marka hakkı tekrar öne sürülebilecek midir? Bu nedenle marka hakkının tükenmesine bazı istisnalar getirilmiştir.
Markasız Orijinal Nitelikteki Malların Üçüncü Kişiler Tarafından MarkalanarakSatılması
Marka, garanti fonksiyonu ile aynı marka altında satılan bütün malların belirli bir kaliteyi taşıdığını tüketicilere vaat eder. Bu vaatlerin üretim aşamasında karşılanabilmesi ise her zaman mümkün olamayabilmektedir. Özellikle tüketiciler açısından marka bağlılığının yüksek olduğu parfüm, zeytinyağı, şarap gibi ürünlerde üretim safhalarında yaşanabilecek bazı aksaklıklar nihai ürünün daha önceki standartlardan düşük olmasına neden olabilmektedir. Bu gibi durumlarda üreticiler, tüketici nezdinde marka imajına zarar vermemek amacıyla, bu ürünleri daha düşük fiyatlardan markasız olarak piyasaya sunmaktadırlar. Bazı kaynaklarda ve Adalet Divanının bu konuda verdiği kararlarda, piyasaya sunulan markasız ürünlerin üçüncü kişiler tarafından satın alındıktan sonra üreticinin markası veya benzerinin ürün üzerine yerleştirilmiş hali ile tekrar satışının tükenme ilkesinin istisnasını oluşturduğu vurgulanmaktadır.51
Ancak, marka hakkının tükenebilmesi için markayı taşıyan orijinal ürünlerin hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulması gerekmektedir. Dolayısıyla piyasaya sunulan ürünlerin markasız ürünler olması nedeniyle hakkın tükenmesinden bahsetmek de anlamsız olacaktır. Bu ürünlerin üçüncü kişiler tarafından markalanarak ticarete konu olmasını engelleme bakımından marka hakkı sahibinin, tükenmenin istisnalarından faydalanmak yerine, doğrudan marka tescilinden doğan haklarının devam ettiğini
51 BEIER, Friedrich-Karl; “The Doctrine of Exhaustion in EEC Trademark Law-Scope and Limits”, IIC 1979 Vol. 01, s. 27.
vurgulamak gerekmektedir. Böyle bir durumda, marka hakkı sahibinin, 556 sayılı KHK’nın 9/I(a) bendi uyarınca “Markanın tescil kapsamına giren aynı mal ve/veya hizmetlerle ilgili olarak, tescilli marka ile aynı olan herhangi bir işaretin kullanılması” ve 9/II(a) bendi uyarınca “İşaretin mal veya ambalajı üzerine konulmasını” önleme ve yasaklanmasını talep etme hakkı devam etmektedir.
Markalı Malın Değiştirilmesi veKötüleştirilmesi
556 sayılı KHK’nın “Marka tescilinden doğan hakların tüketilmesi” başlıklı 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde kaleme alınmıştır:
“Tescilli bir markanın tescil kapsamındaki mal üzerine konularak marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra, mallarla ilgili fiiller marka tescilinden doğan hakkın kapsamı dışında kalır.
Marka sahibinin, birinci fıkra hükmüne girmesine rağmen, malın piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişiler tarafından değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı kullanmalarını önleme yetkisi vardır.”
Daha önce de açıklandığı üzere 13 üncü maddenin birinci fıkrası hakkın tükenmesi ilkesini açıklamaktadır. İkinci fıkrada ise hangi durumlarda hakkın tükenmesi ilkesinin istisnasının oluşacağı vurgulanmıştır. İkinci fıkrada belirtilen, malın değiştirilerek veya kötüleştirilerek yeniden ticarete konu edilmesi, ürün marka sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmuş dolayısıyla marka hakkı tükenmiş olsa bile hak sahibi tarafından engellenebilecektir. Marka hakkına tecavüz olarak sayılan bu eylemlerin varlığı halinde, marka hakkı sahibi 556 sayılı KHK’nın 9 uncu ve 61 inci maddeleri uyarınca sahip olduğu hakları kullanabilecektir.
Tükenmenin istisnasını oluşturan bu durumda açıklığa kavuşturulması gereken husus değiştirme veya kötüleştirmenin boyutları ve hangi eylemlerin bu kapsamda değerlendirileceğidir. Markalı bir malın kalitesinin düşürülmesi, üretici tarafından garanti edilen kalite seviyesinden daha aşağılarda tekrar piyasaya sunulması veya
gramajının azaltılması gibi eylemler kötüleştirme olarak kabul edilebilecektir. Asıl açıklanması gereken kavram markalı malın değiştirilmesidir. Malların piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişiler tarafından maldan bir parçanın çıkarılması, onarılması veya yeni bir parçanın eklenmesi değiştirme olarak kabul edilecektir. Bir başka ifadeyle, malın özgün niteliğinin değiştirilmesi, bu değişiklik malın kalitesini arttırsa bile KHK kapsamında değiştirilme olarak kabul edilecektir. Nitekim üçüncü kişiler tarafından yapılan değişikliklerin malın kalitesini arttırması, marka hakkı sahibi tarafından sunulan ürünlerde de aynı niteliklerin aranmasına ve tüketicilerde bu yönde bir beklenti oluşmasına neden olacaktır. Ürün üzerinde üçüncü kişiler tarafından yapılacak değişiklikler veya onarımların, ürün üzerinde kayda değer bir fark yaratmaması ve ürünün özgün niteliğini değiştirmemesi durumunda istisna gerçekleşmeyecek ve marka hakkı tükenecektir.52
Malın değiştirilmesi ile ilgili bir diğer husus da, üzerinde değişiklik yapılan ürünlerin ticarete konu edilmesidir. Bu ürünler ancak tekrar ticaret konu edilirse, marka hakkı sahibi ürün üzerindeki marka hakkının tükenmediğini iddia edebilecektir. Aksi halde, malları satın alan üçüncü kişilerin, kişisel kullanım amacıyla istedikleri değişiklikleri yapmasına, marka hakkı sahibi ürün üzerindeki marka hakkına dayanarak müdahale edemeyecektir.
Piyasaya sunulan malın değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticarete konu edilmesinin tükenme ilkesinin istisnasını oluşturması, 556 sayılı KHK’nın 13 üncü maddesinin dayanak noktasını oluşturan 89/104 sayılı Topluluk Yönergesinin 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında hüküm altına alınmıştır. Anılan maddenin ikinci fıkrası 556 sayılı KHK ile paralel bir düzenleme içermekle birlikte, değiştirme veya kötüleştirme gibi haklı nedenlerin varlığı halinde marka hakkı sahibi tarafından bu malların ticarete konu edilmesinin engellenebileceğini vurgulamaktadır. Bu anlamda Yönerge, tüketicilerin malların serbest dolaşımının sağlanmasındaki menfaatleri ile marka hakkı sahiplerinin markaya bağlı olan ticari itibarları üzerindeki menfaatleri arasında dengenin kurulmasını sağlamayı amaçlamıştır.
52 ARKAN, 1998, s. 206.
Markalı Malın ReklamlardaKullanılması
556 sayılı KHK’nın “Marka tescilinden doğan hakların kapsamı” başlıklı 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendinde, marka hakkı sahibinin, markasının izinsiz şekilde bir teşebbüsün iş evrakı veya reklamlarında kullanılmasını engelleme hakkı olduğu hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla, sahibinin rızasıyla piyasaya sunulan ve tükenmenin gerçekleştiği mallar açısından, 9/II(d) bendi ile sağlanan hakkın da tükeneceği sonucuna ulaşılabilecektir. Diğer taraftan, markanın üçüncü kişiler tarafından reklam amacıyla kullanılması 13/II maddesi ile tükenme ilkesine getirilen istisnalar kapsamında değerlendirilebilecektir.
Ancak, tükenme ilkesine getirilen istisnaların, marka hakkı sahibine, markasının üçüncü kişiler tarafından reklamlarda kullanılmasını engelleme hakkını kapsayabilmesi için bazı koşulların oluşması gerekmektedir.
Adalet Divanı, Parfums Christian Dior v. Evora53 kararında bu koşulları belirlemiştir. Söz konusu davada, davacı Christian Dior, kendi dağıtım zincirlerine dahil olmayan Evora şirketinin piyasadan satın aldığı Dior markalı parfümleri sattığını ve Dior markasını kendi broşürlerinde kullandığını tespit etmiş, Dior markalarının lüks ve prestijli ürünler olduğunu ve bu broşürlerin markanın lüks ve prestijli imajına hiç benzemediğini ve zarar verdiğini öne sürerek bu durumun engellenmesini talep etmiştir.
Divan, marka sahibinin rızasıyla piyasaya sunulan malları hukuka uygun olarak elde eden kişilerin bu malların yeniden satışı veya dağıtımı konusunda istediği şekilde davranabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca, markanın tüketicileri haberdar etmek üzere broşür, reklam vb. araçlarda kullanılmasının da hak sahibi tarafından engellenemeyeceğini belirterek marka hakkının tükenmiş olduğunu vurgulamıştır.
Diğer taraftan, anılan kararda, gösterilebilecek hukuki nedenlere dayanmak şartıyla bu kuralın bir istisnasının olduğu da ayrıca vurgulanmıştır. 89/104 sayılı Yönergenin
53 Case 337/95, Parfums Christian Dior v Evora [1997] ECR I-6013.
7 nci maddesinin ikinci fıkrasına atıf yapılan kararda, malların piyasaya sunulduktan sonra değiştirmesi veya kötüleştirilmesinden bahisle reklamda kullanılan markalı ürünlerin, somut olayda markanın lüks ve prestij sembolü olan imajına ciddi şekilde zarar verdiğinin açık olmasının tükenmenin istisnasını oluşturacağı belirtilmiştir.
Bu doğrultuda, hak sahibinin, markanın üçüncü kişiler tarafından reklamlara konu edilmesini engelleyebilmesi için, bu reklamların markanın imajına yani marka sahibinin yoğun emek ve sermaye harcayarak oluşturduğu markasının reklam fonksiyonuna açıkça zarar verdiğinin tespit edilmesi gerekmektedir.
Reklam fonksiyonu ile marka sahibi kendisi ile markalı mallar arasındaki ilişkiyi tüketiciye yansıtmak isterken, diğer taraftan da tüketiciye, markalı malların belirli bir nitelik garantisi olduğunu anlatmak istemektedir. Bu nedenle, üçüncü kişilerin markayı reklamlarda, el ilanlarında veya broşürlerde kullanmasının, markanın kaynak gösterme ve garanti fonksiyonu gibi asli fonksiyonlarına zarar verip vermediğinin de tartışılması gerekmektedir.
Markalı Malın YenidenPaketlenmesi
Ürünlerin piyasaya sunulmasının ardından hukuki yollarla bunları satın alan üçüncü kişiler bu ürünleri tekrar ticarete konu edebilirler. Böylece, marka sahibinin dağıtım organizasyonu dışında kalan ithalatçılar, ülkelerdeki fiyat farklılıklarından faydalanarak karlarını arttırabilirler. Ayrıca belirli koşulların varlığı altında bu markaları reklamlarında veya ürünün sergilenmesinde kullanabilir, ürünün paketini veya sunum şeklini bile değiştirebilir. Ancak, ürünün yeniden paketlenmesi üçüncü kişilere çeşitli avantajlar sağlarken maliyetleri arttırıcı etki yapacağı açıktır.
Marka mal ve ambalajı ile birlikte tescil edilebilir ve korumanın kapsamı da bir bütün olarak ürün ve ambalajı da kapsayacaktır. Bu şekilde bir tescil yapılmamış olsa bile marka sahibi tarafından marka ile onun ambalajı-paketi arasında oluşturulan bağlantının bütünlüğüne marka hakkı sahibinin izni olmadan yapılan müdahaleler
kural olarak marka hakkına tecavüz sayılacaktır.54 Zira bu müdahaleler, 556 sayılı KHK’nın 9/II (a) maddesi uyarınca marka hakkı sahibince yasaklanabilir.
Marka hakkı sahiplerine bu tarz müdahaleleri yasaklama hakkı tanınmış olmasına ve yeniden paketlemenin de maliyetleri arttırıcı etkisine rağmen üçüncü kişiler tarafından bu yola başvurulması, malların paketlerinde ve ambalajlarında ithal edilecek ülke mevzuatına uygun değişikliklerin yapılması zorunluluğundan kaynaklanabilmektedir.
Avrupa Ekonomik Alanı içerisinde, aynı ürünün, farklı üye devletlerde farklı fiyatlarla satılması ve ülkelerin ithalat rejimleri uyarınca farklı ambalaj tiplerinin belirlenmesi nedeniyle yeniden paketlemenin hangi kapsamda ve hangi şartlarda yapılabileceği Adalet Divanın farklı olaylardaki yorumları ile açıklığa kavuşmuştur.
Divanın konu ile ilgili en eski kararlarından biriside Hoffman-La Roche v. Centrafarm55 davasıdır. Söz konusu olayda, Almanya ve Britanya’da satışı yapılan sakinleştirici ilaç, “valium” markası altında ve üretim lisansı ile Roche-Almanya ve Roche-Britanya tarafından üretilmektedir. Her iki şirkette “valium” ve “roche” markalarını kullanma hakkına sahiptirler. Roche-Almanya ilaçları bireysel ve hastane kullanımı için ayrı ayrı paketlemiş, bireysel kullanım için 20 ve 50’lik paketler hazırlarken, hastane kullanımı için 100 ve 250’lik paketler hazırlamıştır. Roche- Britanya ise böyle bir ayrım yapmadan 100 ve 500’lük paketler hazırlayarak, Almanya’daki fiyatlardan daha düşük bir fiyata piyasaya sunmuştur. Hollandalı Centrafarm firması ise Britanya’dan satın aldığı “valium” ilaçlarını, Hollanda’da kendi tesislerinde Almanya’daki bireysel kullanım için olan paketlere uygun bir şekilde yeniden paketleyerek Almanya’da pazarlamaya başlamıştır. Centrafarm tarafından yeniden yapılan paketleme, Almanya’da bireysel kullanım için satılan orijinal ambalajdan farklı olmakla birlikte, yeni ambalajın üzerinde “valium” ve “roche” markaları ile ürünün Centrafarm tarafından pazarlandığına ve iletişim bilgilerine ilişkin ifadelerde eklenmiştir. Ayrıca, yeni paketlerde orijinal prospektüse
54 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 131; ARKAN, 1997, s. 207; BEIER, 1979, s. 25.
55 Case 102/77, Hoffman-La Roche & Co. AG v. Centrafarm Vertriebsgesellschaft Pharmazeutiscker Erzeugnisse mbH, [1978] ECR, 1139.
benzer Almanca bir prospektüs yer almakta ve bu prospektüsün üzerinde de ilaçların Centrafarm tarafından pazarlandığı yeniden belirtilmektedir. Roche-Almanya, Almanya’da adına tescilli bulunan “valium” ve “roche” markalarının yeniden paketlemesi yapılan ürünler üzerine bizzat kendisi tarafından veya rızası ile konulmadığını, bu sebeple marka üzerindeki haklarının tükenmediğini iddia ederek Centrafarm’ın bu faaliyetinin önlenmesi amacıyla konuyu yargıya taşımıştır.
Adalet Divanı, Roche-Almanya’nın bu iddiasını yerinde bulmamıştır. Divan, “valium” markalı ürünlerin, Britanya’da marka hakkına sahip Roche-Britanya tarafından piyasaya sunulmasıyla, marka hakkının tükendiğine hükmetmiştir. Roche- Almanya’nın marka hakkını dayanak göstererek ilaçların Almanya’ya ithalatını engellemeye çalışmasının, markanın özgül konusunu aşacağına ve AT Anlaşmasının 28 ve 30 uncu maddelerine aykırı olacağına karar vermiştir.
Divan kararında markanın özgül konusu ve asli fonksiyonlarının korunması gereğine vurgu yapmış, yeniden paketleme ve yeniden markalamanın markanın özgül konusuna ve asli fonksiyonuna zarar verme ihtimali halinde marka sahibinin bu eylemleri engelleme hakkı olduğunu belirtmiştir. Ancak, marka sahibinin bu hakkını kullanmasının 30 uncu madde anlamında üye ülkeler arasında ticarette örtülü sınırlamalar anlamına gelip gelmeyeceğinin değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu doğrultuda, aynı ürünün farklı üye ülkelerde farklı fiyatlar, paketler veya markalar altında piyasaya sunulması ve bu yolla markaların ayrıştırılması suretiyle marka haklarına dayanarak malların serbest dolaşımının engellenmesini örtülü sınırlamalara örnek olarak göstermiştir. Divan, aşağıdaki koşulların gerçekleşmesine rağmen, marka hakkına dayanarak ticaretin engellemesini örtülü sınırlama olarak kabul etmiştir.
—Marka hakkının kullanılması ve marka sahibinin pazarlama stratejileri üye ülkeler arasında suni pazar paylaşımı yaratıyorsa;
—Yeniden paketleme ürünün orijinal koşullarını etkilemiyorsa;
—Yeniden paketleme ürünün menşe garantisini etkilemiyorsa;
—Yeniden paketleme ve pazarlama konularında marka sahibine önceden haber verildiyse;
—Yeniden paketleme ürünün ya da hak sahibinin imajını zedelemiyorsa;
—Yeniden paketlemenin kim tarafından yapıldığı paket üzerinde belirtiliyorsa; marka hakkına dayanarak ticaretin engellenmesi örtülü sınırlama olarak kabul edilecektir.
Adalet Divanı, konuya ilişkin Bristol Myers56 kararında da 89/104 sayılı Yönergenin 7/II inci fıkrasında yer alan “…piyasaya sürüldükten sonra malların koşullarının değiştirilmesi veya bozulması gibi geçerli sebeplerin varlığı halinde marka sahibinin mallarının üçüncü kişilerce ticaretini engelleme hakkı bulunduğu” hükmünün, AT Anlaşmasının 30 uncu maddesi ile paralel bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Divan, madde 7/II gerekçe gösterilerek yapılacak bir engellemeyi, üye ülkeler arası ticareti örtülü bir şekilde engelleme anlamına gelmemesi ve marka hakkı sahibinin, hakkın özgül konusu veya asli fonksiyonunu korumak amacıyla kullanması gerektiğini vurgulamaktadır.57
Divan, Bristol Myers olayında Hoffman-La Roche olayında verdiği kararları devam ettirmiş ve bir ithalatçının 89/104 sayılı Yönergenin 7/I maddesinde düzenlenen tükenme ilkesinin sınırlarını aşmadan neler yapabileceğini ortaya koymuştur. Buna göre, aşağıda sayılan koşulların varlığı halinde farmasötik ürünü yeniden paketleyen veya yeniden markalayan ithalatçı marka ihlalinden sorumlu tutulamayacaktır:
—Ürünün ithalatçı tarafından pazarlanabilmesi için yeniden paketlenmesi açık bir şekilde gerekli ise;
—Yeniden paketleme ürünün orijinal durumunu olumsuz etkilememişse;
—Üretici ve yeniden paketleyenin isimleri paket üzerinde açıkça yer alıyorsa;
—Yeniden paketleme sonucu ürünün, markanın veya marka sahibinin ünü ve imajı zarar görmüyorsa; (paketleme kusurlu, hatalı, bozuk veya şekilsiz değilse)
56 Joined Cases C-427/93. C-429/93 and C-439/93 Bristol-Myers Squibb and Others v. Paranova [1996] ECR I-3457; [1996] ETMR 1 (ECJ).
57 DALKIRAN, 2006, s. 87.
—Ürünün yeniden paketlenerek satışa çıkarmadan önce marka sahibine bildirimde bulunmuş ve talep edilmesi halinde yeniden paketlenmiş ürünün bir örneğini marka sahibine göndermişse marka hakkı tükenmiş olarak kabul edilecek ve ithalatçı marka ihlalinden sorumlu tutulamayacaktır.
Yeniden Paketlemenin Gerekliliği
Adalet Divanı, daha önce ele aldığımız Hoffman-La Roche ve Bristol Myers davalarında, ürünün yeniden pazarlanması için yeniden paketleme yapılabilmesini gerekli olduğu durumlarla sınırlamış, ithalatçının keyfi olarak yeniden paketleme yapamayacağını vurgulamıştır. Ancak, Divan gereklilik kriterine açıklık getirmeyi daha sonraki Upjohn58 ve Boehringer59 davalarına bırakmıştır. Divan yeniden paketlemenin gerekliliğini şu şekilde açıklamaktadır:
“ürünün ithal edileceği üye ülke kuralları veya uygulamaları veyahut marka sahibi tarafından uygulanan pazarlama stratejileri nedeniyle, ithalatçının markayı değiştirmesinin yasaklanması halinde ithalatın yapılacağı ülke pazarına girişi engelleniyorsa gereklilik şartı oluşmuştur.”
Divan üye ülke pazarına giriş yapabilmek için yeniden paketlemenin gerekli olduğu durumlarda hakkın ihlalinden bahsedilemeyeceğini belirtmiştir. Ancak bu değişikliğin gereklilik kriteri kapsamında değerlendirileceğini; aksi halde, örneğin ithalatçının ticari bir avantaj elde etmek için keyfi yaptığı bir değişiklik durumunda gereklilik şartının aşılmış olacağını vurgulamıştır. Böyle bir durumda hakkın tükenmesinden bahsedilemeyecek ve marka hakkına tecavüz söz konusu olacaktır.
2.7.4.2.Ürünün Orijinal Koşullarının Korunması
Divan, yeniden paketlemeye izin verilebilmesi için ürünün orijinal koşullarının korunmasının sağlanması gerektiğini vurgulamıştır. Bu sayede tüketiciler ürünleri marka sahibinin ürettiği kalitede ve koşullarda elde edebileceklerdir. Divan, Bristol
58 Case C-379/97, Pharmacia and Upjohn v. Paranova [1999] ECR I-6927.
59 Case C-143/00, Boehringer Ingelheim, Glaxo Group and Others v. Swingward Ltd and Dowelhurst Ltd [2002] ECR I-3759; [2002] FSR 61 (ECJ); [2002] ETMR 78 (ECJ).
Myers olayında orijinal koşulların etkilenip etkilenmediğinin tespitini ulusal mahkemelere bırakmıştır.
2.7.4.3.Markanın ve Marka Sahibinin İtibarı
Markanın en önemli fonksiyonlarından bir tanesi de tüketiciler tarafından ürün ile üreticisi arasında ilişki kurulmasını sağlamasıdır. Bir başka ifade ile marka üreticinin imajını ve itibarını temsil etmektedir. Bu nedenle, üçüncü kişiler tarafından yeniden paketlenerek pazarlanan ürünlerin markanın ve marka sahibinin bu imajını zedelememesi gerekmektedir. Yeniden paketlemenin özensiz veya bozuk olması ya da malların yapısında meydana gelebilecek olumsuz bir değişiklik, marka sahibinin itibarını zedeleyebileceği gibi markanın kullanıldığı ürünler üzerindeki garanti fonksiyonunu olumsuz etkileyerek tüketicilerin markaya olan güvenini sarsacaktır.
Sonuç olarak, malları yeniden paketleyerek pazarlayan üçüncü kişiler, yeniden paketleme yaparken malların yapısının değişmemesine özen göstermeli ve paketlemenin kusurlu, düşük kalite, bozuk veya şekilsiz olmamasına dikkat etmelidirler.
2.7.4.4.Önceden Uygun Bildirim
Adalet Divanı konu ile ilgili kararlarında60 yeniden paketleme yapan işletmelerin ürünleri pazarlamadan uygun bir süre önce marka sahibine, ürünlerin yeniden paketlenmesi hakkında doğrudan bilgi vermesi gerektiğini ve marka hakkı sahibinin talebi doğrultusunda yeniden paketlenen ürünlerin bir örneğini sunmak zorunda olduğunu vurgulamıştır. Bu yolla marka sahibinin, hakkın özgül konusu ve asli fonksiyonu açısından oluşabilecek ihlalleri önleme fırsatı olacaktır.
2.7.4.5.Tüketicinin Bilgilendirilmesi
Adalet Divanının konu ile ilgili uyuşmazlıklardaki yorumlarında yer alan bir diğer hususta tüketicinin bilgilendirilmesidir. Markanın asli fonksiyonlarının korunması ve
60 Case C-1/81, Pfizer Inc. v. Eurim Pharm GmbH, [1981] ECR 2913; Case C-143/00, Boehringer Ingelheim, Glaxo Group and Others v. Swingward Ltd and Dowelhurst Ltd [2002] ECR I-3759; [2002] FSR 61 (ECJ); [2002] ETMR 78 (ECJ).
bu amaçla tüketicilerin bilgilendirilmesi amacıyla yeniden paketlenen ürünler üzerinde gerekli açıklamaların yer almasının zorunlu olduğunu vurgulamıştır.
Bu doğrultuda, yeniden paketlemede, üreticinin bilgilerinin yer almasının yanında, yeniden paketleme yaparak tekrar pazarlayan işletmelerin bilgilerinin de açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
Firmalar bazı durumlarda aynı ürünü farklı ülkelerde farklı markalar altında satışa sunabilmektedirler. Bu tür uygulamalar bazı durumlarda yasal zorunluluklardan kaynaklanabildiği gibi firmaların pazarlama stratejileri nedeniyle de ortaya çıkabilmektedirler. Örneğin, bir firmanın A ülkesinde uzun yıllardır kullandığı markası, B ülkesi piyasasına ilk defa girişte firmaya engel olabilecektir. Markanın B ülkesinde benzerinin olması, B ülkesinde konuşulan dilde marka olmasını engelleyecek anlamı olması veya markanın anlamının B ülkesinin kültürü ile uyumlu olmaması gibi nedenlerle B ülkesinde satışa sunulacak ürünlerin üzerinde farklı markalar tercih edilebilmektedir.
Marka hakkı sahibinin üretim ve dağıtım ağının dışında kalan üçüncü kişiler farklı markalar altında satılan aynı ürünü fiyatın düşük olduğu ülkeden satın alarak, fiyatın yüksek olduğu ülkeye markasını değiştirerek ithal etmek isterler. Adalet Divanının Centrafarm BV v. American Home Products Corp.61 kararı konuya ilişkin önemli örneklerden bir tanesidir. Olayda, American Home Products Benelüx Ülkeleri ve Almanya’da “Seresta” markası altında satışını yaptığı ilaçları Birleşik Krallıkta “Seranid” markası altında pazarlamaktadır. Centrafarm şirketi ise Birleşik Krallıkta “Seranid” markalı ilaçları piyasadan satın alıp, markasını “Seresta” olarak değiştirdikten sonra Hollanda’ya ithal etmektedir. American Home Products Hollanda’da adına tescilli bulunan “Seresta” markasından doğan haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek dava açmıştır.
61 Case C-3/78, Centrafarm BV v. American Home Products Corp. [1978] (ECR) ATKD 1823.
Divan konuyu menşe garantisi ve AT Anlaşmasının malların serbest dolaşımı ile ilgili 28 ve 30 uncu maddeleri açısından tartışmıştır. Divan, menşe garantisinin ancak marka sahibinin ürün üzerine markayı koyarak kimlik verebilmesi anlamına geldiğini belirtmiştir. Eğer ürüne marka koymak için üçüncü bir kişiye izin verilirse menşe garantisi zedelenecektir. Markanın temel fonksiyonu, hak sahibinin aynı ürün için iki farklı marka koyduğu durumda bile üçüncü kişilerin bir ürünün markasını diğerine koymasını veya hak sahibi tarafından konulan markayı değiştirmesini engelleme yetkisi vermektedir.
Diğer taraftan Divan, aynı ürüne farklı üye ülkelerde farklı markalar konularak piyasaya sunulmasının yasal veya ülkesel zorunluluklardan kaynaklanmadığını ve bu suretle, marka hakkının malların serbest dolaşımını sınırlamak ve pazarı suni olarak bölme niyetiyle kullanılmaya çalışıldığını, dolayısıyla AT Anlaşmasının 28 ve 30 uncu maddeleri anlamında örtülü kısıtlamaların varlığını kabul etmiştir.
Divan yaptığı bu tespitlerin ardından, ürüne marka koymanın marka sahibinin münhasır hakkı olmasına rağmen, hak sahibinin marka hakkına dayanarak pazarı suni olarak bölme niyetiyle hareket ettiğini ve bu nedenle üçüncü kişiler tarafından Hollanda’da malların “Seresta” markası altında piyasaya sunulmasının hak sahibinin itibarının zedelenmeyeceğine, tüketicilerin ise böyle bir uygulamadan zarar görmeyeceğine ve markanın asli fonksiyonunun korunacağına hükmetmiştir.
Divanın kararında, hak sahibinin niyeti gibi subjektif bir kritere atıfta bulunması eleştirilebilecek bir nokta olmakla birlikte, kurucu anlaşma ile koruma altına alınan Topluluk içerisinde malların serbest dolaşımı ilkesi ve marka sahibinin hakları arasındaki denge gözetilmek istenmiştir.
Tarafımızca da marka sahibinin hakları ile serbest ticaret arasında bir denge gözetilmesi yerinde olmuştur. Ancak yeniden markalama konusunda objektif kriterlerin belirlenmesi gerekmektedir. Bu anlamda başvurulabilecek olan kriter gereklilik kriteri olmalıdır. Üçüncü kişiler tarafından ürünün piyasaya sunulması yeniden markalamayı gerektiriyorsa buna imkân tanınmalıdır. Bu gereklilikler marka
sahibinin farklı ülkelerde farklı markalar kullanarak piyasaları bölme niyeti olabileceği gibi yasal zorunluluklarda olabilecektir.
PARALEL İTHALAT VE HAKKIN TÜKENMESİ
Paralel İthalat 3.1.1.Tanımı veŞartları
Günümüzde ticaretin küreselleşmesi ve tüketicilerin mallara olan erişiminin artması ile üreticiler tarafından farklı ülkelerde sürdürülmek istenen fiyat farklılıkları arasında bir çatışma yaşanmaktadır. Tüketiciler, aynı ürünün farklı ülkelerde farklı fiyatlardan satılmasını anlaşılmaz bulmakta ve bu nedenle ürünleri daha ucuza elde etmenin yolunu aramaktadırlar. Tüketiciler tarafından oluşturulan bu yöndeki talep, üreticilerin kendi satış ve dağıtım mekanizmalarının dışında kalan üçüncü kişiler tarafından bir fırsat olarak görülmektedir. Piyasada var olan talebi karşılamak ve ülkeler arası fiyat farklılıklarından faydalanabilmek için paralel ithalat kavramı geliştirilmiştir.
Paralel ithalat, bağımsız bir işletmenin ya da kişinin, bir ülkede daha ucuza edindiği orijinal malları, piyasasında aynı malın daha pahalı satıldığı ülkeye, satma amacı ile ithal etmesi olarak tanımlanmaktadır.62 Hemen hemen aynı olmakla birlikte bir diğer tanıma göre paralel ithalat, birden fazla ülke pazarında satışı amaçlanarak bu ülkelerde piyasaya sürülen malların, imalatçının dağıtım kanalında izin verdiklerinin dışındaki üçüncü kişilerce, tekrar, piyasasında aynı malın bulunduğu ülkeye ithal edilmesidir.63Bir başka tanımda ise, paralel ithalat, fikri mülkiyet hakkı sahibi tarafından veya onun izniyle bir başkası tarafından ülke dışında piyasaya sunulan fikri mülkiyet hakkını taşıyan özgün malların fikri mülkiyet hakkı sahibinden izin alınmaksızın ülkeye ithal edilmesidir.64
62 ARIKAN, 2001, s.7; CORNISH, W.R.; Intellectual Property, Sweet&Maxwell, London-1996, s. 38. 63 ARIKAN, 2001, s.7; YOUNG, John, A.; “The Gray Market Case”, The Notre Dame Law Review, Vol.61, 1986, s. 838; SCHNEIDER, David, A.; “Vivitar Corp. v. United States: The Beginning of the End of the Gray Market”, The American University Law Review, Vol. 35, 1986, s.1207; HORNER, Simon; Parallel Imports, Collins, London 1987, s. 2.
64 KAYHAN, Fahrettin; “Türk Marka Hukuku Açısından Paralel İthalat ve Marka Hakkının
Tükenmesi”, Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi (FMR), Yıl 1, Cilt 1, Sayı 1, s. 53.
Paralel ithalat, ulusal sınırları aşan bir ticaret anlayışıdır. Dolayısıyla konu ile ilgili ulusal ekonomi politikalarının uluslararası ticaret üzerinde önemli yansımaları olmaktadır. Bu çerçevede paralel ithalattan söz edebilmek için, daha önce piyasasında aynı malın bulunduğu ülkeye ithalat yapılmalı ve aynı mallar arasında bir marka-içi (intra–brand) rekabet ortaya çıkmalıdır.65
Fikri mülkiyet hakkı sahibinden izinsiz olarak yapılan bu ithalata paralel denmesinin sebebi ise, hak sahibi tarafından yetkilendirilen satıcı ve dağıtıcılar tarafından kullanılan ithalat ağına paralel olarak ikinci bir ithalat ağı oluşturulmasıdır.66
Paralel ithalatın gerçekleşebilmesi için bazı şartların varlığı gerekmektedir. Paralel ithalatın konusu, fikri mülkiyet hakkı sahibi tarafından veya onun iziyle üçüncü bir kişi tarafından satışı yapılmış fikri mülkiyet hakkı ihtiva eden mallardır. Bununla birlikte, paralel ithalat konusu malların ilk satışının yurtdışında yapılmış olması gerekmektedir. Aksi halde, yurtiçinde ilk satışı yapılmış ve ardından yurtdışına ihraç edilmiş malların tekrar yurtiçine ithal edilmesi paralel ithalat değil geri ithalat67 olacaktır.
Ayrıca, paralel ithalat yapılan ülke pazarında, paralel ithalatı yapılan fikri mülkiyet hakkı ihtiva eden mallarla aynı özelliklere sahip malların bulunması gerekmektedir. İthalatı yapılan mallar ile ülke piyasasında bulunan mallar arasında farklılık olması durumunda, paralel ithalattan değil gri ticaretten söz edilebilir.68 Dolayısıyla, “tescil edildiği mallar açısından geçerli olan bir marka ile aynı ya da ayırt edilemeyecek kadar benzeri olan bir işaretin izinsiz bir şekilde mal veya ambalaj üzerinde kullanımı” olarak ifade edilen taklit malların ve “fikri hak konusu malların izinsiz kullanımı ve çoğaltılması” olarak tanımlanan korsan malların iç pazara ithali, paralel ithalat olarak değerlendirilemeyecektir.69
65 ARIKAN, 2001, s. 7–8; ASLAN DÜZGÜN, s. 198.
66 WARWICK, Rothnie A.; Parallel Imports, Sweet & Maxwell, London-1993, s. 1; STOTHERS, 2007, s. 2.
67 Geri ithalat için bkz. III. Bölüm 5/2.
68 Gri ticaret için bkz. III. Bölüm 5/1.
69 ARIKAN, Ayşe Saadet; “Fikri ve Sınai Haklar Kapsamındaki Taklit ve Korsan Malların Gümrüklerde Geçici Olarak Durdurulması”, Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü
Paralel ithalatın gerçekleşebilmesi için gerekli bir diğer hususta, ithalata konu orijinal nitelikteki malların ilk piyasaya sunumunun hukuka uygun bir şekilde gerçekleştirilmiş olmasıdır. Bununla birlikte, hak sahibinin izniyle hukuka uygun olarak bir başka ülkede ilk satışı yapılan malların iç pazara ithalinin ticari amaçla yapılmış olması gerekmektedir. Kişisel kullanım amaçlı olarak ithal edilen mallar bakımından paralel ithalat söz konusu değildir.70
Paralel ithalat mekanizmasının işleyişini şemasal olarak aşağıdaki şekiller vasıtasıyla anlatabiliriz.
Şekil.1- Hem iç pazarda hem dış pazarda üretim.
(Kaynak: ARIKAN, 2001, s. 9.)
Şekil.1’de, Ü sınaî mülkiyet hakkı konusu x malını A ülkesinde üretip 3f fiyattan satmaktadır. Aynı mallar, B ülkesinde de Ü’den alınan imalat lisansı ile üretilerek, Yetkili Dağıtıcı tarafından 2f fiyattan satılmaktadır. Ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarından kazanç sağlamak isteyen Paralel İthalatçı, x malını hukuka uygun
Avrupa Araştırmaları Dergisi Gümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye’de Fikrî ve Sınaî Hakların Korunması -Özel Sayı-. C.4, S.1-2, 1995/1996, s. 144-145.
70 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 202; YILDIZ, Burçak; Eser Sahibinin Yayma Hakkının Tükenmesi, Prof. Dr. Turgut KALPSÜZ’e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara–2003, s. 592
bir şekilde B ülkesinden alarak, A ülkesine ithal etmekte ve bu sayede paralel ithalat gerçekleşmektedir.
Paralel ithalata ilişkin bir başka işleyiş şekli ise aşağıdaki şekilde gösterilebilir.
Şekil.2- Dış pazarda üretim.
(Kaynak: ARIKAN, 2001, s. 10.)
Şekil.2’de ise mallar A ülkesinde Ü tarafından üretilmekte ve 2f fiyattan satışa sunulmaktadır. Ayrıca, Yetkili Dağıtıcı vasıtasıyla x malı ihraç edilerek B ülkesinde 3f fiyattan satılmaktadır. Ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarından kazanç sağlamak isteyen Paralel İthalatçı, A ülkesinde Ü tarafından ilk satışı yapılan x malını 2f fiyattan alarak, B ülkesine ithal etmekte ve bu sayede paralel ithalat gerçekleşmektedir.
Yukarıdaki şekillerde, Üretici Ü’nün üretim ve dağıtım kanalları dışında kalan üçüncü kişiler tarafından yapılan paralel ithalat anlatılmıştır. Bazı yazarlar paralel ithalatı aktif ve pasif olarak ikiye ayırmaktadır. Üreticinin üretim ve dağıtım kanalları dışında kalan üçüncü kişiler tarafından yapılan ve en yaygın olanı pasif paralel ithalattır. Aktif paralel ithalat ise, yurtdışında üretim veya dağıtım lisansına sahip olan kişilerin ellerindeki markalı malları iç pazara sokarak, yerli lisans sahipleri ile rekabete girmesidir.71 Aktif paralel ithalat olarak adlandırılan bu durum ile çok sık karşılaşılmamaktadır. Çünkü hak sahipleri, lisans anlaşmalarına bazı sınırlamalar koyarak, lisans alanın malları anlaşma konusu dışındaki bir ülkeye ithal etmelerini engellemektedir.
3.1.2.Paralel İthalatın Nedenleri
Paralel ithalat, iç pazarında aynı malların bulunduğu iki ülke arasında, düşük fiyatlı olan malın fiyatın yüksek olduğu ülkeye, hak sahibinin üretim veya dağıtım kanalları dışında kalan kişiler tarafından ithal edilmesidir. Dolayısıyla paralel ithalatın temel nedeni ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarıdır.
Küresel tek bir pazara doğru evrimleşen günümüzde, piyasalar arasındaki fiyat farklılıklarının çok farklı nedenleri bulunmaktadır. Söz konusu farklılıkların ilki büyük şirketler tarafından yürütülen politikalardır. Rekabet kuralları ile bağdaşmasa da günümüzde uluslararası şirketler rekabeti sınırlayıcı yatay ve dikey anlaşmalar veya işletmeler arası uyumlu davranışlar ve kararlar ile piyasalar arasında fiyat farklılığı yaratılmasına yol açabilmektedirler. Tüm dünya piyasalarında faaliyette bulunan bu tarz şirketler sahip oldukları finansal güç sayesinde piyasalarda elde ettikleri hakim durumu kötüye kullanarak fiyat farklılığına sebep olmaktadırlar. Aynı markalı ürün, bir ülkede daha düşük fiyattan satılırken diğer ülkede görece daha yüksek fiyattan satılmaktadır. Dolayısıyla, ülkeler arasındaki fiyat farklılığı paralel ithalatı cazip hale getirmektedir.
71 FINK, Carsten/MASKUS, Keith E.; Intellectual Property and Development: Lessons from Recent Economic Research, World Bank Publications, New York-2005, s. 172.
Fiyat farklılıklarının ortaya çıkması kimi durumlarda firmaların sürdürdüğü bir politikadan çok girdi maliyetlerinden dolayı olabilmektedir. Kimi ülkelerde işgücü fiyatının görece düşük olması, bu ülkelerde yapılan üretimi daha ucuz hale getirebilmektedir. Bununla birlikte, ülkesel düzenlemeler nedeniyle vergilerin görece düşük veya yüksek olması üretim maliyetlerini ve dolayısıyla fiyatları doğrudan etkilemektedir. Fiyatı etkileyen maliyet düşüklüğü, bazen aynı mal için farklı hükümet kontrollerindeki zayıflık veya düşük kalite standartlarından da kaynaklanabilir. Ayrıca, ülkeler arasındaki sosyal politika uygulamalarının farklılık göstermesi, maliyetlerin ve bundan dolayı fiyatlarında farklılaşmasına neden olmaktadır.
Fiyat farklılıklarının bir diğer nedeni ise dağıtım maliyetleridir. Malların üretim safhasından tüketiciye nihai olarak sunulacağı ana kadar birçok dağıtım ve nakliye aşamasından geçmesi gerekmektedir. Dağıtım ve nakliye giderlerinin yüksek olduğu ülkelerde de fiyatların yüksek olması kaçınılmazdır. Ancak, dağıtım ve nakliye giderleri paralel ithalatçı içinde yüksek olacağından, sadece dağıtım ve nakliye konularında avantaja sahip olan paralel ithalatçılar tarafından mallar ithal edilebilecektir.
Ülkelerarasında paralel ithalat yapılmasını cazip hale getiren fiyat farklılıklarının bir diğer nedeni de ülkelerarasındaki döviz kurlarıdır. Döviz kurlarında yaşanacak olan dalgalanmalar, malların fiyatlarının görece döviz kurunun yüksek olduğu ülkelerde daha pahalıya satılmasına neden olacaktır. Ortaya çıkacak bu fiyat farklılıkları ise paralel ithalatın yakıtı olacaktır.72
Marka hakkı sahipleri, değişik ülkelerde malların üretimi ve dağıtımı için üçüncü kişilerle anlaşmalar (lisans, franchising anlaşmaları vb.) yapmaktadırlar. Bir ülkede, markalı malların tek satıcısı olabilmek için yapılan bu anlaşmaların karşılığında kullanım hakkını elde edenler önemli ücretler ödemektedirler. Dolayısıyla katlandıkları bu maliyeti fiyatlara yansıtarak telafi etmeye çalışmakta ve bu nedenle ülkeler arasında fiyat farklılıkları ortaya çıkmaktadır.
72 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 202; STOTHERS, 2007, s. 2.
Diğer taraftan, hak sahipleri, ürünlerin tanıtımı için faaliyet gösterdikleri ülkede çeşitli ilan ve reklam faaliyetlerinde bulunmakla birlikte, sigorta, araştırma- geliştirme ve vergi konularında önemli maliyetlere katlanmaktadırlar. Bu şekilde yapılan yatırımların ve katlanılan maliyetlerin malların fiyatlarına yansıtılmasından dolayı fiyatlar artacak ve ülkelerarası farklılıklar oluşacaktır.
Bir diğer husus da, üreticiler tarafından bazı ülkelerde malların sadece satışı yapılırken diğer ülkelerde mallarla birlikte maliyetleri arttıran ek bazı servislerin sunulmasıdır. Satış öncesinde verilen hizmetler veya satış sonrası garanti verilmesi gibi hizmetler maliyetleri ve dolayısıyla fiyatları arttırıcı etki gösteren ek servislerdir.
Paralel ithalata neden olan fiyat farklılıklarının altında yatan faktörlerden bir tanesi de, devletlerin bazı ürün gruplarında yaptığı fiyat düzenlemeleridir. Çoğunlukla ilaç fiyatlarında karşılaşılan bu durumda, sosyal devlet anlayışının güçlü olduğu ve etkin sosyal politika uygulamalarının sürdürülmeye çalışıldığı ülkelerde, devlet tarafından ilaç firmalarının daha ucuza satış yapmaları konusunda müdahalede bulunulmaktadır. Bu ülkelerde, firmalar ilaçları düşük fiyatlardan satmak zorunda kalmakta, ancak müdahale bulunmayan ülkelerde daha yüksek fiyatlardan satış yapmaktadırlar. Bu nedenle, ülkeler arası aynı ilacın fiyatında farklılık oluşmakta ve fiyatın düşük olduğu ülkeden fiyatın yüksek olduğu ülkeye paralel ithalat gerçekleşmektedir.
Paralel ithalat yapılmasının bir başka nedeni ise, markalı malları satın almak isteyen firmalara, ülke içerisinde marka hakkı sahibi tarafından markalı malların satılmamasıdır. Hak sahibi stok yetersizliği veya haksız rekabeti engellemek amacıyla toptan satış yapmaktan kaçınabilmektedir.
Nihayet tüketici tercihlerindeki farklılık da fiyatı etkileyen etmenlerden biridir. Markalı malın farklı ülkelerde sahip olduğu talep potansiyeli farklılık gösterebilmekte ve bu farklılıklar fiyatlara da yansımaktadır.
Marka Hakkının Tükenmesi ve Paralelİthalat
Marka hakkı sahipleri, hakkı elde edebilmek için bir takım maliyetlere katlanırlar. Bu kimi zaman tescil maliyetleri kimi zamanda lisans veya franchising anlaşmaları olabilmektedir. Ayrıca, hak sahipleri bulundukları ülkede mallarını satabilmek için tanıtım, reklam, ilan, sigorta, araştırma-geliştirme ve vergi gibi diğer maliyetleri de yüklenmektedirler. Çoğu zaman bu maliyetleri malların fiyatlarına yansıtarak, maliyetlerini karşılamaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla, hak sahipleri, buna benzer nedenlerle yükselen fiyatlar karşısında, aynı malı yurtdışından daha ucuza satın alarak iç pazara girmek isteyen paralel ithalatçıları önleyici tedbir arayışı içinde olmuşlardır.
Bu arayışlar, farklı farklı hukuk disiplinlerinin kendi içerisinde sağladığı koruma mekanizmalarından faydalanmaya çalışmak şeklinde olmuştur. Örneğin, lisans sözleşmelerinde karşı akde yönelik olarak getirilen sınırlandırmalar (fikri – sınaî hak konusu malın ihraç edilmemesi kayıtları, satış yeri ile ilgili bölgesel sınırlandırmalar ve bunları ihlal halinde sözleşmenin ihlal edilmiş sayılacağı kayıtları gibi) ile borçlar hukukunun akde aykırılık imkânlarından yararlanılmaya çalışılabilir.73
Bununla birlikte, hak sahibi tarafından yapılmış olan tanıtım harcamaları ve servis ağı harcamalarından yola çıkarak ticaret hukukunun haksız rekabet ile ilgili hükümlerinden yararlanılmak istenebilir.
Hak sahibi tarafından arada bir akit olmaması nedeni ile üçüncü kişi durumunda bulunan paralel ithalatçıya karşı kullanılabilecek en önemli koruma mekanizması ise fikri ve sınaî haklar tarafından sağlanan korumadır.
Fikri ve sınaî hakların en önemli fonksiyonu, hak sahibine koruma konusu ürün üzerinde ifadesini bulan fikirleri kullanma yetkisi vermesidir. Bu anlamda hakkın özünü oluşturan kullanım hakkı, hak sahibine malı üretmek, çoğaltmak, dağıtmak, kiralamak, yayınlamak, ödünç vermek, ithalatını-ihracatını yapmak ve satış dahil her
73 ARIKAN, 2001, s. 14.
türlü ticari işlemlere konu etmek gibi münhasıran hak sahibi tarafından kullanılacak yetkiler vermektedir. Bu çerçevede, ülke içerisindeki hak sahiplerinin, koruma konusu ürünün kendi rızaları dışında ülkeye girişi şeklinde basitçe tanımı yapılan paralel ithalatı prensip olarak önleme yetkilerinin olduğu söylenebilir.
Ancak, vurgulamak gereken bir diğer husus ise hakkın amacının, paralel ithalatı engelleme olmadığı ve ticarette tekelleşmeye neden olmayacak bir şekilde kullanılması gereğidir. Bu nedenle, hakların kapsamına sınırlamalar getirilmiş ve hakkın özgül konusu, asli fonksiyonu ve hakkın tükenmesi kavramları geliştirilmiştir.
Hakkın sınırlarının belirlenmesinde göz önünde bulundurulan felsefenin temelini tükenme ilkesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla, paralel ithalat sonucu iç pazara giren malların yasal ve hukuki korumadan yararlanıp yararlanamayacakları o ülkede benimsenen tükenme rejimine bağlıdır.74 Hak sahibinin rızasıyla piyasaya sürülen mallar üzerindeki hakkın tükeneceği coğrafi sınırlar, paralel ithalatın yasal veya hak sahibi tarafından önlenebilecek bir uygulama olup olmadığının tespiti açısından önemlidir.
Tükenmenin Coğrafi Sınırları ve Paralelİthalat
Marka hakkının tükenmesinin coğrafi sınırlarına75, tükenme ilkesi açıklanırken değinilmekle birlikte, paralel ithalat yoluyla ülkeye getirilen malların, yasal yollardan ülkeye getirilmiş mallar olarak kabul edilebilmesi, o ülkede uygulanan tükenme rejimine bağlı olduğu için tükenme rejimlerinin paralel ithalat üzerindeki etkisi bakımından tekrar ele almak gerekmektedir. Nitekim marka hakkının ülkesel, bölgesel veya uluslararası tükenmesi paralel ithalata yaptığı etki bakımından farklı sonuçlar doğurmaktadır.76
74 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 200–201.
75 Bkz. II. Bölüm 4.
76 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 207.
Ulusal/Ülkesel Tükenme ve Paralelİthalat
Ülkesel tükenmenin benimsendiği ülkelerde, marka sahibinin marka üzerindeki hakkı, sadece markalı malı ilk defa o ülkenin sınırları içerisinde piyasaya sunduğunda o ülke ile sınırlı olmak üzere tükenmektedir. Henüz yurtiçinde piyasaya sunulmamış olan mallar için, markalı mal yurtdışında piyasaya sunulmuş olsa bile hak henüz tükenmemiştir. Dolayısıyla, yurtdışında piyasaya sunulmuş mallar, yurtiçinde henüz piyasaya sunulmadığı için markalı malların yurtiçine paralel ithalatı marka hakkı sahibi tarafından engellenebilir.77
Bir başka ifade ile ülkesel tükenme ilkesinin benimsendiği ülkelerde, marka hakkı sahibi ülke içinde ilk defa piyasaya sunduğu malların paralel ithalatına engel olamamaktadır. Ancak, paralel ithalatı yapılan mallar yurtiçindeki mallar ile farklılık gösteriyorsa, marka hakkı sahibi tarafından yurtiçinde piyasaya sunulmadığı ve dolayısıyla hak tükenmediği için paralel ithalat engellenebilir.
Ülkemizde, 556 sayılı KHK’nın 13 üncü maddesi uyarınca ülkesel tükenme ilkesi benimsenmiştir. Bu kapsamda, marka hakkı sahibi, rızasıyla Türkiye’de piyasaya sunulan markalı mallar hariç aynı markayı taşıyan tüm malların paralel ithalatını engelleme yetkisine sahiptir.
Bölgesel Tükenme ve Paralelİthalat
Bölgesel tükenme rejiminde, kurucu anlaşma ile sınırları belirlenen bölgeye dahil ülkelerden herhangi birinde markalı malların, hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmasının ardından marka hakkı tüm bölge sınırları içinde tükenmiş olacaktır. Dolayısıyla, bölge sınırları içerisinde ilk defa piyasaya sunulan malın, bölgeye dahil diğer ülkelere ithaline marka hakkı sahibi engel olamayacaktır. Daha önce vurguladığımız gibi tüm bölge tek bir ülke gibi kabul edilmektedir.
77 YILDIZ, 2003, s. 593; ASLAN, 2004, s. 50.
Markalı malın ilk piyasaya sunumu bölge sınırları dışında gerçekleşmiş ise, marka hakkı bölge sınırları içerisinde tükenmemiş olacak ve marka hakkı sahibi, paralel ithalata engel olabilecektir.
Bölgesel tükenme rejimi, 28 Avrupa Birliği üye ülkesi ile 3 Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) üye ülkesi (Norveç, İzlanda ve Liechtenstein) olmak üzere toplam 31 Avrupa ülkesinden oluşan Avrupa Ekonomik Alanı (AEA) içerisinde uygulanmaktadır.
Uluslararası Tükenme ve Paralelİthalat
Uluslararası tükenme ilkesini uygulayan ülkelerde ise markalı mallar dünyanın herhangi bir yerinde piyasaya sunulduğu anda marka hakkı tükenecektir. Bu durumda, yurtdışında piyasaya sunulmuş olan malların paralel ithalatı marka hakkına dayanarak engellenemeyecektir.
Uluslararası tükenme rejiminde, malların serbest dolaşımının marka hakkı kapsamında engellenebilmesi imkânsız hale gelmektedir. Bu anlamda üreticiler tarafından yüksek fiyatlar üzerinden fazla kar elde edilmesinin de önüne geçilebilecektir. Çünkü paralel ithalat sayesinde piyasadaki rekabetçi ortam gelişecek ve fiyatlar üzerinde aşağı yönlü bir baskı oluşturacaktır. Ancak bu durum tüketiciler açısından olumlu bir sonuç doğururken, marka hakkı sahiplerinin yeni yatırımlar yapma konusundaki isteklerini uzun vadede olumsuz etkileyecektir.78
Paralel İthalatın Etkileri
Paralel İthalatın Yasaklanmasının OlumluEtkileri
Paralel ithalatın yasaklanmasını veya serbest olmasını savunanların öne sürdüğü gerekçelerin tamamı ekonomik anlam ifade etmektedir.
78 OKUTAN, Gül; “Exhaustion of Intellectual Property Rights: A Non Tarif Barrier to International Trade?”, Annales de la Faculte de Droit d’Istanbul 1996, C. 30, S. 46, s. 125.
Paralel ithalatın yasaklanmasını savunanların öne sürdüğü iktisadi gerekçelerin başında, paralel ithalatın “parazit rekabete”79 yol açtığı gelmektedir. Hak sahibi veya lisans sahibi tarafından markanın ününü, şöhretini arttırmak için birçok yatırım yapılmaktadır. Reklam faaliyetleri, geniş yedek parça ve servis ağı gibi alanlarda yapılan yatırımlar markalı mala olan talebi arttırabilmek için yapılan yatırımlardır. Hak sahibi tarafından marka ile ilgili yüksek miktarlarda yatırım yapılırken, paralel ithalatçı tarafından herhangi bir yatırım yapılmamakta, markanın var olan şöhretinden faydalanılmaktadır. Yatırım yapmayı planlayan hak sahibi, kendi mallarını piyasaya sunduktan bir süre sonra paralel ithalatçı tarafından aynı nitelikteki malların piyasaya sunulacağını bildiğinden marka içi rekabete girmek istemeyecektir. Dolayısıyla, yapılacak yatırımın kar olarak geri dönüşü ihtimali paralel ithalat nedeniyle azalacağından yatırım yapmaktan kaçınacaktır.
Tüm ülkelerde uluslararası tükenme rejiminin uygulandığı varsayıldığında, paralel ithalatın serbest olmasından dolayı ülkeler arası fiyat farklılıklarının zaman içerisinde ortadan kalkması kaçınılmazdır. Fiyat farklılıklarının ortadan kalkması, yatırım yaparak marka değerini arttırmak isteyen kişilerin, piyasaları bölerek farklı ülkelerde farklı fiyat belirlemeleri ve farklı lisans sözleşmesi koşulları belirleyerek elde edebilecekleri kazançtan mahrum kalmalarına neden olacaktır. Mahrum kalınan kazanç ve paralel ithalatçının parazit rekabeti ile birlikte, yeni yatırımların ve yaratıcı düşüncelerin gelişmesi durma noktasına gelecektir. Bu anlamda, paralel ithalatın yasaklanması, fikri mülkiyet hakkı sahibinin menfaatlerini korur ve yaratıcılığı teşvik edici bir rol oynar.80
Paralel ithalatın yasaklanmasını savunanların gerekçelerinden bir diğeri de paralel ithalatın korsan ve taklit malların ithalatını teşvik edeceğidir. Her ne kadar paralel ithalat ve taklitçilik birbirinden farklı konular olsa da, özellikle yeniden paketleme yapılan malların paralel ithalatının yapılması halinde, bu mallar ile birlikte korsan ve taklit mallarında ülkeye girebilme tehlikesi olduğu ileri sürülmektedir.
79 HORNER, 1987, s. 5; KARAYALÇIN, Yaşar; Ticaret hukuku dersleri: I: Giriş-ticari işletme, Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara–1968, s. 455; İNAN, Nurkut; “Tek Satıcılık Sözleşmesi ve Üçüncü Kişiler”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi 1993, C.XVII, S.2, s. 65.
80 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 211.
Bir diğer husus ise, hak sahibi tarafından sunulan servis ve garanti gibi hizmetlerin paralel ithalatı yapılan mallar için var olmamasıdır. Bu durum tüketicide hayal kırıklığı yaratacak ve markaya olan güven zedelenecektir. Ayrıca, tüketicinin aldığı malın kusurlu çıkması veya bir süre sonra arızalanması halinde tüketici mağdur olacaktır.
Paralel ithalatın ortaya çıkarabileceği bir diğer olumsuz durum ise paralel ithalatçının karşı karşıya olduğu fiyat farklılığını tam olarak tüketiciye yansıtmamasından ortaya çıkacaktır. Paralel ithalatçı, hak sahibi tarafından sunulan malın fiyatından ucuz dedirtecek kadar bir indirim yaparak tüketicinin yanılmasına neden olurken, büyük oranlarda haksız kazanç elde edecektir.
Bir başka durumda ise markalı malın, bazı ülkelerde tüketici tercihleri doğrultusunda farklı imal edildiği durumlarda; böyle malların, tüketici tercihleri farklı olan ülkelere paralel ithalatının yapılması, satın alan tüketicilerde hayal kırıklığı yaratacaktır.
Paralel ithalatın yapılmasının olumsuz etkilerinden bir diğeri ise markalı malların ihraç edildiği ülke piyasasında ortaya çıkmaktadır. Ülke içinde yüksek fiyattan satılan markalı malların, düşük fiyattan satılan ülkeden ithal edilmesi halinde, fiyatın düşük olduğu ülkede piyasada arz sıkıntısı yaşanmakta ve fiyatlar yükselmektedir. Yunanistan’da diğer Avrupa Birliği ülkelerine kıyasla ucuz olan ilaçların, diğer Birlik ülkelerine sürekli paralel ithalatı sonucunda, Yunanistan piyasasında stok yetersizliği yaşanmış ve hastalar tarafından olumsuz sonuçlar doğurmuştur.81
Paralel İthalat Yapılmasının OlumluEtkileri
Paralel ithalata karşı olanların olduğu gibi savunanların gerekçeleri de iktisadidir. Bu anlamda paralel ithalatın, fiilen yapılmasa bile serbest olması piyasalarda daha rekabetçi bir ortam olmasına katkı sağlayacaktır. Üreticiler, aynı veya benzer nitelikli
81 Case C-53/03, Synetairismos Farmakopion Aitolias & Akarnanias (Syfait) v Glaxo Smith Kline [2005] ECR I-4609.
malların, paralel ithalatçılar tarafından daha düşük fiyattan piyasaya sunulması ihtimaline karşı yüksek fiyattan satış yapamayacaklardır.
Hak sahibi tarafından satılan markalı mallar ile paralel ithalatçı tarafından satılan mallar arasında marka-içi rekabet oluşacak, bu durum ise piyasalardaki tekelleşmelerin önüne geçecek ve güçlü firmaların egemen durumlarını kötüye kullanmalarına engel olacaktır. Dolayısıyla, piyasalardaki etkinlik artacak ve fiyatlardaki aşırı artışların önüne geçilebilecektir.
Paralel ithalatın yapılması ile birlikte yaşanacak olan fiyat düşüşlerinden en büyük faydayı tüketiciler elde edeceklerdir. Zira paralel ithalat sayesinde tüketiciler aynı malları daha düşük fiyattan satın alabileceklerdir.
Sonuç olarak, paralel ithalata getirilen yasaklar nedeniyle, marka hakkı sahibine çok geniş koruma sağlanmakta ve bu sayede güçlü ve büyük markalar ortaya çıkmaktadır. Güçlü ve büyük markaların ortaya çıkması ise paralel olarak tüketiciye sunulan ürünün kaliteli ve güvenilir olmasına neden olmaktadır. Diğer taraftan, paralel ithalatın yasaklanması nedeniyle, tüketiciye güçlü ve kaliteli mallar sunulurken, piyasalardaki rekabet eksikliği nedeniyle bu malların fiyatları da yükselmekte ve tüketicilerin daha fazla para ödemeleri kaçınılmaz olmaktadır.
Paralel İthalatın Gri Ticaret ve Geri İthalattanFarkları 3.5.1.GriTicaret
Paralel ithalatta, ülke için de hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmuş mallar ile yurtdışında piyasaya sunularak ülke içine paralel ithalatı yapılan mallar arasında herhangi bir fark yoktur. Yurtiçinde piyasaya sunulan mallar ile yurtdışında piyasaya sunulan mallar arasında herhangi bir farklılık olması durumunda paralel ithalat değil gri ticaret gerçekleşmektedir. Gri ticarete konu olan mallara da gri mallar denilmektedir.82
82 ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 220; FRANZOSI, Mario; “Grey Market – Parlel Importation as a Trademark Violation or an Act of Unfair Competition”, IIC 1990, Vol. 02, s. 199.
Gri mal deyimi geçmiş zamanlarda temiz olmayan veya meşru olmayan malları nitelemek için kullanılan bir terimdir. Günümüzde ise gri mal ifadesi ile kastedilmek istenilen taklit veya korsan mal olmayıp, aynı markalı iki mal arasındaki küçük farklılıkları vurgulamaktır. Ancak belirtmek gerekir ki gri ticaret korsan ticaret olmadığı gibi tamamen kanuna uygun bir ticarette değildir.
Markalı mallar dünyanın farklı yerlerinde, farklı tüketici ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için bir takım değişikliklerle piyasaya sunulmaktadır. Günümüzde birçok ülkede faaliyet gösteren çok uluslu şirketler farklı bölgedeki tüketici taleplerini karşılayabilmek için aynı markalı malları değiştirerek piyasaya sunmaktadırlar. Örneğin, iki farklı ülkede X markası ile piyasaya sunulmuş olan akıllı telefon, bir ülkede daha düşük fiyattan satılabilmek için eski sürüm işlemci ile üretilmiş, diğer ülkede ise talep doğrultusunda yeni sürüm işlemci ile üretilip piyasaya sürülmüştür. Diğer bütün özellikleri ile aynı olan bu ürünlerin arasındaki küçük fark tüketiciler tarafından ilk bakışta fark edilmeyebilir. Hak sahibinin üretim ve dağıtım kanalları dışında kalan üçüncü kişiler aradaki fiyat farklılığını fırsat bilerek, fiyatı düşük olan ürünü fiyatın yüksek olduğu ülkeye ithal ederek aradaki fark kadar kar elde etmek isterler. Bu şekilde yapılan ithalat gri ticarettir. İthal ülkesi ile ihraç ülkesindeki ürünler arasında var olan bu farklılık nedeniyle paralel ithalattan söz etmek mümkün değildir.
Farklı ülkelerde farklı tüketici tercihlerine hitap edebilmek için küçük farklılıklar ile üretilen malların ithal edilmesi, ithal ülkesindeki tüketicinin markaya olan güvenini zedeleyecektir. Kendi ülkesindeki tüketici tercihlerine göre üretilen ürünleri alacağını varsayarak harcama yapan tüketici, daha düşük vasıflı ürün ile karşılaşınca markaya olan güveni zedelenecektir.
Tüketicilerin markaya olan güveninin zedelenmemesi ve haksız rekabetin önüne geçilmesi amacıyla, gri ticaretin engellenmesi gereken bir faaliyet olduğu konusunda ortak bir kanı oluşmuştur. Bu anlamda, doktrinde gri ticaretin, uluslararası tükenme rejiminin uygulanması ile birlikte engellenmesinin imkânsız olduğu yönünde
görüşler mevcuttur.83 Diğer taraftan aksini savunanlar ise uluslararası tükenme ilkesi ile paralel ithalatın serbest olmasının gri ticaretinde serbest olacağı anlamına gelmediğini, mallar arasında fark olduğu için gri malların ithalinin engellenebileceğini varsaymaktadırlar.84
Ancak, belirtmek gereken husus, gri mallarında ülke dışında marka hakkı sahibi tarafından piyasaya sunulduğudur. Nitekim hak sahibi tarafından bir defa mal piyasaya sunulduğunda marka hakkının tükeneceği ilkesinden yola çıkarsak, kanımızca düşük kalitede malların ithalinin hak sahibince marka hakkına dayanılarak engel olunamayacaktır. Diğer taraftan, piyasada aynı markalı fakat farklı nitelikli ürünler arasında haksız bir rekabet oluşacağı ve yerli marka sahibinin şöhretinin olumsuz etkileneceği göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla gri ticaretin engellenebilmesi, uygulanan tükenme rejimlerinden çok hakkın özgül konusu ve asli fonksiyonları vasıtasıyla gerçekleştirilebilecektir.
Sonuç olarak, marka hakkı sahibi, ister ülkesel tükenme rejiminde ülke dışından gelen, ister bölgesel tükenme rejiminde bölge dışından gelen, isterse de uluslararası tükenme rejiminde herhangi başka bir ülkeden gelen markalı malları, kendi malları ile arasında farklılık olduğunu ve bu farklılığın hakkın özgül konusu ve asli fonksiyonlarına zarar verici boyutta olduğunu ispat ettiği sürece engelleme hakkına sahip olacaktır.
Yukarıda belirttiğimiz görüşler, gri ticarete ilişkin mahkeme kararlarında da vurgulanmaktadır. Heinz85 domates ketçaplarına ilişkin Kanada mahkemelerinde görülen davada, markanın Kanada’da bulunan yetkili lisans sahibi, ABD’den aynı markalı ketçapların ithalatını, markasına zarar verdiği gerekçesiyle durdurmak istemiştir. Kanada’da uluslararası tükenme rejimi uygulanmasına rağmen, aynı markaya sahip mallar arasında özellik ve tat farkı olduğu ve bu farklılığında aynı özelliklere sahip olmayan aynı markalı malların tüketiciler açısından karışıklığa neden olacağı sebebiyle mahkeme Kanadalı marka sahibinin talebini haklı
83 FRANZOSI, 1990, s. 199; OKUTAN, 1996, s. 126.
84 ASLAN, 2004, s. 57; ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 222.
85 H. J. Heinz Co. Of Canada v. Edan Food Sales Inc. (1991) 35 CPR (3d) 213
görmüştür. Mahkeme, hakkın asli fonksiyonlarına atıf yaparak, aynı marka altında olsa bile orijinal ürünlerden farklılık gösteren ürünlerin, orijinal ürünün sahip olduğu çeşitli karakteristik özellikler nedeniyle satın alan tüketiciler açısından hayal kırıklığına sebep olacağını, bu nedenle hak sahibi ve markanın imajının zarar görebileceğini belirtmiştir.
Ancak, Kanada Yüksek Mahkemesi gri ticarete ilişkin Nivea86 olayında tutumunu değiştirmiş ve konunun bir başka boyutuna değinmiştir. Anılan olayda, Meksika’dan Kanada’ya Nivea ürünlerinin ithalatı yapılmak istenmiş ve Kanada’daki marka hakkı sahibi, ithal ürünlerin kendi ürünleri ile arasında bazı farklılıklar olduğunu ve bu farklılıkların hak sahibinin ve markanın itibarına zarar vereceği sebebiyle ithalatın durdurulmasını talep etmiştir. Mahkeme, Kanada’daki yetkili distribütörün marka hakkı sahibi olmadığını, hem Meksika hem de Kanada’daki dağıtıcının ana şirkete bağlı dağıtıcılar olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle, her iki ülkedeki mallarında orijinin aynı olduğunu ve tüketiciler üzerinde yanıltıcı bir etki yaratmayacağını vurgulamıştır. Mahkemenin bu yorumundan, konunun firma içi bir mesele olduğu sonucunu çıkardığı ve markanın asli fonksiyonları açısından konunun firma içinde değerlendirilmesi gerektiğini düşündüğü söylenebilir.
3.5.2.Geri İthalat
Bir ülkede hak sahibi tarafından veya onun rızasıyla üçüncü kişiler tarafından piyasaya sunulan orijinal nitelikteki markalı malların yurt dışına ihraç edildikten sonra, ihraç edildiği ülkeden ilk piyasaya sunulduğu ülkeye ithal edilmesine geri ithalat denilmektedir.87
Tükenme rejimleri bakımından geri ithalatı değerlendirecek olursak; ülkesel tükenme rejiminde, markalı mallar ülke içinde piyasaya sunulduğu için bu mallar üzerindeki marka hakkı tükenecek ve malların ihraç edildikten sonra geri ithaline hak sahibi müdahale edemeyecektir. Bölgesel tükenme rejiminde de sonuç farklı değildir. İster bölge içerisinde bir ülkeye, isterse de bölge dışında bir ülkeye ihracatı yapılan
86 Smith & Nephew Inc. v. Glen Oak Inc. (1996) 68 CPR (3d) 153.
87 PINAR, 2000, s. 900; ASLAN DÜZGÜN, 2010, s. 224; KAYHAN, 2001, s. 54; ASLAN, 2004, s.
56; HEATH, Cristopher; “Parallel Imports and International Trade”, IIC 1997, V. 05, s. 629.
malların geri ithalatına hak sahibi, markalı mallar ilk defa kendi rızasıyla bölge içerisinde piyasaya sunulduğundan engel olamayacaktır. Uluslararası tükenme rejiminde de markalı mallar bir defa piyasaya sunulduğunda hak evrensel olarak tükendiği için hak sahibi malların sonraki dolaşımına -ister paralel ithalat olsun isterse de geri ithalat- engel olamayacaktır.
Geri ithalat ve paralel ithalat kavramları hem öğretide hem de yargı kararlarında birçok defa birbirleriyle karıştırılan kavramlardır. Geri ithalatın gerçekleşebilmesi için markalı malların ilk defa ülke içerisinde piyasaya sunulması ve bu malların yurtdışına ihraç edilerek ülkeye tekrar ithal edilmesi gerekmektedir. Paralel ithalattan söz edebilmek için ise ülke içerisinde piyasaya sunulan mallar ile aynı özelliklere sahip ülke dışında piyasaya sunulan malların ithal edilmesi gerekmektedir.
Tükenme rejimleri çerçevesinde paralel ithalatın ve geri ithalatın hangi durumda engellenebileceği veya hangi durumlarda meşru olarak yapılabileceğini incelemek gerekmektedir.
- Ülkesel Tükenme Rejimi
50’şer adet X markalı mal hem A ülkesinde hem de B ülkesinde ilk defa hak sahibi tarafından satılmıştır.
- İhtimal: A ülkesinde ilk satışı yapılan malın 25 adedi ilk satışın ardından B ülkesine ihraç edilmiştir. B ülkesine ihraç edilen 25 adet malın A ülkesine ithal edilmesi geri ithalattır. Dolayısıyla, A ülkesinde mallar hak sahibi tarafından piyasaya sunulduğundan hak tükenmiştir ve geri ithalata engel olunamayacaktır.
- İhtimal: B ülkesinde satışı yapılan 50 adet X markalı malın üçüncü bir kişi tarafından A ülkesine ithal edilmesi paralel ithalattır. Bu mallar A ülkesinde hak sahibi tarafından piyasaya sürülmediğinden tükenme gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla hak sahibi paralel ithalata engel olabilecektir.
- Bölgesel Tükenme Rejimi
50’şer adet X markalı mal hem bölge içinde hem de bölge dışında ilk defa hak sahibi tarafından satılmıştır.
- İhtimal: Bölge içerisinde ilk satışı yapılan malın 25 adedi ilk satışın ardından bölge dışına ihraç edilmiştir. Bölge dışına ihraç edilen 25 adet malın bölge içerisine ithal edilmesi geri ithalattır. Dolayısıyla, bölge içerisinde mallar hak sahibi tarafından piyasaya sunulduğundan hak tükenmiştir ve geri ithalata engel olunamayacaktır.
- İhtimal: Bölge dışına ilk satışı yapılan 50 adet X markalı malın üçüncü bir kişi tarafından bölge içerisine ithal edilmesi paralel ithalattır. Bu mallar bölge içerisinde hak sahibi tarafından piyasaya sürülmediğinden tükenme gerçekleşmemiştir. Dolayısıyla hak sahibi paralel ithalata engel olabilecektir.
- İhtimal: Bölge içerisinde ilk satışı yapılan 50 adet X markalı malın üçüncü kişiler tarafından bölge içerisindeki bir başka ülkeye paralel ithalatı ve geri ithalatı hak sahibi tarafından engellenemeyecektir. Çünkü bu mallar bölge içerisinde ilk satışı yapıldıktan sonra hak tükenmiş olacaktır.
- Uluslararası Tükenme Rejimi
Mallar ister ülke içerisinde isterse de ülke dışında piyasaya sunulsun, hak sahibi tarafından ilk satışın yapılmasının ardından hak evrensel olarak tükeneceği için malların paralel ithalatı da, geri ithalatı da engellenemez.
Yargıtay Kararları 3.6.1.“POLICE”Kararı88
İtalyan De Rigo SPA şirketi adına Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde tescilli olan “police”, “sting” ve “vogart” markalarının Türkiye distribütörü ve münhasır lisans hakkı sahibi davacı, davalı tarafından yurt dışından getirilen orijinal gözlüklerin Türkiye’de piyasaya sürülmesinin, marka ve lisans haklarına tecavüz oluşturduğu iddiası ve haksız rekabetin tespit ve men’i, davalı elindeki ürünlerin toplatılması talebiyle dava açmıştır.
Davayı inceleyen ilk derece mahkemesi, davacı ve marka sahibi arasındaki tek satıcılık sözleşmesi gereği sözleşme konusu malları taşıyan gözlüklerin başkası tarafından ithal edilmesi ve pazarlanmasının haksız rekabet teşkil ettiği nedeniyle “police” marka gözlüklerin toplatılmasına karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine dava Yargıtay’a taşınmıştır.
Yargıtay, davacının De Rigo SPA şirketi adına Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde tescilli olan “police”, “sting” ve “vogart” markalarının Türkiye distribütörü ve münhasır lisans hakkı sahibi olduğunu, lisans sözleşmesinin TPE’ye tescil ettirilmiş olduğunu ve lisans sözleşmesi gereği markalı malların Türkiye’ye ithali ve bütün Türkiye çapında pazarlama, tanıtım ve reklamın davacı tarafından yapılacağı, haksız rekabet ve markaya tecavüz hallerinde davacının tek başına dava açabileceğinin tespitini yaptıktan sonra; 556 sayılı KHK’nın 9/II (c) maddesine atıf yaparak, markayı taşıyan malın ithali veya ihracının münhasıran marka hakkı sahibine ait bir yetki olduğunu ve markanın aynısı ya da benzeri olan bir işareti taşıyan malların bir başka kişi tarafından ithali ya da ihracının ilke olarak marka hakkına tecavüz teşkil edeceğini, buradan hareketle Türk iç pazarına hiç sunulmamış olan malların ithali veya ihracının marka hakkına tecavüz oluşturacağını vurgulamıştır.89
88 Yarg. 11. HD., T. 12.3.1999, E.1998/7996, K.1999/2099.
89 DALKIRAN, 2006, s. 161.
Daha sonra Yargıtay, somut olayı “…marka sahibi veya onun izni ile tek satıcı veya münhasır lisans hakkı sahibi tarafından markalı emtia Türk iç pazarına ithal edilip sunulmasından sonra aynı markalı malın üçüncü kişiler tarafından yurt dışından ithali halinde durumun ne olacağının tartışılması gerektiği…” şeklinde formüle etmiştir.90 Yargıtay’ın formüle ettiği bu mesele karşısında benimsediği ilke aynen şöyledir:
556 sayılı KHK'nin 13/1 ve bu maddenin mehazı olan 89/104 Sayılı Yönerge'nin 7/1 maddesinde "marka sahibi tarafından veya onun izni ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra marka sahibi, markanın bu mallarla ilgili olarak kullanılmasını yasaklayamaz" hükmü getirilmiştir. Buna uygulamada ve yasal düzenlemede marka hakkının tüketilmesi kavramı denilmektedir. Bu ilkenin uygulanabilmesi için yukarıda da değinildiği üzere tescilli markayı taşıyan malların marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmuş olması gerekir. Markalı malların Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi, bu malları yurt dışına satar ( veya yurt dışında menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse ) bunların üçüncü kişiler tarafından yurt dışından satın alınarak Türkiye'ye ithaline (parallel import) engel olamaz. Aynı ilke yabancı markayı taşıyan malların Türkiye'de tek satıcısı ( münhasır lisans sahibi ) durumunda olan ve marka sahibinin izniyle bu markayı adına tescil ettirmiş bulunan kişi bakımından da geçerlidir.
Bu ilkelere göre, davacı gözlükleri ile ayniyet arz eden orijinal vasıfta olup, taklit olmayan gözlükler, kanuni prosedüre uygun olarak menşe ülkesinden başka ülkelerde üretilip, o ülkelerden Türkiye'ye ithal edilmesi halinde, ithalatçı tarafından satılması veya ithalatçı firmadan fatura karşılığı satın alınıp, satışa arz edilmesi halinde, 556 sayılı KHK'nin 9/II. maddesi uygulanmayacaktır.
Yargıtay, karar gerekçelerinde KHK’nın 13/I inci maddesini açıklamıştır. Bu doğrultuda, Türkiye’de ülkesel tükenme rejiminin benimsendiğini kabul etmiş,
90 KAYHAN, 2001, s. 60.
markayı taşıyan orijinal malların hak sahibi veya onun izniyle Türkiye’de ilk defa piyasaya sunulması ile hakkın tükeneceğini ve aynı markayı taşıyan aynı malların yurt dışında piyasaya sunulan farklı bir grubunun üçüncü kişilerce ithalatına engel olunamayacağını karara bağlamıştır.
Ancak kararda açıklanan gerekçeler bir dizi belirsizlik ve çelişkilerle dolu olduğu için eleştirilere konu olmuştur.91 Karar ile ilgili eleştirilere geçmeden önce karardaki bazı çelişkilere açıklık getirmek gerekmektedir. Öncelikle, kararda “Markalı malların Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi, bu malları yurt dışına satar… bunların üçüncü kişiler tarafından yurt dışından satın alınarak Türkiye'ye ithaline (parallel import) engel olamaz.” İfadesinden Türkiye’de piyasaya sunulan malların daha sonra piyasadan toplanarak yurtdışına ihraç edilmesi ve ardından yurt içine aynı malların ithal edilmesi anlaşılmaktadır. Bu durumda paralel ithalat değil geri ithalat söz konusudur. Nitekim geri ithalat tüm tükenme rejimlerinde yasal olarak yapılabilecek bir ticari faaliyet olup, hak sahibi markalı malları ülke içerisinde piyasaya sunarak bu mallar üzerindeki hakkın tükenmesine neden olmuş ve diğer ticari faaliyetleri engelleyemeyecektir. Karar gerekçesinde parantez içerisinde yer alan “yurt dışında menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse” ifadesinden ise yurtdışında üretilmiş ancak henüz Türkiye pazarına sunulmamış markalı mallar anlaşılmaktadır. Bu şekilde üretilmiş mallar Türkiye içerisinde hak sahibinin rızasıyla piyasaya sunulmamış olduğundan, bu malların Türkiye içerisindeki marka hakkı da tükenmemiş olacaktır. Dolayısıyla yurtdışında üretilen ve hak sahibinin rızasıyla ilk defa Türkiye’de piyasaya sunulmamış malların üçüncü kişiler tarafından Türkiye’ye ithaline hak tükenmediği için hak sahibi engel olabilecektir.
Bununla birlikte karar gerekçesinde markalı malın üretim yerine vurgu yapılması, tükenme ilkeleri açısından değerlendirildiğinde yersiz olmuştur. Nitekim hakkın tükenmesinin coğrafi sınırları belirlenirken önemli olan malların ilk defa piyasaya sunulduğu yerdir.
91 PINAR, 2000, s. 905 vd.; YASAMAN, 2004, s. 561 vd.; KAYHAN, 2001, s. 61 vd.
Yargıtay, hakkın tükenmesi ilkesini somut olayda “…marka sahibi veya onun izni ile tek satıcı veya münhasır lisans hakkı sahibi tarafından markalı emtia Türk iç pazarına ithal edilip sunulmasından sonra aynı markalı malın üçüncü kişiler tarafından yurt dışından ithali halinde durumun ne olacağının tartışılması gerektiği…” şeklinde yanlış formülize etmiştir. Olayın analizini “marka hakkı sahibinin rızasıyla piyasaya sunulan markalı mallar” yerine “aynı markalı malların ithalatı” şeklinde kurgulamıştır. Ancak, hakkın tükenebilmesi sadece hak sahibinin rızasıyla ilk satışı yapılan markalı malların sayısı ile sınırlıdır. Dolayısıyla, Yargıtay hak sahibi tarafından Türkiye’de henüz piyasaya sunulmamış mallar (aynı markayı taşıdığı ve aynı niteliklerde olduğu) için hakkın tükendiğine hükmetmiştir. Oysaki karar gerekçesinde de atıf yapılan 556 sayılı KHK’nın 13/I inci maddesine göre Türkiye’de ülkesel tükenme rejimi benimsenmektedir. Fakat Yargıtay’ın kararında uluslararası tükenme rejiminin uygulanmış olduğu görülmektedir. Böylece dünyanın herhangi bir yerinde piyasaya sunulan mallar için hak tükenmiş olmakta ve Türkiye’ye ithaline engel olunamamaktadır.
Yargıtay kararının daha iyi anlaşılabilmesi için vurgulamak gereken bir diğer husus ise, tükenmenin “markanın kendisi için mi” yoksa “markayı taşıyan mallar için mi” olduğudur. 556 sayılı KHK’nın “Marka tescilinden doğan hakların tüketilmesi” başlıklı 13 üncü maddesinin ilk fıkrası “Tescilli bir markanın tescil kapsamındaki mal üzerine konularak marka sahibi tarafından veya onun izni ile Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra, mallarla ilgili fiiller marka tescilinden doğan hakkın kapsamı dışında kalır.” hükmü ile sadece piyasaya sunulan mallar için olduğunu belirtmektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında da “Marka sahibinin, birinci fıkra hükmüne girmesine rağmen, malın piyasaya sunulmasından sonra, üçüncü kişiler tarafından değiştirilerek veya kötüleştirilerek ticari amaçlı kullanmalarını önleme yetkisi vardır.” ifadesi ile markayı taşıyan malların piyasaya sunulmasından sonra bozulması veya değiştirilmesi halinde marka hakkının tükenmeyeceği hükme bağlanmıştır. Hem birinci fıkra hem de ikinci fıkra hükümleri, tükenmenin markanın kendisi için değil, markayı taşıyan somut mallar için söz konusu olacağına açıkça işaret etmektedir. Kaldı ki, tükenmenin markanın kendisi için olduğunu kabul etmemiz halinde, tükenmenin coğrafi sınırlarıyla ilgili ayırım anlamını
yitirmektedir.92 Bu nedenle, tükenmeyle ilgili değerlendirme yapılırken, marka sahibi veya onun izniyle piyasaya ilk kez sunulmuş miktar için, o parti mal için hakkın tükendiği gözden kaçırılmamalıdır.
Yargıtay’ın kararı ile KHK’nın ilgili maddesi arasında yaşanan çelişki ile ilgili olarak yöneltilen eleştirilerden biri de Hamdi PINAR’a aittir. Pınar’a göre KHK’de ülkesel tükenme ilkesi düzenlenmesine karşın, Yargıtay uluslararası tükenme ilkesini benimsemiştir ve bu çelişki Türk öğretisindeki çelişkilerin Yargıtay kararına yansımasından kaynaklanmaktadır.93 Yargıtay kararlarına da yansıyan bu karışıklıklar paralel ithalat ve geri ithalat kavramlarının birbirine karıştırılması ve tükenmenin markanın kendisi için değil, piyasaya sunulmuş somut miktardaki mallar için geçerli olduğu hususunun gözden kaçırılması şeklindedir. Ancak Pınar, KHK’da yer alan ülkesel tükenme rejiminin emredici bir hüküm olmadığını ve asgari bir düzey olarak tükenme ilkesinin belirlenmesi olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Dolayısıyla Yargıtay’ın somut olayda, KHK’da belirlenen ülkesel tükenme rejimini aşarak uluslararası tükenme rejimine göre karar vermesinde yasal bir sakınca kalmamaktadır.
Pınar’ın bu görüşü, 89/104 sayılı Yönerge’nin 7 nci maddesinin bölgesel tükenme ilkesi konusunda “maksimum standart” mı olduğu yoksa üye devletlere ulusal takdir yetkisi tanıyan “minimum standart” mı getirdiği yolundaki Avrupa Birliği hukukundaki tartışmalara dayanmaktadır.94 Konu ile ilgili tartışmalara Adalet Divanı Silhouette95 kararı ile açıklık getirmiştir.
Olayın gerçekleştiği tarihte Avusturya’da uluslararası tükenme rejimi uygulanmaktadır. Olayda, Silhouette şirketi Avusturya’da pahalı gözlükler üretmektedir ve 1995 yılında orijinal fakat modası geçmiş gözlükleri, henüz Avrupa Birliği üyesi olmayan Bulgaristan’a ihraç etmiştir. Gözlükleri alan Bulgar şirketi ise
92 KAYHAN, 2001, s. 64.
93 PINAR, 2000, s. 906.
94 KAYHAN, Fahrettin; “Fikri Mülkiyet Hakları ve Rekabet Hukuku ‘Hakkın Tüketilmesi’”, Perşembe Konferansları”, Rekabet Kurumu Yayını, Ankara, Ekim–2002, s. 144.
95 Case C-355/96, Silhouette International Schmied Gmbh v. Hartlauer Handelsgesellschaft mbh [1998] (ECR) ATKD I-4799.
Bulgaristan ve eski Sovyetler Birliği ülkeleri pazarlarında bu malları satışa sunmuştur. Davalı Hartlauer ise bu çerçeveleri Bulgar şirketinden satın almış ve Avusturya’ya ithal ederek satışa sunmuştur. Hartlauer şirketinin markanın yüksek fiyat ve kaliteye dayanan imajına zarar verdiği gerekçesiyle Silhouette şirketi satışın engellenmesi amacıyla konuyu yargıya taşımıştır. Önüne gelen davada Avusturya Yüksek Mahkemesi, ön karar için dosyayı Adalet Divanına göndermiştir.
Mahkemenin dava ile ilgili Divana yönelttiği soruların başında, 89/104 sayılı Yönergenin 7 nci maddesinin varlığına rağmen, iç hukuktaki uluslararası tükenme ilkesinin korunup korunamayacağı gelmektedir. Mahkeme, bu sayede, öğretide iddia edildiği üzere Yönerge’nin üye ülkeler açısından asgari bir düzenleme sunduğu yönündeki görüşlere açıklık getirmek istemiştir.
Divan, uluslararası tükenme ilkesinin Yönergenin 7 nci maddesinin metnine, amacına ve yapısına aykırı olduğuna karar vermiştir. Divanın bu içtihadına göre, madde maksimum bir standart getirmekte ve Üye Devletlere bölgesel tükenme yerine uluslar arası tükenme ilkesini benimseme konusunda takdir yetkisi tanımamaktadır.
Adalet Divanının bu kararından yola çıkıldığında, Yargıtay’ın “Police” kararında ülkesel tükenme ilkesini asgari düzenleme olarak görüp, bunu aşarak uluslararası tükenme ilkesini benimsediğini savunmak iyi niyetli bir bakış açısından öteye gitmeyecektir.
Lancome davası, Lancome Parfums Et Boaute Et Cie adına Türkiye’de ve dünyada tescilli bulunan “Lancome” markalarının Türkiye’deki tek satıcısı tarafından; davalı tarafından Türkiye’de satışa sunulan “Lancome” markalı ürünlerin davacının izni olmadan satılmasının marka haklarına tecavüz oluşturduğu iddiası ve tecavüzün tespit ve önlenmesi, ürünlerin satışının önlenmesi ve ürünlerin toplatılarak davacıya iadesi talebiyle açılmıştır.
96 Yarg. 11. HD., T. 26.5.1999, E.1999/2086, K.1999/4505.
97 Yarg. 11. HD., T. 14.6.1999, E.1999/3243, K.1999/5150.
Dexter davası ise, Dexter Shoe Company adına Türkiye’de ve dünyada tescilli bulunan “Dexter” markalarının Türkiye’deki tek satıcısı tarafından; davalının Türkiye’de “Dexter” markalı ürünleri yurtdışından ithal edip mağazalarında satışını yaptığını ileri sürerek, davalının eylemlerinin haksız rekabet oluşturduğunun tespiti, men'ine karar verilmesi talebiyle açılmıştır.
Yargıtay birbirine paralel bu iki farklı olayda da “Police” kararında yer alan gerekçeleri kelimesi kelimesine tekrar ederek, hak sahibi tarafından Türkiye’de piyasaya sunulmayan malların, üçüncü kişiler tarafından bir başka ülkeden ithal edilerek satışa sunulmasına izin vermiştir.
556 sayılı KHK’nın 13 üncü maddesi ile ülkesel tükenme rejiminin benimsendiği ve Adalet Divanın bu konuda verdiği kararlardan yola çıkarak, KHK’da benimsenen ilkenin emredici nitelikte olduğu aşikârdır. Dolayısıyla, Yargıtay’ın uluslararası tükenme ilkesinin sonuçlarını doğuran bu kararlarının yerleşik içtihada dönüşmeden biran önce düzeltilmesi gerekmektedir. Bir diğer alternatif ise, KHK’da yapılacak olan düzenleme ile 13 üncü maddenin değiştirilerek uluslararası tükenme rejimine uygun hale getirilmesidir.
NAF NAF98Kararı
Davacı, Fransız firması adına tescilli ve Türkiye'de lisans hakkına sahip olduğu "Naf Naf" markalı hazır giyim eşyalarının, yetkili bayi olmadığı halde davalı tarafından düşük fiyatla satılmasının haksız rekabet oluşturduğunu ileri sürerek, haksız rekabetin tespiti ve önlenmesine, satışın yasaklanmasına, önlenmesine, hükmün ilanına, yoksun kalınan kar olarak 6 milyar TL maddi tazminat ile 100 milyon TL manevi tazminata faiziyle birlikte karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Yargıtay, davalı tarafından satışa sunulan malların, markanın Türkiye’de münhasır lisans sahibi tarafından piyasaya sunulan ürünler olduğunun tespitini yaptıktan sonra,
98 Yarg. 11. HD., T. 6.11.2000, E.2000/7381, K.2000/8746.
556 sayılı KHK’nın 13/I inci maddesi uyarınca ürünler üzerindeki markadan doğan hakların tükendiğine hükmetmiştir.
Naf Naf kararı, Yargıtay’ın önceki kararlarından farklılık göstermektedir. Somut olaya konu mallar bizzat hak sahibi tarafından piyasaya sunulmuş ve mallar Türkiye pazarının dışına çıkmamıştır. Bu nedenle, Yargıtay’ın tükenmenin coğrafi sınırlarına ilişkin bir yorum yapmasına gerek olmamıştır.
Paralel ithalat yapılmasını cazip hale getiren en önemli sebep aynı malın farklı piyasalarda farklı fiyatlardan satılmasıdır. Söz konusu fiyat farklılıkları, ülkelerin bazı ürün gruplarında fiyata yaptığı müdahaleler, nakliye ve tanıtım maliyetleri ile üreticilerin pazarlama stratejilerinden kaynaklanabilmektedir. Bu anlamda, piyasalar arasında aynı ürünün fiyatında görülen farklılıklar paralel ithalatı beslemektedir.
Dünyadaki tüm ülkelerde paralel ithalata izin verilmesi ön kabulünde bulunursak, aynı malın fiyatında görülen farklılıkların en aza indirilebileceğini varsayabiliriz. Bu anlamda paralel ithalat, ülkeler arasındaki ticareti düzenleyici ve ticarette liberalleşmeyi ve serbestliği sağlamayı amaçlayan GATT ve DTÖ Anlaşmalarının hedeflerini gerçekleştirebilmek amacıyla kullanılabilecek bir araç olarak değerlendirilmelidir.
Paralel ithalat ile bir taraftan serbest ticaret ortamı desteklenirken, diğer taraftan yaratıcı düşünce ve keşif yapanların hakları da korunmalıdır. Dolayısıyla, marka hakkı elinde olan kişinin, markasını geliştirmek için yaptığı yatırımların ve tanıtım faaliyetleri ile gösterdiği çabanın da güvence altına alınması gerekmektedir. Paralel ithalatın yasaklanması, marka hakkı sahibinin menfaatlerini korur ve yaratıcılığı teşvik edici bir rol oynar. Böylece, hak sahibi farklı piyasalarda farklı fiyat politikaları ve lisans sözleşmeleri ile yüksek kazançlar elde edebilecektir. Marka hakkının korunması, hak sahibinin yüksek kazançlar elde etmesine yol açacak; büyük ve güçlü markaların yaratılmasına katkı sağlayacaktır.
Konuya paralel ithalatın etkilediği bir diğer aktör olan tüketiciler açısından bakarsak, paralel ithalatın yapıldığı bir ortamda, tüketiciler aynı markalı malı daha düşük bir fiyattan satın alabilecektir. Ancak, paralel ithalat yoluyla satışı yapılan markalı malın, hak sahibi tarafından satışı yapılan markalı mal ile arasında nicelik olarak bir fark olmamasına rağmen satış sonrası verilen hizmetler açısından büyük farklılıklar ortaya çıkabilir. Satış sonrası garanti ve servis hizmeti, hak sahibi veya yetkili lisans sahibi tarafından sunulan bir hizmet iken, paralel ithalatçı maliyet arttırıcı bu tür
hizmetleri sunmaktan kaçınmaktadır. Nitekim paralel ithalatçının markanın imajını veya değerini korumak gibi bir amacı olmadığı için fiyat farklılıklarından azami düzeyde faydalanmak istemektedir. Dolayısıyla, paralel ithalatın, kısa vadede markalı mallara düşük fiyatlardan sahip olabilecekleri için tüketicilerin yararına olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, tüketiciler özellikle yüksek fiyatlı ve uzun süreli kullanım için satın alınan bazı ürün gruplarında garanti ve servis hizmetlerinin olmamasından dolayı zarar görebileceklerdir.
Paralel ithalatın, marka sahibi olmayan dağıtıcılar ve lisans alanlar üzerindeki etkisi de pek olumlu olmayacaktır. Lisans anlaşmaları ile markanın bir ülkedeki tek satıcılık hakkı için yüksek bedel ödeyen dağıtıcılar, paralel ithalatın serbest olması ile marka-içi rekabetin ve parazit rekabetin (bedavacılık) oluşacağını öngörerek yatırım yapmaktan kaçınacaklardır. Çünkü lisans alabilmek için yapacakları yatırımın kendilerine kar olarak dönebilme ihtimali paralel ithalat yüzünden azalacaktır. Dolayısıyla, paralel ithalatın yasaklanması ile parazit rekabet (bedavacılık) engellenebilecek ve lisans hakkı sahibinin yaptığı yatırımların karşılığını alması sağlanabilecektir.
Görüldüğü üzere, paralel ithalatın piyasadaki aktörler açısından farklı etkileri vardır. Paralel ithalatın yasaklanmasının üreticiler ve lisans sahipleri açısından çok büyük maddi avantajları olmakla birlikte, piyasa etkinliğini ve serbest ticareti olumsuz anlamda etkileyebilecek dezavantajları da bulunmaktadır. Bu anlamda paralel ithalatı tamamen yasaklamaktan ziyade paralel ithalat şartlarının kanunen düzenlenmesi paralel ithalatın olumsuz etkilerini azaltabilecektir.
Hak sahipleri ve lisans sahipleri açısından, hakkın özgül konusunun ve asli fonksiyonun korunması ve paralel ithalatın hak sahibinin ve markanın itibarına zarar vermemesinin garanti altına alınması önemlidir. Ayrıca, paralel ithalatçılara, hak sahibinin veya lisans sahibinin satış sonrası sunduğu teslimat, montaj, garanti ve servis gibi hizmetleri sunma zorunluluğunun getirilmesi gerekmektedir. Bu sayede, paralel ithalatçının maliyetleri artacak, paralel ithalatçının parazit rekabet ve bedavacılık sonucu haksız ve aşırı kazanç elde etmesinin önüne geçilebilecektir.
Dolayısıyla, hak sahiplerinin veya lisans sahiplerinin markayı geliştirmek için yaptıkları yatırımların, kendilerine kazanç olarak geri dönüşü sağlanacaktır. Ayrıca, böyle bir düzenleme ile tüketicilerin uzun vadede karşılaşabilecekleri olumsuzluklar giderilecektir.
Küresel tek bir pazara doğru evrimleşen günümüz ticaretinde bu gibi önlemler uluslararası örgütler vasıtasıyla alınmalı ve uygulamaya konulmalıdır. Ancak, paralel ithalatın ekonomik ve politik etkilerinden dolayı ülkeler tüm dünyada uygulanabilecek uluslararası düzenlemelerden çok kendi ulusal uygulamalarını korumaya çalışmaktadırlar. Ancak belirtmek gerekir ki uluslararası düzenlemelere karşı gösterilen bu direnç çok uzun soluklu olamayacaktır. Nitekim teknolojik gelişmeler vasıtasıyla ulusal sınırların giderek yok olmaya başladığı dünyamızda uluslararası düzenlemelere olan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır.
Mevcut şartlar altında DTÖ eliyle oluşturulabilecek gibi görünen uluslararası düzenlemelerin yanında ulusal anlamda Türkiye’de de kapsamlı bir hukuki düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’deki mevcut hukuki düzenlemelerde ve mahkeme uygulamalarında marka hakkının tükenmesi, tükenmenin coğrafi sınırları, paralel ithalat ve geri ithalat kavramları arasında bir kargaşa mevcuttur.
556 sayılı KHK, tükenmenin coğrafi sınırlarını Türkiye ile sınırlı tutmuştur. Ancak bu hükmün, serbest ticareti engelleyici ve bu doğrultuda uluslararası anlaşmalarla sağlanmaya çalışılan uyumu bozucu olduğu açıktır. Dolayısıyla tükenmenin coğrafi sınırları ile ilgili olarak serbest ticaretin geliştirilebilmesi amacıyla uluslararası tükenme ilkesinin benimsenmesi ve KHK’da bu yönde gerekli değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Nitekim uluslararası tükenme rejimi, yorum hatasından kaynaklansa bile yargı kararları ile uygulamada fiilen hayata geçmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, bu yönde yapılacak bir hukuki düzenlemenin ekonomik boyutları da büyük olacak ve toplumun çok büyük bir kesimi bu düzenlemelerden etkilenecektir. Bu nedenle uluslararası tükenme ilkesi hukuki düzenleme ile açık olarak belirtilene kadar, mevcut KHK’nın 13 üncü maddesinde yer alan ülkesel tükenme rejimi
geçerliliğini korumaktadır ve söz konusu ilke emredici nitelikte olup, hâkime ülkesel tükenme dışında bir ilkeyi benimseme konusunda takdir yetkisi vermemektedir. Dolayısıyla, Yargıtay kararlarında uluslararası tükenme ilkesinin benimsenmesi ve paralel ithalata izin verilmesi yasaya aykırı yorum niteliğindedir.
Hukukumuzda tükenmenin coğrafi sınırı konusunda düzenlemeye ihtiyaç bulunduğu gibi paralel ithalat konusunda da kanuni düzenlemelere ihtiyaç vardır. Yukarıda değindiğimiz uluslararası düzenlemelere benzer hukuki altyapının ulusal düzeyde de oluşturulması gerekmektedir. Ayrıca, gümrük düzenlemeleri ile oluşturulacak hukuki altyapı desteklenmeli ve paralel ithalatın suçlanmasına neden olan sahte ve korsan malların, paralel ithalatı yapılan mallar ile birlikte ithalinin önüne geçilmelidir.
Sonuç olarak, paralel ithalatın olumlu ve olumsuz yönlerine rağmen, yapılacak yasal düzenlemeler ile olumsuz yönleri bertaraf edilebilecek ve olumlu yönlerinden faydalanılabilecektir. Bu aşamada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, uluslararası serbest ticareti sağlamak ile yenilikçi ve yaratıcı fikirleri koruma altına alan fikri mülkiyet hakları arasındaki hassas dengenin kurulmasıdır.
Genel Eserler
ABBOTT, Frederick M.; “First Report (Final) to the Committee on International Trade Law of the International Law Association on the Subject of Parallel Importation”, Journal of International Economic Law, Vol. 1, 1998, s. 607–636.
ARIKAN, Ayşe Saadet; “Fikri ve Sınaî Haklar Kapsamındaki Taklit ve Korsan Malların Gümrüklerde Geçici Olarak Durdurulması”, Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü Avrupa Araştırmaları Dergisi Gümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye’de Fikrî ve Sınaî Hakların Korunması -Özel Sayı-. C.4, S.1–2, 1995/1996, s. 143–168.
ARIKAN, Ayşe Saadet; Fikri ve Sınaî Haklar Açısından Paralel İthalat-AB ve Türkiye-, Ankara üniversitesi Basılmamış Doktora Tezi, Ankara–2001.
ARKAN, Sabih; Marka Hukuku-I, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara–1997.
ARKAN, Sabih; Marka Hukuku-II, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara–1998.
ARKAN, Sabih; “Marka Hakkının Tüketilmesi”, Prof. Dr. Ali BOZER’e Armağan, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü, Ankara–1998, s. 197–208.
ARI, M. Haluk; Patent Lisansı Anlaşmalarında Münhasırlık ve Bölgesel Sınırlamalar, Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezi, Ankara–2001.
ARI, Zekeriya; “Marka Hakkının Tüketilmesi”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XI, S. 1–2, s. 279–303.
ASLAN, Adem; Türk ve AB Hukukunda Fikri Mülkiyet Haklarının Tükenmesi, Beta Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul–2004.
ASLAN DÜZGÜN, Ülgen; Marka Hakkının Tükenmesi Ve Paralel İthalat, Yetkin Yayınları, Ankara–2010.
BEIER, Friedrich-Karl; “The Doctrine of Exhaustion in EEC Trademark Law-Scope and Limits”, IIC 1979 Vol. 01, s. 20–51.
BEIER, Friedrich-Karl; “Industrial Property and The Free Movement of Goods in the Internal European Market”, IIC 1990 Vol. 02, s. 131–160.
CORNISH, W.R.; Intellectual Property, Sweet&Maxwell, London–1996.
ÇOLAK, Uğur; “Paris Sözleşmesi’nin 6bis Maddesi Anlamında Tanınmış Markalar, Bu Tanınmışlığın Nasıl Belirleneceği Sorunu ve WIPO Kriterleri”, FMR, S.2004/2, Cilt 4, s. 23–68.
DALKIRAN, Mustafa; Avrupa Topluluğu ve Türk Hukuku Açısından Marka Hukukunda Hakkın Tüketilmesi, Ankara Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara– 2006.
FINK, Carsten/MASKUS, Keith E.; Intellectual Property and Development: Lessons from Recent Economic Research, World Bank Publications, New York–2005.
FRANZOSI, Mario; “Grey Market – Parallel Importation as a Trademark Violation or an Act of Unfair Competition”, IIC 1990, Vol. 02, s. 194–208.
GÜÇER, Sülün; Rekabet Hukukunda Hakim Durumun Kötüye Kullanılması Çerçevesinde Sınaî Mülkiyet Hakları, Rekabet Kurumu Yayını, Ankara–2005.
HEATH, Cristopher; “Parallel Imports and International Trade”, IIC 1997, V. 05, s. 623–632.
HORNER, Simon; Parallel Imports, Collins, London–1987.
İNAN, Nurkut; “Tek Satıcılık Sözleşmesi ve Üçüncü Kişiler”, Banka ve Ticaret Hukuku Dergisi 1993, C.XVII, S.2, s. 55–77.
KARAKURT, Yasemin; Marka Tescilinden Doğan Hakların Tüketilmesi İlkesi Ve İstisnaları, Başkent Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, Ankara–2007.
KARAYALÇIN, Yaşar; Ticaret hukuku dersleri: I: Giriş-ticari işletme, Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara–1968.
KAYA, Arslan; Marka Hukuku, Arıkan Bas. Yay. Dağ., İstanbul–2006.
KAYHAN, Fahrettin; “Türk Marka Hukuku Açısından Paralel İthalat ve Marka Hakkının Tükenmesi”, Ankara Barosu Fikri Mülkiyet ve Rekabet Hukuku Dergisi (FMR), Yıl 2001, Cilt 1, Sayı 1, s. 51–71.
KAYHAN, Fahrettin; “Fikri Mülkiyet Hakları ve Rekabet Hukuku ‘Hakkın Tüketilmesi’”, Perşembe Konferansları, Rekabet Kurumu Yayını, Ankara, Ekim– 2002, s. 131–150.
KUR, Annette; “Well-Known Marks, Highly Renowned Marks and Marks Havin a (High) Reputation-What’s It All About?”, ICC Vol.23 No.2/1992, s. 218–231.
MICHEALS, Amanda; A Practical Guide to Trade Mark Law, Oxford University Press, London–1996.
NART, Serdar; “Rekabetin Korunması Kapsamında Fikrî ve Sınaî Hakların Sınırları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 11, Sayı:1, 2009, s. 113–146.
OKUTAN, Gül; “Exhaustion of Intellectual Property Rights: A Non Tarif Barrier to International Trade?”, Annales de la Faculte de Droit d’Istanbul 1996, C. 30, S. 46, s. 110–128.
PINAR, Hamdi; Marka Hukukunda Hakların Tükenmesi, Kemal Oğuzman’a Armağan, Beta Yayınevi, İstanbul–2000.
SCHNEIDER, David, A.; “Vivitar Corp. v. United States: The Beginning of the End of the Gray Market”, The American University Law Review, Vol. 35, 1986, s. 1207– 1209.
SOLTYSİŃSKİ, Stanislaw; “International Exhaustion of Intellectual Property Rights under the TRIPs, the EC Law and the Europe Agreements”, GRUR Int. 1996, s. 316– 326.
STOTHERS, Cristopher; Paralel Trade in Europe-Intellectual Property, Competition and Regulatory Law, Hart Publishing, Oxford–2007.
TAYLAN ÇAMLIBEL, Esin; Marka Hakkının Kullanımıyla Paralel İthalatın Engellenmesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara–2001.
TEKDEMİR, Yaşar; “Marka Hakkının Tükenmesi İlkesi ve Paralel İthalat Sorununa İktisadi bir Yaklaşım”, Rekabet Dergisi, S.13, Ocak, Şubat Mart 2003, s. 3–33.
TEKİNALP, Ünal; Fikri Mülkiyet Hukuku, 3. Baskı, Beta Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul–2004.
TROGH, Ramses; The International Exhaustion Of Trade Mark Rights After Silhouette: The End Of Parallel Imports?, University of Lund Master Thesis Lund 2002.
VERMA, S.K.; “Exhaustion of Intellectual Property Rights and Free Trade-Article 6 of the TRİP’s Agreement”, IIC Vol.29 No:5, 1998, s. 534–567.
WARWICK, Rothnie A.; Parallel Imports, Sweet & Maxwell, London–1993.
YALÇINER, Uğur G.; Sınaî Mülkiyetin İlkeleri, Yalçıner Danışmanlık ve Dış Tic. Ltd. Şit., Ankara, Haziran 2000.
YASAMAN, Hamdi (ALTAY, Sıtkı Anlam/AYOĞLU, Tolga/YUSUFOĞLU, Fülürya/YÜKSEL, Sinan); Marka Hukuku I, Vedat Yayınevi, İstanbul–2004.
YASAMAN, Hamdi (ALTAY, Sıtkı Anlam/AYOĞLU, Tolga/YUSUFOĞLU, Fülürya/YÜKSEL, Sinan); Marka Hukuku II, Vedat Yayınevi, İstanbul–2004.
YILDIZ, Burçak; Eser Sahibinin Yayma Hakkının Tükenmesi, Prof. Dr. Turgut KALPSÜZ’e Armağan, Turhan Kitabevi, Ankara–2003.
YOUNG, John, A.; “The Gray Market Case”, The Notre Dame Law Review, Vol.61, 1986, s. 838–866.
YUSUF, Abdulqawi A./MONCAYO VON HASE, Anderés; “Intellectual property protection and international trade-exhaustion of rights revisited”, World Competition Law and Economics Review, 1992/93, Vol. 16, s. 115–131.
Uluslararası Mahkeme Kararları
Case 58/64, Conste S.a.R.L and Grundig-Verkaufs-GmbH v. Commission [1966] ECR 299.
Case 78/70, Deutsche Grammophon GmbH v. Metro-SB-Grossmarkte GmbH & Co KG [1971] ECR 487.
Case 15/74, Centrafarm v. Sterling Drug [1974] ECR 1147. Case 16/74, Centrafarm v Winthrop, [1974] ECR 1183.
Case 102/77, Hoffman-La Roche v. Centrafarm [1978] ECR 1139.
Case 3/78, Centrafarm BV v. American Home Products Corp. [1978] ECR 1823. Case 1/81, Pfizer Inc. v. Eurim Pharm GmbH, [1981] ECR 2913.
Joined Cases C-429/93 and C-439/93 Bristol-Myers Squibb and Others v. Paranova [1996] ECR 3457.
Case 337/95, Parfums Christian Dior v Evora [1997] ECR 6013.
Case 355/96, Silhouette International Schmied Gmbh v. Hartlauer Handelsgesellschaft mbh [1998] ECR 4799.
Case 379/97, Pharmacia and Upjohn v. Paranova [1999] ECR 6927.
Case 143/00, Boehringer Ingelheim, Glaxo Group and Others v. Swingward Ltd and Dowelhurst Ltd [2002] ECR 3759.
Case 53/03, Synetairismos Farmakopion Aitolias & Akarnanias (Syfait) v Glaxo Smith Kline [2005] ECR 4609.
Adams v Burke, 84 U.S. (17 Wall) 453,456 (1873).
H. J. Heinz Co. Of Canada v. Edan Food Sales Inc. (1991) 35 CPR (3d) 213
Smith & Nephew Inc. v. Glen Oak Inc. (1996) 68 CPR (3d) 153.
Yargıtay Kararları
Yarg. 11. HD., T. 12.3.1999, E.1998/7996, K.1999/2099. Yarg. 11. HD., T. 26.5.1999, E.1999/2086, K.1999/4505. Yarg. 11. HD., T. 14.6.1999, E.1999/3243, K.1999/5150. Yarg. 11. HD., T. 6.11.2000, E.2000/7381, K.2000/8746.